İlahi Bakış Açısı
Bir geceden beri her yeri aramışlardı lakin hiç bir iz yoktu. Gitmeye karar verdikleri zaman bir yardım çığlığı duymuşlardı.
“İmdat! Yardım edin!”
Bunun bir tuzak olduğundan şüphelenmişlerdi. Sessizce sesin geldiği yere doğru gitmeye başlamışlardı. Bir tane kızın etrafını birçok teröristin sardığını görmüşlerdi. Ateş emrini verdi Alp. Beş dakika bile sürmemişti hepsini öldürmek. Kızın yanına gitmişlerdi. Alp kıza kim olduğunu sorduğunda duyduğu cevap ile şoka girmişti. Hanzade’ydi. Ama nasıl... Tam düşeceği zaman
“ Hanzade!”diye bağırarak bedeni yere düşmeden tuttu. Yere çöktü ve kollarındaki bedeni yavaşça yere, başını ise dizlerinin üzerine koymuştu.
Volkan “Teröristler ve Hanzade’nin bağlantısı ne komutanım?”
Lakin Alp hiç birini duymuyordu. Ellerinde ıslaklık hissetmişti. Hanzade’nin saçlarından ayırıp ellerine baktı, kan vardı!
“Bu sefer olmaz! Bu sefer olmaz! Bu sefer olmaz...”diye Hanzade’nin bedenine sarılmış mırıldanıyordu.
Berk” Komutanım yaraları var. Bakılması lazım.”lakin Alp hâlâ aynı şekilde, aynı şeyleri söylüyordu. Bir tür krizdi aslında. Sadece Volkan biliyordu çünkü çocukluk arkadaşıydılar Alp ile. Ve çocukluğundan kalma bir travmaydı. Bu şekilde krize girmesi.
Volkan Alp’in kolundan tutmuş sakinleştirmeye çalışıyordu lakin işe yaramaktan ziyade daha çok şiddetleniyordu. Berk bir yandan yarasına bakılmasını söylüyordu. Volkan hâlâ Alp’e sesleniyordu ama işe yaramıyordu. En sonunda “Alp! Kendine gel! Böyle yaptıkça kan kaybediyor kız! Yaralarına bakılması lazım! Hanzade, o değil! Ve bir daha da aynı şeyler yaşanmayacak! Kendine gel!”
Alp en sonunda kendine gelmişti. Bu sürede Kerem helikoptere haber vermişti. Alp Hanzade’yi kucağına aldığında acı dolu bir şekilde inlemişti Hanzade. Alp bu duruma daha çok yıkılmıştı. Günlerdir düşünmekten uyuyamadığı kız bugün kollarında kanlar içindeydi. Hanzade’den o acı inilti gelince ant içmişti, ona bunları yapanı bulacak ve acı çektire çektire gebertecekti.
Geçmiş miydi? Merhamet miydi? Acıma mıydı? Yoksa sevgi miydi? Ona karşı hissettikleri. Hani ilk görüşte aşk derler ya inanmazdı. İlk görüşte aşk değildi. Farklı bir çekim vardı Hanzade’den ona doğru gelen. Ama anladığı net bir şey varsa da o da canının yanmasına bir daha izin vermeyeceğiydi. Koruyacaktı onu, uzaktan da olsa.
Askeriyeye gitmiş,durumu Albay’a anlatmışlardı. Hepsi izin alıp hastaneye gidiyorlardı. Önde ambulansda Hanzade, diğerleri arkada ambulansı takip ediyorlardı.
Hastanenin acil kısmında Serhat ve Ela bekliyordu, gelecek olan hastayı. Hanzade ambulansdan indirildiğinde Alp hemen yanına gitmişti.
Hanzade ameliyata alınmıştı çünkü kafasında, yüzünde ve karnında ağır yaralar vardı. Müşahede bölümünden ilk Ela çıktı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Ecel Timi kapının önünde bekliyordu. Ela’nın çıkmasıyla Alp gitmişti yanına.
Alp” Hanzade... O iyi mi?”
“Az önce çıktı ameliyattan. Kafasına , yüzüne ve karnına ağır yaralar almış. Vücudunun çoğu yerinde ezikler var! Kim ne istesin ondan! Nasıl oldu tüm bunlar!”
Alp’in karşısına geçti Ela.
Ağlayarak “Ona bunu yapanları lütfen bul! Yardımcı olur mu bilmem ama son günlerde aşırı durgundu. Bana da söylemiyordu ne olduğunu ve ayrıca evine kanlı beyaz güller geliyormuş öyle söylemişti, gönderen kişiyi de tanımıyormuş. Bu durumdan tedirgin olduğunu söylemişti. Lütfen asker, arkadaşıma bunları yaşatanları bul! Lütfen.”dedi ve koşarak gitti.
Alp duydukları karşısında oldukça şaşırdı. Beyaz kanlı güller?
