28

4 0 0
                                    

Okul olduğu gibi devam etti, sınavlar geldi çattı. Son bir senedir edindiğim arkadaşlıklarım yavaşça çözülmeye başlamış, yeniden yalnız kalmıştım. Odaklanmaya çalıştığım tek şey derslerdi. Artık teneffüslerde bile sıramdan kalmıyordum. Okul götürdüğüm kitabı okuyordum.

Tuna’nın sıra arkadaşı kalıcı olarak yer değişikliğini önerdiğinden beri yeniden en arka sıradaydım. Boyum tahtayı görmek konusunda beni zorlasa da böylece herkesten izole olmak rahatlatıcıydı. Kendimi güvende hissediyordum.

Tuna’yla iyi anlaşıyorduk ama İrem’le çıkmaya başladıktan sonra onun yanına geçmişti ve ben artık tek oturuyordum. Yine… Artık ön sıramda Işık ve Arya oturmuyordu. Onları özlüyordum ama sanırım… onlarla takılmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyordum.

Beynim sisli gibiydi. Sürekli gözlerim ağrıyordu ve öğle araları hasta olduğumu bahane ediyor ya da hemşire yokken revire sızıyordum ve uyukluyordum. Bedenim artık yük gibi geliyordu ve eğer kafamı bir şeyle meşgul etmezsem beynimdeki sesler korkunçlaşıyordu. Bazen… diğerlerini izlerken ağlayacakmış gibi hiddediyordum. Özellikle Aras’la karşılaştığımda. Kalbim deli gibi atmaya başlıyordu ve donakalıyordum. Bazen bana orada yokmuşum gibi davranıyordu bazen de soğuk bakışlarıyla karşılaşıyordum. Yanımdan geçip gittiğinde bayılacakmışım gibi dizlerimin bağı çözülüyor, ağlayacakmış gibi oluyordum ama artık göz yaşlarımı bastırmakta ustalaşmıştım. Onsuz geçen aylarda bunu o kadar çok yaşmıştım ki artık garip hissettiğim için belki ağlasam geçer diye düşündüüm oluyordu ama naparsam yapayım hiç ağlayamıyordum.

Okul çıkışları Ömer bize geliyordu. Onu artık zorlamıyordum. Sadece geldiğinde beni azarlıyordu ve çalışırken hatalarımı yüzüme vurup duruyor ve babamın muhteşem bir aşçı olduğundan bahsediyordu. Aslında kütüphaneden daha sıcak ve konforlu ( ayrıca kahve bedava) olduğu için yol onun için sorun olmuyordu. Genelde bana karışmıyordu.

Kimse beni görmüyor mu diye düşündüğüm olurdu. Gerçekten ne kadar zorlandığımı… Bunu hiçbir zaman bilmesem de bazen Ömer’in bana garip bir şekilde baktığını fark ediyordum. Sanki bana acıyormuş gibiydi. Keşke o da görmezden gelseydi. Yine de kolayca eskiye dönüyordu.

Annemle yeniden konuşmamaya başlamıştık. Babam her gün yemekte okul hakkında sorular soruyordu ama cevap hep aynıydı.

“Güzeldi.”

Allah’ım… Kimse görmese ya da görmüyor gibi yapsa ve ben de bu oyuna dahil olsam da… Her banyoya girdiğimde aynada kendimle bakışırken içimde garip bir hazımsızlık hissi oluyordu. Sanki aynada bakan kıza karşı garip bir mahcubiyetim vardı. Gözlerimi kaçırıp hızla çıkıyordum. Boğazımdaki sızıyı yutkunarak geçirmeye çalışıyordum.

Günler geçti ve Emir’in mesajına girip yeniden baksam da hiç cevap vermedim. Artık benim için bir önemi yoktu. Her seferinde acaba yazsam Aras hakkında bir şey öğrenirim ve belki… düzeliriz… sonra… Bana bakan soğuk yeşil gözleri hatırlıyorum.

Ve sıcak elini, gülerken yanaklarında oluşan çizgileri, dudağının nasıl yukarı kıvrıldığını, o boğuk kıkırtıyı… Sonra da yeniden ders çalışıyordum.

Yeniden uyuyamamaya başlamıştım. Eskiden direk uyuyabilecek kadar yorgun olana kadar dayanırdım ama artık ne kadar yorgun olsam da uyuyamıyordum. Çünkü rüyalarımda her seferinde o oluyordu. O ve Hazel…

Bir gün sınav bittikten sonra sınıflarımıza geri döndük. Herkes soruları tartışırken sırama gittim ve çantamdan telefonumu alıp revire gitmek için arkamı döndüğümde Hazel’le karşılaştım.

Ela gözleri beni yavaşça süzdü.

“Biraz konuşalım mı?”

Duraksadım.

“İşim var.”

Çenesini sıktı.

“Sen bilirsin. Duymak istersin diye söylemiştim.”

Gözlerini kıstı ve beklemeye devam etti.

İç çekip gözlerimi yere diktim. Biliyordum. Eğer ona evet deseydim beni kışkırtacak bir şey söyleyeceğine…

“Tamam.”

Yine de merak etmiştim.

Dışarı çıktık ve kaloriferin olduğu köşeye gittik. Gizemli davranıyordu nedense.

“Aras ve sen hala çıkıyor musunuz?”

Bu soruyu beklemesem de ne yalan söyleyeyim konu oraya gelince mutlu olmuştum. Kahretsin, onu o kadar özledim ki…

“Hayır.”

Aslında belirsiz bir ilişkimiz olmuştu. Hatta ilişki olduğundan da şüpheliyim.

“Gizem’le çıktıklarını duydum. Belki bilmek istersin diye söyledim.”

Sinir basarken derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

“Sağ ol ama bilmek istemezdim. Bu kadar mı?”

Yüzünde bir gülümseme oluşurken başını eğip beni inceledi.

“İnsanlar değişir derler ya, sen hiç değişmiyorsun. Bir adım bile ileri gidememişsin.”

Gözlerimi koridora diktim. Yine saçmalamaya başlamıştı.

“Seni benim dışımda çekebilecek birisi olduğunu sandın mı gerçekten?”

Yüzümde bir gülümseme oluşurken ona döndüm yine.

“Haftalardır tek başınasın.” Dedi ve bana yaklaşıp kısık bir sesle konuşmaya devam etti “Neden? Hiç düşündün mü?”

Bir adım geri gittim.

“Sana ne?” dedim.

Başını iki yana sallarken iç çekti.

“Seni görmelerini istedin, değil mi? Birisi sana sarılsın, seni teselli etsin… Ama zavallı gibi tek başınaydın.”

Benim geri çekilmeme fırsat tanımadan bir anda boynumla başım arasına yaklaştı.

“Sence neden? Söyleyeyim mi? Hm? Gerçekten duygularını iyi saklayabildiğin için mi?”

Geri çekildi. Çenemden tutup sıktı.

“Ya da uğraşmaya değmeyeceğin için mi?”

İçimde bir şeyler kırılırken yapabildiğim tek şey ona bakabilmekti.

“Sana tek arkadaşın benim derken yalan söylediğimi mi sandın? Şaka mıydı?”

Titrek bir nefes alırken kendimi tutmaya odaklandım. Hayır, onun önünde ağlamayacaktım. Ne pahasına olursa olsun onun önünde değil.

Başını sallarken elini çekti ve dikleşti.

Yeniden gülümseyip saçımı düzeltti ve sessizce uzaklaştı.

Kalbim deli gibi çarpıyordu ve ellerim titriyordu. Kendimi yürümeye zorlayarak arka merdivenlerden inip revire girdim. Hemşire beni azarlamaya başladığında garip göründüğümü fark edip durdu ve uzanmama izin verdi.

Deli gibi başım dönüyordu ve midem bulanıyordu. Bir türlü geçmediğinde hemşire müdür yardımcısına haber verdi ve hastaneye gittik. Gerçekten öleceğimi sandığım birkaç saatten sonra iki serum takılmıştı. Annem ve babam korkuyla acile girdiklerinde annem ağlıyordu. Müdür yardımcısı olayı anneme anlatırken babam elimi sıktı ve başımı okşadı. Neden bilmiyorum, bu beni neredeyse ağlatacaktı.

Sonunda normale döndüğümde arabaya bindik ve sessiz bir yolculuk geçirdik. Eve girdiğimizde doğruca yattım ve biraz uyumaya çalıştım. O kadar yorgundum ki yeniden kötüleşecekmişim gibi hissediyordum.

Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım ama sürekli gözlerim doluyordu. Yastığım ıslanırken telefonum titremeye başladı ve bir an için açmış bulundum.

“Alo?” dedi “İlay? İyi misin?”

Sesi hatırlamaya çalışırken titrek bir nefes aldım. Kırık bir sesle konuştum.

“Evet…”

İç çektiğinde arkadan konuşma sesleri geldi. Birisi telefonu ele geçirdi.

“İlay! Hemşire hastaneye gittiğini söyledi. Çantanı da almadın. Ama ben senin için aldım. Merak etme. Birazdan sizin evin oraya geleceğiz bırakmak için. Hem seni de görürüz.”

İçimden küfrederek doğruldum ama aniden kalktığım için yeniden başım dönmüştü. Elimi alnıma bastırırken “Ah,” diye inledim “Gerek yoktu. Müdür yardımcısının odasına bırakabilirdin.”

“Asla! Sana birinci elden teslime edeceğim.”

