8

90 4 0
                                    

Ellerimi çırpıp tozu gidermeye çalıştım. Voleybol ya da herhangi bir sporu yapmada berbattım bu yüzden kenarda diğer birkaç kişiyle oturuyordum ve telefonuma bakıyordum. Sevdiğim kitabın yeni bölümünü okuyordum.

Zil çaldığında öğle arası olduğu için herkes gibi toplandım ama üşengeç olduğumdan kalabalıkta zar zor yürümemek için biraz beklemiştim.

Fark etmeden sona kalınca hızla giyinme odalarına koştum. Üstümü değiştirip çıktığımda bir ses duydum.

"...Hayır. Özür dilerim."

Merakla başımı uzatıp koridorda konuşan iki kişiyi gözetledim.

Dedikodu, hava su ve uyku kadar ruhun gıdasıdır arkadaşlar (şaka).

Tuna ve Işık konuşuyordu.

Tuna başını eğip "Tamam. Rahatsız ettiğim için kusura bakma." Dedi ve hızla geçip gitti ve sn dakika göz göze geldiğimizde far görmüş gibi irkildi.

Hemen Işık'ın yanına gittim.

"N'oldu şimdi? Tuna'dan niye özür diledin?"

Işım iç geçirip "Önemli bir şey değil." Dedi.

Bir yumruğumu havaya salladım.

"İstersen onu dövebilirim. Söyle bana n'oldu?"

Gülerek saçlarımı karıştırdı.

"Saçmalıyorsun yine. Hadi kantine gidelim."

Dudaklarımı büzüp anasını takip eden civcivler gibi peşine takıldım. Baya havalıydı Işık. Sarı saçları beline kadar geliyo, beyaz teni ve mavi gözleriyle prenseslere benziyordu. Bale yaptığı için vücudu biçimliydi ve çok zarifti ayrıca akıllıydı. Ve de kibar... hani her güzel genetiği bir araya toplasak ne çıkar diye düşünüp bir örnek yapsalar Işık da onlardan olur.

Çantalarımızı sınıfa bırakıp yiyecek bir şeyler aldık ve onun bale gösterisimden konuştuk. Annesinin migrenleri bu aralar azaldığı iöin haftasonu rahatça bizimle gezebilecekti.

"Hiç yorulmuyor musun?"

Sandviçimi bitirip poşetini buruştururken hiç düşünmeden sormuştum.

"Neyden?"

"Bu kadar mükemmel olmaktan?"

Sorum onu şaşırtmıştı bunu kocaman açılan mavi gözlerinden ve donakalan güzel yüzünden görebiliyordum.

"B-ben bilmiyorum. Hiç düşünmedim."

Gülmüştüm ama o zamanlar bunu gerçekten sormamıştım ve onun da bunu sormamla bunu ilk kez düşündüğünü bilmiyordum.

Öyledir ya herkesin kendince bir mücadelesi var. Dışarıdan mükemmel görünmeniz, berbat görünmeniz ya da dışarıya karşı tamamen görünmeniz olmanız bir şeyi değiştirmez. İnsanların sizinasıl tanımladığı da mücadelenizi değiştiremez. Keşke biraz daha bu mücadeleyi görebilseydik ve keşke göremediğimiz mücadeleler için birbirimize daha destekleyici olabilseydik.

Ama insanlar bencildir. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Eğer hayatta kalmak istiyorsanız, önünüze bakmak istiyorsanız ve biraz da hayattan keyif alacksanız bencil olmak zorundasınız. Herkes kadar. Herkes gibi...

Bu kötübir şey değil.

Bu da mücadelemizin bir parçasıdır.

Ve bazen bazı mücadeleleri tanırız çünkü insan bir yerden geçerken zorlandığı zaman o yeri unutmakta biraz daha zorlanır.

İşte o zaman, sadece bir bakış ya da bir söz bizi aynı noktadaki halimize götürür. İşte o zaman, biz o mücadeleyi biraz daha iyi anlarız.

Ve ben de en iyi arkadaşlarımın mücadelelerini görmekte zorlanıyordum.

Sonraki gün Işık ilaç içip hastaneye kaldırılana kadar, o gün onun ne kadar zorlandığını bilmiyordum.

Hastane koridorunda dikilip midesi yıkanan Işık'ı beklerken Arya'yla sessizce ortak bir şeyi düşünüyorduk.

Nasıl anlayamadık?

Neden göremedik?

Bizi kör yapan şey onun gülümsemesi miydi? İyi notları mı?

Annesi normale göre daha solgun görünüyordu ve epey zayıftı. Üstünde kat kat hırkalar vardı ama hala titriyordu.

Gidip o eli tutmak istedim. Yalnız değilsiniz, biz de buradayız rahatlayın demek istedim ama yapmadım içten içe Işık'ın bu güzel maskesinin arkasında yatan cam kırıklarını annesi için sakladığını biliyor ve biraz da onu suçluyordum.

Kantine gitme bahanesiyle bahçeye çıktığımızda Arya'yla sigara içtik.

Hava soğuktu ve yağmur henüz durmuştu. Arya kuru bir sesle ama düz bir tonda konuştu.

"Yarın hava güneşliymiş."

Ağzımda tuttuğum dumanı salarken "Tam piknik havası." Dedim.

Başıyla beni onaylarken öylece dikilmeye devam ettik. Ne denirdi ki? Arkadaşı intihar ettiğinde ne söylemeli insan? Ölmediği için sevinmeli miydi yoksa onu bu kadar tüketen şeyi görüp yardım edemeyecek kadar kör olduğu için pişman mı olmalı?

İkisini de aynı anda hissetmek berbattı. Yüksek bir yerden düşme ve suda boğulma hissini aynı anda yaşıyor gibiydim.

Yeni bir tane yakarken çakmağı ona uzattım.

"İki hafta sonra gösterisi var."

Sigaranın ucunu parmaklarım arasında ezdim.

"Ne giyelim?"

"Bilmem. Belki biraz resmi bir şeyler."

"Siyah kot?"

"Hm... o da olur."

Ve yeni bir nefes...

"Siktir. Neden ölmüş gibi davranıyoruz?"

Ani çıkışımla o da irkildi ve bir an kendine geldi ama aynı keder yeniden üzerimize çöktüğünde yeniden sustuk.

"Dün sana bir şey söyledi mi?"

"Pek bir şey söylemedi. Annemin migren atakları azaldı, haftasonu bir şeyler yapabiliriz gibi şeyler... ya sana?"

"I-ıh."

Yeni bir sessizlik. Bir kuş ciyaklayarak uçtu ve ambulansla yeni bir hasta geldi. Telaşla acile alınana kadar izledik.

"Nasıl davranmamız gerek?"

Başımı ona çevirdim.

Yeşil gözleri buğuluydu.

"Bilmiyorum. İlay, bilmiyorum. Keşke bilseydim."

Göz yaşları akarken bunu birkaç kez daha tekrarladı.

İnsanlar bazen bencilce acı çeker. Bazen değil hatta çoğu kez.

Onu kurtarabilirdim.

Ona yardım edebilirdim.

Onu kurtarabilirdim.

Görebilirdim...

Ben de bir yardım eliyle düzelebilecek meseleler mi bilmiyorum ama bildiğim şey, bu tip kendini suçlamaların saçmalık olduğuydu.

Bildiğim tek şey Işık'ın acısının kendisine ait olduğuydu ve bundan pay çıkartmaya hakkımıx olmadığı.

Nefretten AşkaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin