-53-
❝Lâl❞
Elim ayağım buz kesmişti. O an ne tepki vereceğimi bilemedim. Bağırsam bağıramazdım. İçimden geçen neydi, onu da bilmiyordum. O kadının buraya kadar gelme cesareti garipsememe, şaşırmama ve dahası öfkelenmeme sebep olmuştu. Onu bir daha burada görmek istemediğimi net bir şekilde ifade ettiğimi sanıyordum. Ağlayarak buradan çıkıp gittiğinde bir daha dönmez sanmıştım. Şimdi nasıl yanında bir adamla buraya gelebiliyordu? Bunları düşünmekten yanındaki adamın kim olduğunu ve hangi alakaya maydanoz buraya geldiğini merak edemedim bile.
Adam dümdüz bir ifadeyle dururken bakışlarım kadını buldu. "Senin ne işin var burada?"
"Sadece konuşmak için geldim, Lâl. Lütfen içeri girebilir miyim?"
"Giremezsin, içeride misafirlerim var. Müsait değilim." Kendimi dışarı doğru atarak kapıyı hafif kapattım. "Buraya davetsizce gelemezsin, Umay Kutlu. Birbimizin hayatında hiçbir şey ifade etmiyoruz sanıyordum. Sen aileni mahvetmemem için bana yalvarmıyor muydun? Şimdi burada işin ne? Gidip o çok değer verdiğin aileni, evliliğini kurtarmaya çalışsana." Bir adım daha attım tehditkârca. "Benim ailemden de uzak dur."
"Lâl." Yüzünde pişman ve garip bir ifade vardı. Perişan mı yoksa yıpranmış mı? Belki de sadece ailesi dağıldığı için üzgün. Benimle bir alakası bile yoktu. Bilemiyordum. Sadece bana "Artık istesek de istemesek de hayatlarımız bir noktada kesişti. Görüşmek, konuşmak zorundayız." dedi.
Bense "Hayır, değiliz." diyerek şiddetle karşı çıktım.
"Arem seni öğrendi. Bir ablası olduğunu biliyor, meraklı bir çocuktur. Her şeyi öğrenmek isteyecektir. Tüm hikâyeyi."
Aşağılar gibi tepeden baktım kadına. "Merak etme, senin ne kadar iğrenç bir kadın olduğundan bahsetmem. Sırf para için, zenginlik için çocuğunu çöp gibi attığını konuşmayız. Arem zaten her şeyin farkında, benim bunları söylememe gerek bile yok."
"Hayır, Lâl. Öyle değil. Artık geri dönüşsüz bir şekilde birbirimizin hayatlarına girdik. En azından nezaketen de olsa-"
"Nezaketen de olsa seninle görüşmeyeceğim, Umay Kutlu." Göz ucuyla yanında sessizliğini koruyan ela gözlü, uzun boylu sarışın adama baktıktan sonra içeri girip kapıyı kapatmak üzereydim ki Valent geldi.
"Bebeğim, bir problem mi var?"
Umay'la adamın bakışları Valent'de gezinirken başımı iki yana salladım. "Hayır, davetsiz misafirlerimiz vardı. Onlar da gidiyordu zaten."
Çok geçmeden arkama, masanın olduğu yere döndüğümde kapı aralığından Umay'ı görüp şaşıran Doğan'la göz göze geldim. Dudaklarında belli belirsiz bir kelime. "Sen..."
Yerinden kalkmış, doğrudan kadına bakıyordu. O günahı işlediği kadına. Benim gibi ortak bir günaha sahip olduğu kadına. Ben onların günahıydım. Gömüp kurtulmak istedikleri bir günah. Ama gerçeklerin er ya da geç su yüzüne çıkma gibi bir özelliği vardı değil mi? Belki de bugün, bu gece her şey, tüm sırlar zembereğinden boşalırcasına su yüzüne çıkacaktı. Uzun zamandır çıkmayı beklediği gibi.
Artık gizlenecek bir şey olmadığından, kapının kenarına siper olmayı bıraktım. Ardına kadar açılan kapıda eski âşıklar ya da bir şehvetin esiri olmuş iki insan şoke olmuş biçimde birbirilerine bakıyorlardı. Dahası, yeniden şekillenen bu masada herkes birbirini tanıyor gibiydi. Doğan Umay'ı, Umay Şebnem'i, Şebnem Umay'ın yanındaki adamı. Birbirilerine tanıyan ve şaşıran bakışlar atıyorlardı.
Birkaç dakika sonra herkes masaya yerleştiğinde Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği gibi bir tablo hâkimdi masada. Bense sadece bu sessizliğin sebep olacağı fırtınanın kopmasını bekliyordum. Tıpkı Valentino gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rio'da Bir Gece | Gecedeki Aşk Serisi - III ღBİTTİღ
General Fiction❝ Ölüm bizi ayırana dek... Ne iddialı bir söz değil mi? Evlilik için fazlasıyla meydan okuyan bir söz. Biz bu sözü vermekle kalmayıp birbirimize evet diyecekken ölüm bizi ayırmıştı. Ne trajikomik, değil mi?❞ ⚝ Müstakbel eşi herhangi biri değildi. Lâ...