Dilin dönse ve konuşsan, ne çok rahatlayacaksın be çocuk... Utancından kıvranıyorsun, suskun kalıyorsan ya... kahroluyorum. Bil ki, geçmişine dönüp sana sarılabilmeyi, her şeyden çok istiyorum.
28 Aralık 2013
Tuhaf bir çocuktu Karan Sezer Şahin, genetiğinden mütevellit değil.
Kendini bildi bileli, asla sevmemişti, sevilmeye layık hissetmemişti. Daha on bir yaşının sonlarında olan bir çocuk olmasına rağmen, kasveti en az otuz beş yıllık; hayal kırıklığı ile boğazına kadar dolu bir çocuktu.
'Otuz beş, yolun yarısı derler.' Bunu karıştırdığı bir kitapta okumuştu. Karan, sanki o yolu yarılamıştı işte. Ondaki öyle bir bitmişlik, pes etmişlikti.
Umut, kabuk bağlayamayan yarası, umutsuzluk ise; o kabuk bağlayamayan yaranın üstünden esip giden şefkatli bir rüzgardı.
'Anlayış', demişti Dostoyevski Yeraltından Notlar'da, 'Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır: gerçek, tam manasıyla bir hastalık.'
Karan, insanların yadsıyarak yaşamaya çalıştıkları gerçekleri, apaçık haliyle hissediyor, ölümün ensesine bıraktığı her bir nefeste; kafasının içindeki birileri daha da yankılı bir sessizlikte can buluyordu: Can bulması, gebermesinden daha dehşet olan birileri.
Bu birilerinin kaynağını nasıl anlatabilirdi?
Deneyelim: Hindistan'ın, Britanya sömürgesi altında olduğu zamanların birinde, hapishane sistemi şöyleymiş; hücreler gün ışığı alamayan, yer altına oyulmuş kayalıklardan oluşuyormuş. Her bir mahkûm kendisi için ayrılan bölümde çürürken, bir kaşıkla duvarı ovmaya başlarlarmış: gelecek mahkûmun hapishanesini hazırlamak için. İşte... o kafasındaki birileri, o mahkumlardan biriydi ve hiç sabrı yoktu.
Karan kendinden nefret ediyordu; çünkü kendi ve o kafasındaki birilerinin 'kardeş' olduğunu hissediyordu.
İçindeki kötülükten delicesine korkan bir çocuktu. Bunun için, Tanrı'yı bırakın, ona şu dünyada cehennemi yaşatan herkesin ayaklarına bile kapanıp yalvarmış; çığlık atıp sızlanmıştı.
Hiçbir anlamı olmamıştı bunun.
Bu dünya da... diye başlayan kelimelerin devamı hep kırıktı.
"Dünya," diye mırıldandı Küçük Bey, ayaklarını çatıdan aşağıya sarkıtıyordu. Ürkek bir çocuk olduğu söyleniyordu herkes tarafından, halbuki bu malikanedeki kimse, onun gibi şu çatının kenarına oturamazdı. Karan sadece kibardı. Bilirsiniz, kibar insanları korkak zannetmek insanın doğasında var. Nietzsche'nin dediği bir laf: "Ne çok gülerim, pençesi yok diye kendini iyi zannedenlere." Herhalde böyle demişti. Nietzsche bunu söyledi ve bir atın bulvar meydanı ortasında kırbaçlandığını görünce delirip, son on yılını bir akıl hastanesinde hiç konuşmadan geçirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRKAYAK
Bí ẩn / Giật gânEren İpek Şahin, çocukluk aşkı olan üvey abisi Karan Sezer Şahin'in kendini istismar etmesiyle zihinsel olarak çökmeye başlar. On altı yaşındayken dünyası kararan, mafya hiyerarşinin dibine doğan bu genç kızın kontrol arzusu; üvey abisi tarafından i...