Hanzade’nin Anlatımıyla
Hayat çok zor değil mi? Bazen insan artık dayanamayacak duruma geliyor. Daha ne kadar kötüsü gelebilir ki diyor. Ne zaman böyle düşünsem şu ayet aklıma geliyor: “Şüphesiz her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.”( İnşirah Suresi 5. Ayet)
Ben Hanzade, annesi ile babasının ölüm sebebi olarak biliniyorum.
Ben Hanzade, 16 yaşında yetimhanede ömrüm boyunca unutamayacağım şeyler yaşadım.
Ben Hanzade, hayal kurmaktan, kurduğum o hayaller ile umut etmekten ve umut ettiğim her şeyi gerçekleştirmek istedim.
Ben Hanzade, 24 yaşında teröristler tarafından kaçırıldım ve örtüm zorla benden alındı.
Sabah uyanmışım, hemen hemşire ve tanıdığım doktor arkadaşlarım gelmiş yanıma. Doğrusu onlar çok şaşırmış benim erken uyanmama çünkü bazı yaralarım ağırmış özellikle de kafamda olan yaralar.
Birkaç test yaptılar. Muayene ettiler, durumum iyiye gidiyormuş Elhamdülillahi Rabbil Alemin.
Saçlarımı kontrol ettiğimde kafamda eşarp olduğunu farkettim. Elim ile eşarbın ucuna baktığımda Amine teyzeye verdiğim eşarp olduğunu anladım.
Ama yani... Nasıl şuan bende olabilir ki?
Amine Teyze? Yok ya kadın zaten hasta gelemez hem yani nereden öğrenecek?
Peki ya Alp ise? Olamaz! Asla! Adamın işi gücü yok benimle mi ilgilenecekti? Hem asıl önemli olan günahtı.
Şuan bu düşünceleri bıraktım çünkü her yerim ağrıyordu ve uykum çok gelmişti.
Öğle vaktine doğru uyanmıştım, başım çok ağrıyordu. Kafamda ki bandajlar eşarpdan dolayı görünmüyordu. Yatakta yavaşça oturur pozisyona geldim. Sağ kolumdan serum kablosu uzanıyordu. Kafamı camdan tarafa çevirdim. Dışarıyı izlemeye başladım. Belli bir zaman sonra kapım çaldı. Ağrıyan boğazıma rağmen olabildiğince yüksek sesle “gel”dedim.
Gelen kişi Alp’ti. Ellerinde çok fazla pamuk şeker vardı. Bugün de canım pamuk şeker çekmişti. Kısmet.
“Rahatsız etmedim değil mi?”
“Y-yok gelebilirsin.”
Çok rahat bir tavır ile yanımdaki koltuğa oturdu. Pamuk şekerleri ise yanına bıraktı. Arkasına yaslandığı sırada “Sana geçmiş olsun hediyesi olarak pamuk şeker aldım. Sever misin?”
Bir an duraksadım. Ne diyeceğimi bilemedim. Bu kadar da şans olur muydu cidden? Sorduğu soruya karşı olumlu anlamda başımı salladım. Çok fazla vardı, saydım tam yirmi sekiz tane ama neden ki? Derince bir nefes aldım ve konuşmaya çalıştım.
“Neden sadece yirmi sekiz tane?”
Yüzünde çok farklı bir gülümseme eşliğinde “Çünkü seni yirmi sekiz yıl geç buldum.”dedi.
Sadece öyle omzuna baktım dakikalaraca, ne demek istediğini anlamıştım. Aslında benim de ona karşı anlamadığım duygular ortaya çıkıyordu. Saatlerce onu düşünmek, aklımdan hiç çıkmaması, daha önce karşılaştığımızda aramızda geçen kısa bile olsa olan diyaloglar...
“Hanzade iyi misin?”
Duyuyordum ama bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. O yüzden başka birşeyden konuşmaya başladım.
“Bu kafamdaki eşarp en son Amine teyzedeydi. Nasıl şuan bende olabilir?”
“Ben saçlarının açık olduğunu görünce evden getirdim.”
“Kadın bir hemşireye verdin o da bana taktı değil mi? Başka türlü değil?”
Yüzüne bakmadığım için ifadesini göremiyordum. Zaten helal olmayan bir adam ile odada yalnız olduğum için rahat değildim.
“Ben taktım sana. Kızdın mı? Hemşireler aklıma gelmedi.”
Nasıl! Görmesi zaten günahtı bir de dokunmuş muydu yani! Ama düşüncesi hoşuma gitmişti. Yüzümdeki gülümsemeye engel olmaya çalıştım.
“Tövbe ettin mi?”
“Ettim de sen soruma cevap vermedin?”
Yani ne dememi bekliyor ki anlamadım!
“Pamuk şeker verir misin? Ama iki tane.”
İki tane aldı ve bana uzattı, elime değmemeye dikkat ederek. İyi bari.
“Senden rica etsem geriye kalan pamuk şekerleri çok müşahededeki hemşireye giderken verir misin?”
Bir an duraksadı sonra onayladı sorumu.
Sonra gideceğini söyledi. Tam o sırada söylemek istediğim şeyler olduğu için onu durdurdum.