Böylece gerçekten birkaç dakika sonra evdeydiler. Arya, Işık, Tuna, Kutay, Onur, İrem ve Hazel... Üstümde bol pijamalarla karşı koltuğa oturduğumda babam bize yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa gitti. Annem onlara merhaba demek için odasından çıktı ve Hazel’e ayrıca gülümseyerek merhaba diyerek odasına geri döndü. Çalışmaları ciddileşiyordu o yüzden artık onu daha az görüyordum ve… bundan cidden şikayetçi değildim.

Geldiğinden beri beni dikkatle ve ifadesiz bir yüzle izleyen Hazel’le istemeden sık sık göz göze geliyorduk. Sanki benimle alay ediyordu.

Diğerleri evimiz fazla sessiz olduğundan çekinerek çok gürültü yapamadı ve babamın getirdiği içeceklerle atıştırmalıkları yiyip gitti. Kapıyı arkalarından babam kapatmıştı. O kadar yorulmuştum ki sadece yirmi dakika oturduğum koltuğa kendimi bırakırken daha kötü olmamayı umdum.

Çok şükür olaysız bitmişti. Hazel geldiğinde bir şeyler söyleyip beni yeniden rahatsız edecek diye gerilmiştim.

Babamın sıcak eli alnıma yaslandığında irkilip gözlerimi açtım.

“Su getirmemi ister misin?”

Başımı iki yana sallarken midem bulandı. Kenara geçip kitabını okurken uyuyakaldım.

Uyandığımda sabaha karşıydı. Telefonumu elime aldığımda birkaç mesaj gördüm. Çoğu Tuna, Arya ve Işık’tandı. Babam Ömer’i aradığı için gelmemişti. O da mera edip mesaj atmıştı. Hiçbirine geri dönmek istemedim. Gözlerim bluesky’ın yani… Emir… Her neyse. Onun mesajını gördüğümde kalbim güçlü bir şekilde yerinde çırpınmaya başladı.


Bluesky: İyi misin?

Bluesky: Hasta olduğunu duydum.

Bluesky: Numaram sende var ama sanırım engelledin. Eğer istersen ara.

Bluesky: İlay. Lütfen ara.


Siktir.

Hasta olduğumu nasıl duydu?

Ellerim terlerken telefonu yastığımın üzerine bıraktım. Onu engellediğimi hatırlamıyordum bile. Girip engeli kaldırdım ve mesaj attım.


+90… : Ne söylemek istiyorsan mesajla anlatabilirsin.


Birkaç dakika sonra çevrimiçi olduğunda yeniden bayılacakmış gibiydim. Durdu ve çevrimdışı oldu. Sonra telefonumun ekranı parladı ve tabii ki aramada ismi göründü.

Gergince aramayı cevaplayıp kulağıma yasladım..

“Sen hangi cehennemdesin?” diye bağırdığında irkilip telefonu biraz uzaklaştırdım “Eğer beni engellersen ve mesajlarımı görmezden gelirsen sana nasıl ulaşmamı bekliyorsun? Oraya gelip evini mi basayım?”

Normalde çok sakin ve umursamazdı. Onun son dört yıldır ne yaparsam yapayım hiç sinirlendiğini görmediğim için biraz korkmuştum.

Kuru bir sesle cevaplarken ne kadar susadığımı fark ettim.

“Nerede yaşadığımı bilmiyorsun.”

“Aras’tan öğrenemeyeceğimi mi sanıyorsun salak!”

Gözlerim iyice açılırken nefesim kesildi. Ne yani benim hastaneye kaldırıldığımı Aras’tan mı öğrenmişti?

Sinirle iç çekti.

“Haftalardır sana ulaşmaya çalışıyorum. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?”

Zorlukla yutkundum. Midem yanmaya başlamıştı.

“O beyin yerine boş bir kafa tası taşıyan aptal yüzünden neler olduğundan haberin var mı?”

Nefesimi tuttum.

“Yok. Değil mi? Oraya döneceğim diye tutturdu ama seninle doğru düzgün konuşmadı mı?”

Yine cevap vermediğimde sinirle kendi kendine söylenmeye başladı. Araya girme ihtiyacı hissettim.

“O... buraya dönmek mi istedi?”

Sinirle “Evet.” Diye çıkıştı ve durup konuşmaya daha sessiz bir şekilde devam etti “Bak, şu am müsait değilim. Seni sonra arayacağım.”

Telefon aniden kapandı ve boş boş duvara bakarken elimi umutla yeniden hızlanan, artık acıyarak değil kural topraklara yağmur yağar gibi rahatlamış kalbime bastırdım.

Sonunda ona ulaşabileceğim bir açık çıkmıştı karşıma. Karanlık duvarı izlerken kendi kendime fısıldadım.

Seni yakaldım.”

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: a day ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Nefretten AşkaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin