26 Ağustos 2013
Sekiz yaşındaki Eren'in yaz günleri, hava koşullarının yarattığı değişiklikler hariç, kış günleri ile neredeyse birebir aynı geçerdi. Hiçbir arkadaşı ya da hiçbir faaliyeti yoktu bir başkalarınca sağlanan. Okulu da yoktu anlayacağınız üzere. Aslında bir aralar, okula gidebileceği gibi bir ihtimal var olmuştu. Ancak okula gitmesi için babasının halasına verdiği parayla, halası çocuklarının üniformalarını değiştirmişti. Hiç başlamadan biten eğitim hayatı yüzünden; Eren yazları hariç bile her gün evdeydi.
Babası, halasına ne kızmıştı ne de bir daha para vermişti.
Küçük kızın her sabah uyandığında ilk düşündüğü şey, hala, altı yaşında olduğu sıra da; kuzenlerinin evinin camına kadar gelip ona nasılda dil çıkardığıydı. Yeni üniformalarını gösterip dalga geçmişlerdi onunla. Eren kendinden yaşça büyük onca çocuğa karşı, evinin kırık camının ardından, şaşkınlıkla bakakalmıştı. Paranın nereye gittiğini o an öğrenmişti.
Altı yaşına gelmeden önce, pek çok kez hainliğe uğramıştı istenmeyen bir çocuk olarak, ama Eren anca altı yaşındayken 'ihanet' kelimesini kabul etmişti. Belki ilk o zaman kavrayabilmişti bu kötülüğü diline yansıtabilecek kadar?
Altı yaşındayken, şanslı olsaydı birinci sınıfa başlaması gereken o günde; büyük çocukların gelip onla dalga geçtiğini görünce... Çok fazla ağlamak istemişti ama ağlarsa onla daha fazla dalga geçeceklerinden kendini tutmuştu. Küçücük yumruklarını sıktıkça sıkmış, parlak mavi gözlerindeki öfke köpüre dursun, başını hafifçe öne eğip onlara kötü kötü bakmıştı.
Tıpkı gazetelerde anlatılan şu 'dehşet bakışları' yollamaya çalışmıştı düşmanlarına.
Becerebilmiş miydi emin değil, fakat bilginize, sekiz yaşına bastığı sırada hala bunun için çabalıyordu.
Ve ileride, kendi şahsına özel derin, koyu kasvetli bakışlara sahip olacaktı da: İnsanın baktı mı kendini av gibi hissettiği, fakat insanın bakmaya devam etmekten kendini alıkoyamadığı bakışlara. Bozuk, milyonlarca keman akorunun çığırtkan çığlıklarını andıran bakışlara. Oyuncak bir bebekten daha ölü bakışlara: Dilediği gibi, sahip olacaktı o dehşet bakışlara.
İnsan o yaşta bile ne dilediğine dikkat etmeliydi belli ki. Ne yazık ki, Eren'e yanlış dualar etmemesini öğütleyecek kimse yoktu.
Gelgelim kışları yazları gibi olan bu küçük, kibritçi kızın hayatına... Küçük Eren, her sabah kalkar ve sonsuza dek aynı düzende işleyeceğini zannettiği hayatına gözlerini açardı. Bir çıkış yolu bulmanın mümkün olup olmadığını bilmiyordu. Annesinin onu geri gelip alacağına dair ise inançları gün geçtikçe azalıyordu. Çünkü çok yaramaz bir çocuk olup çıkmıştı.
'Kısasa kısas' kanunu hayatının merkezindeydi ve bu iyi bir çocuk olmasını önlüyordu.
Gözlerini açardı, küçük yastıklarla oluşturduğu yer yatağından kalkar ve eski ahşap gecekondunun bir diğer odasında sızmış olan babasının yanına giderdi. Babasının o pis kokulu çoraplarını çıkarır suya atardı. Sabunla çitilemeye başlardı her şeyi. Elleri bebeksi yumuşaklığını kaybetmişti. Annesi geri gelince yine yumuşacık elleri olmasını umuyordu. Olacaktı. Başka bir şey için, annesi özenle onun bedenine dikkat edecekti.
Küçük Eren, yine yanlış duayı etmişti.
İşini bitirdikten sonra babasının getirdiği şişeleri kapı önüne dizerdi. Halıları çalı süpürgesiyle temizler, yatağını toplar ve babasının ayaklarının altına yastık ekleyip, onu yavaşça yere yatırırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRKAYAK
Misterio / SuspensoEren İpek Şahin, çocukluk aşkı olan üvey abisi Karan Sezer Şahin'in kendini istismar etmesiyle zihinsel olarak çökmeye başlar. On altı yaşındayken dünyası kararan, mafya hiyerarşinin dibine doğan bu genç kızın kontrol arzusu; üvey abisi tarafından i...