“Alp! Bir bakar mısın?”
Arkasını dönüp bana baktı.
“Bişey mi oldu?”
“Allah razı olsun. Teşekkür ederim. Ha bir de teşekkür hediyem olarak pamuk şeker vereceğim. Sever misin?” Hafif gülerek söylemiştim bunları.
İçten bir kahkaha attı.
“Hımm pamuk şeker demek. Sen seviyorsun ya bende seviyorum.”dedi ve elime değmeden aldı.
“Alp!”
“Efendim? Birşey mi oldu?”
“Ha yok. Ben sana birşey soracaktım da.”
Koltuğa geçip oturdu. “Tabii dinliyorum.”
“O gün Amine Teyze bana Güneş kızım diye seslendi. Güneş kim?”
Yüzünde acı dolu bir ifade belirdi. Derin bir nefes alıp konuştu. “Güneş benim yıllar önce şehit olan kız kardeşim. Ben o zaman 13 yaşındayım. Güneş de 8 yaşında. Ankara’da yaşıyorduk. Babam da benim gibi askerdi. O gün piknik yapmaya ormana gitmiştik. Ben annemle odun toplamaya gitmiştim, babamla güneş de sofrayı falan hazırlıyorlardı. Sonra bir anda silah sesleri duyunca dikkatlice babamların yanına gittik. Kocaman bir ağacın arkasına saklanmıştık çünkü teröristler babam ile kardeşimin yanındalardı ve ellerinde silahlar vardı. O gün orada ikisinide şehit ettiler. Annem bunu kaldıramadı ve hastalandı. Ve sen güneşe biraz benziyorsun. O yüzden annemin krizi tutunca seni güneş sandı.”
Duyduklarım karşısında yutkunamadım. Bu çok kötüydü...
“B-ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok çok üzüldüm. Başın sağolsun.”
Bana bakarak gülümsedi. “Vatan sağolsun. Ben artık gideyim sende dinlen.”
“T-tamam.”
Kapıyı açtı gideceği zaman arkasını döndü.
“ Bu arada teşekkür etmene gerek yok. Sen iyi ol bana zaten en büyük teşekkürü etmiş olursun.”dedi ve kapıyı kapatıp gitti.
Kalbim neden bu kadar hızlı atıyor ve burası neden çok sıcak?
~~~
Hastaneden bugün çıkıyordum. Alp dediğimi yapmıştı, geriye kalan pamuk şekerleri çocuklara dağıtmıştı.
Şaşırmamıştım aslında. Yanıma gelmesinin üstünden 2 gün geçmişti. O iki günde çok düşündüm. O, sürekli aklıma geliyordu, asker olduğu için acaba yaraları var mıdır diye sürekli düşünüyorum ya da o yaralar canını acıtıyor mudur gibi sorular aklımı kurcalıyordu.
Eğer birini seveceksem harama bulaşmadan sevmek istiyordum. Helal yoldan. Emredildiği gibi.
Hastaneden çıktığımda taksi çağıracağım zaman Alp’i gördüm arabasının önünde duruyordu. Geldiğimi görünce “ Seni eve bırakmaya geldim.”dedi ve şoför koltuğuna geçti.
Mahalleye geldiğimizde arabadan indim ve ona baktım.
O ise arabadan bile inmemişti! Anlamıyordum! Pamuk şeker verdiği gün çok neşeliydi, bana karşı duvar gibi davranmıyordu! Hoş duvar daha insan gibi ya neyse!
“Hanzade?”
B-bu ses... Tuğra! Ama nasıl? Burada ne işi var?
Arkamı döndüğümde elinde küçük bir seyahat bavulu ile karşımda Tuğra vardı!
Şaşkınlığımı bir kenara bırakıp konuştum.
“Tuğra? Senin burada ne işin var?”
Ben sorumu sorduğum sırada arabanın kapısı açılmıştı. Alp arabadan inmişti ve gözleri Tuğra ile benim aramda gidip geliyordu.
Tuğra “ Söylemek istediğim ve sana anlatmam gereken şeyler var Hanzade. Konuşmamız lazım. Onun için buradayım.”
“T-tamam. Gel içeri geçelim. Burada böyle durmayalım.”
Ben konuşurken arkamda öfkeli bir nefes veren adam vardı.
Tuğra ile evin dış kapısına geldiğimde arkamı dönüp baktım. Alp hâlâ arabanın yanında duruyordu. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Ve gözlerini benden ayırmıyordu.
Hıh neydi şimdi bu hareketi! Önce bana iyi davranıyor sonra ben yokmuşum gibi en sonda da böyle hareketler sergiliyor! Ne yapmaya çalışıyor bu adam!
Daha fazla ona bakmadan demir kapıdan içeri girdim sonra da Tuğra. Demir kapıyı kapattığı sırada Alp’in arabası lastikleri resmen ağlatarak son sürat ilerlemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süveyda
Non-FictionHayaller... Bir insanın dünyası hayal kurdukça güzelleşir. Tıpkı benim dünyamın güzelleştiği gibi. Karanlık bir odada küçücük bir delikten sızan gün ışığı gibi umut olmuştu ,hayal kurmak benim dünyama.