25

90 4 25
                                        

Güzel olan her şeyin bir sonu vardır derler ama insan tabii bitmesin istiyor. Bazen, sadece kısa bir süreliğine, beni içten içe mutlu eden şeylerin ne zaman benden alınacağını düşünüyorum. Ne zaman annem yeniden patlayacak, ne zaman babam beni böyle yetiştirmediklerini söyleyip hayal kırıklığını dile getirecek, ne zaman Hazel karşıma çıkıp arkadaşça davranıp dengemi bozacak, ne zaman Aras yeniden beni bırakıp gidecek, ne zaman Arya ve Işık'la yeniden tartışacağız, ne zaman... yeniden ağlamaktan içim çıkana, göz yaşlarım yüzünden içimde koskoca bir okyanus varmış gibi hissedene kadar ağlayıp yeniden Allah'a bana bunları verdiği için şikayet edeceğim?

Ne zaman gülümsediğim her anı, kalbime batan kalp kırıklıklarına dönüşecek?

Bunun çok karamsar bir bakış olduğunun farkındayım ama öyle ya, her güzel şeyin bir sonu var ve her güzel şeyin bir sonu olduğunu bilen insan onu mahveden acı tünelinin sonunda bir çıkış olduğunu hep unutur. En azından ben...

Defterime çizdiğim resmi kenara koyup başımı kaldırdım ve Aras'a baktım. Yeşil gözleri kısılmış, elleri kısalmış saçlarının üzerinde gezinirken sandalyesinde geriye yaslanmış ve hafif arkaya eğmiş, bir bacağını sallarken diğeriyle eğik sandalyesini dengede tutuyor... Kısık gözleriyle kafeye giren çıkanı, camın önünden geçen her geçeni pür dikkat izliyordu.

Başta bu biraz garipti. Yani... Anlarsınız ya... Hatta biraz daha geriden alıp anlatmaya başlarsam dün akşamdan beri acayip gergin. Nasıl bir insanla, kim olduğunu hiç bilmeden, tam dört sene geçirdiğimi ve ona özelimi açtığımı delicesine sorup durdu.
O gün ayrıldığımızda beni aramış ve evde rahat konuşamama rağmen bana durmadan sormuştu.

"Yani her şeyi konuşuyorsunuz." Demişti tereddütle. Arkadan gelen cadde sesleri ve hafif kısılan nefesiyle yürüdüğünü anlayabiliyordum.
Biraz çekinerek "Evet." Dedim. Açıkçası ne düşündüğünü biliyordum ve hak vermemek elde değil. Tamamen akılsızca olmakla birlikte buluşmayı kabul etmem çok ayrı seviye bir saçmalıktı. Yine de ona söylemem ve benimle gelmek istemesi rahatlatıcıydı. Onun tedirgin olduğunu hissetsem bile yine de istemeden beni rahatlatıyordu.

"Peki... Bizden de bahsettin mi?" dedi tereddütle çatallaşan güzel sesiyle. Aras'ın sesi sinirlenmediğinde, sizi tehdit etmediğinde ya da acayip saldırgan olmadığında oldukça hoş bir tınıya sahipti. Hatta... buna çıkmak denir mi emin değilim ama öpüştüğümüz günden sonra daha farklıydı. Sadece sesi de değil tavırları, bakışları, mimikleri, dokunuşu, sarılışı...

Hafifçe boğazını temizlediğinde karnımda kıvranan solucanlardan sıyrılıp ona odaklandım.
"Ne?" dedikten sonra bir saniye düşünüp soruyu hatırlayabildim "Ah, biz? Biz..." derken aklıma yeni sorular üşüştü ve aklıma ilk gelen şeyi dalgınlıkla söylemiştim.

"Biz diye bir şey var mı?"

Bir süre sustu ve sadece arkadaki caddenin sesini dinledim. Bu kısa sürede ortamı gerdiğimi düşünerek kendimi açıklama isteği duymuştum çünkü düşüncemi ona söylerken biraz fazla sert bir şekilde sormuştum ve biz... yani henüz flört dönemindeydik.

"Yani öyle demek istemedim..."

"Değil miyiz?"

İkimiz de aynı anda konuşmuştuk ve sonra aynı anda susup yine aynı anda "Önce sen!" diye atıldık. Bu iş iyice garipleşmeye başladı diye düşünürken Aras otoriter bir şekilde "Önce sen, lütfen." Diye ekledi.

Vay canına, Aras'ın "lütfen" kelimesini bildiğinden bile şüpheliydim ve o... lütfen dedi.

Geçen gün gördüğüm postu hatırlayıp ciddi olmaya çalıştıktan sonra "Tamam da niye yalvarıyorsun?" dedim ve gülmemek için nefesimi tutup bekledim çünkü saniye geçmeden sinirlenip bağırmaya başlayacağına yüzde yüz emindim.

Nefretten AşkaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin