-28-
❝Lâl❞
Hiç beklemediğim bir biçimde kendimi yıllardır kurtulduğum o odada bulmuştum. Mahzen. Küçükken korkutulduğum, biraz daha büyüdüğümde ise hapsedildiğim, zincirlenip aç susuz bırakıldığım, işkence gördüğüm o yer. Uzun yıllar önce buradan kurtulmuştum. Şimdi burada ne işim vardı?
Ellerim ve kollarım bağlanmış, çıplak zeminde yatarken su damlasının ritmik sesiyle yaralı yüzümü buruşturdum. Sağa dönük sırtım zeminle buluştuğunda canım yandı. Ancak bu acı yaşadıklarımın yanında bir hiçti, biliyordum.
Eskiden bu kadar cesur değildim. "Dur, ne olur yapma!" diye Başkan'a vurmaması için yalvardığım zamanlarım olmuştu. "Daha fazla vurma ne olur!"
Zamanla yalvarmanın da beni kurtarmadığını anlamıştım. Bu tıpkı şey gibiydi... Şeytanla anlaşmak. Şeytana canımı bağışlaması için yalvarmak, şeytana ruhumu satmak kadar aşağılayıcı gelmişti. Artık yalvarmadım. Ona karşı en güçlü silahımı kullandım. Sustum. Susarak meydan okudum. İstediği hiçbir şeyi yapmadım. Ağzımdan, burnumdan kan gelene kadar hırpalansam da konuşmadım. Bu onu daha da delirtti. Ben sustukça, meydan okudukça darbelerinin şiddeti arttı. Sonraları dayağın da fayda etmediğini anladı. Dayak arsızı olmuştum. Beni bununla da dizginleyemiyordu artık. Şimdiyse yalnızca beni sevdiklerimle vurabilecek kadar adileşiyordu.
Şimdi gerçekle hayalin harman olduğu bir biçimde kendimi yıllardır kurtulduğum o yerde yatarken bulmuştum. Uzaktan bir ayak sesi geliyordu yalnızca. Sesler bana doğru yaklaştığında zar zor araladım gözlerimi. Yüzünü göremediğim şık giyimli adam bana doğru yaklaştı ve elini uzattığında merakla gözlerimi kısıp zad zor başımı kaldırdım.
Uras'tı bu.
Aklım karmakarışık bir hâl almıştı. İnlercesine "Uras." diyebildim yalnızca. Ayağa kalkıp yüzüne dokunmak istedim. Bu nasıl olurdu? Uras ölmüştü. Hem de gözlerimin önünde. "Sen... Öldün." Alnına saplanarak ölümüne sebep olan kurşun yarasını aradı gözlerim ama yoktu. Oldukça dinç bir biçimde karşımda duruyordu. "Bu nasıl olur?" Zihnim bu karmaşanın içinden sağ çıkmaya çalışırken ne düşüneceğimi bilememiştim. Gerçekle hayalin karıştığını biliyordum çünkü mahzende tüm bunlar olurken henüz Uras'dan haberim yoktu.
Karşımdaki adamsa yüzünde şefkatli, mutlu ve rahat bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden elini uzatıyordu bana.
Gerçeği anlamam dakikalarımı aldı. Bunun ne anlama geldiğinin farkına vardığımda vücudum ilginç bir biçimde sarsıldı. Korkarak da olsa "Bu... Benim öldüğüm anlamına mı geliyor?" diye sordum. Cevabını bildiğim bu soruyu sorarken olduğum yerde donup kaldım. Yıkıldım.
Yanıt vermedi. Elini uzatmaya devam ediyordu. "Ayağa kalkman gerekiyor, Lâl." Dilim tutulmuş, hiçbir tepki veremediğimi görünce kaşlarını şefkatle indirdi. "Bana söz vermiştin, unuttun mu?"
"Ben..."
"Bana verdiğin sözü tut, Lâl. Şuan pes etmenin sırası değil. Ayağa kalkman, savaşman lâzım." Tepki vermemi bekledi. "Hadi." Cesaret veren dingin bir tebessümle başını salladı. "Yapabilirsin."
Bir ona bir de uzattığı eline baktım. Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken gücümü toplamaya çalışıp dizlerimin üstünde yükseldim. "Gücüm kalmadı, anlıyor musun?"
"Bunu yapabileceğini ikimiz de biliyoruz." Boşta kalan eli çenemi tutup okşadı. İlk defa bir abi şefkatiyle yüzüme bakıyordu. "Sen güçlü bir kızsın."
Elini tuttum ve zor da olsa ayağa kalktım. Bana olan güveni boşa çıkarmamak için kalan son gücümü kullanmaya çalıştım ve kararlılıkla Uras'ın karşısında dikildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rio'da Bir Gece | Gecedeki Aşk Serisi - III ღBİTTİღ
General Fiction❝ Ölüm bizi ayırana dek... Ne iddialı bir söz değil mi? Evlilik için fazlasıyla meydan okuyan bir söz. Biz bu sözü vermekle kalmayıp birbirimize evet diyecekken ölüm bizi ayırmıştı. Ne trajikomik, değil mi?❞ ⚝ Müstakbel eşi herhangi biri değildi. Lâ...