Yanından koşarak geçmişti Ela, Volkan’ın. İstemsizce sinirlenmişti Volkan, Ela’nın ağlamasına.
Doktor yaralarını ağır olduğundan ve kafasına ağır darbeler aldığından yoğun bakıma alındığını söylemişti. Bu durumun ne kadar süreceğinin hastaya bağlı olduğunu demişti. Alp, artık anlamıştı ilk gördüğü günden beri onu düşünmesi tuhaftı ama artık ona değer verdiğini biliyordu.
Doktordan zorla izin aldı Alp. Hanzade’nin yanına girebilmek için.
Her yeri morluklarla kaplıydı. Orada ne yaşamıştı?
Yanına gitti. İlk defa elini avucunun içine aldı. Elleri çok küçüktü, kendi avucunun içinde kaybolmuştu. Bu duruma güldü Alp. Uyanık olsa bırak elini tutmasını, kendisi ile konuşmazdı bile. Yüzüne tekrar baktıkça içindeki öfke kabarıyordu. Bulacaktı onları. Hanzade’ye yaşattıklarının binlerce katını yaşatacaktı, o şerefsizlere!
Avucunun içinin sargılı olduğu gördü. Sonra yavaşça bıraktı elini, canının yanmaması için. Son kez bakıp çıktı odadan. Serhat ile konuşmuştu, haber verecekti Alp’e birşey olduğu zaman, iyi veya kötü.
Hızlı adımlarla Albay’ın odasına gidiyordu Alp. Hanzade’nin yanından ayrıldığında yanına gelmesini söylemişti. Kapıyı çalıp içeri girdi.
Masasında oturmuş önündeki kağıtlarla ilgileniyordu. Alp’i görünce ayağa kalktı Albay.
“İyi değilmişsin Kızıl. O bulunan doktorla bir ilgisi olduğunu duydum.”dedi. Şaşırmamıştı Alp çünkü ilk defa böyle birşey oluyordu, Albay’ın öğrenmesi çok normaldi.
“Evet, komutanım.”sesi oldukça sinirliydi çünkü kalbinde bir yerde yer oluşturmaya başlayan o kadına kimin ne yaşattığını bilmiyordu. ‘Yıllar önce olan şey... Gerçek olamazdı değil mi?’diye düşünüyordu sürekli.
“Komutanım, sizden bir şey isteyeceğim.”
“Söyle Albayrak.”
“Ben izniniz olursa Hanzade’yi yani bulunan doktoru bu hale getirenleri bulmak istiyorum.”
“Yüzbaşım, bilirsin hepinizin yeri ayrı. Özellikle de senin. Ama bu şahsi meselen diye düşünüyorum. Bize düşen görevi yerine getirdik. Kimin yaptığını da bilmiyoruz. Olmaz. Şuan ki görevimiz bizim o ele başı teröristi bulmamız. Nasıl olduğunu bilmek için çağırmıştım. Alp, senin yerin ayrı bende evlat. Ne diye bu kadar çok istiyorsun? Önemli mi bu kız senin için.”
Cevap vermedi Alp çünkü o da bilmiyordu. Kafası çok karışıktı. Anladı Albay, o doktor askeri için değerliydi.
Çıkabilirsin emrini verdi Albay.
Tim 1 hafta izindeydi. Ele başının izi bulunmaya çalışılıyordu.
Alp, daha ona karşı ne hissettiğini bile tam anlamazken, kalbinde büyük bir yer oluşturmaya başlayan o kadın giderse? Böyle düşünmekten kendini alamıyordu.
Hanzade’nin yanına gitmişti. Oradan da eve geçmişti Alp. Evin kapısına doğru yürüdüğünde Hanzade’nin kapısının önünde anahtar görmüştü. Gidip aldı, Hanzade’nin evinin anahtarı mı diye kapıyı açmayı denedi ve oldu, kapı açılmıştı. Ayakkabısını çıkarıp içeri girdi. Lacivert L koltuk karşılamıştı kendisini hemen çaprazda ise minik bir mutfak. Hoştu evi, naif bir koku vardı, hoşuna gitmişti. Kapıyı kapattığı sırada koltuğun üzerinde duran telefonu fark etti ve gidip eline aldı. Ekranı açtığında 30 cevapsız arama vardı. 10 tanesi Fatma ninem, geriye kalanlar ise Tuğra ‘ydı.” Tuğra kimdi?”dedi sesli bir şekilde. Sevgilisi? Yoksa sadece arkadaşı mıydı?
Umursamamayı seçti Alp ona neydi ki?
Daha fazla içeride durmadı zaten doğru değildi. Evden çıktı, kapıyı kilitledi ve anahtarı yanına aldı. O, hastaneden çıkınca verirdi. Eve sessizce girdi çünkü annesi bu saatlerde hep uyurdu. Ve de öyleydi, annesinin odasının kapısından baktı, uyuyordu.
Sonra kendi odasına gitti, uyumaya çalıştı ama olmadı saatlerce yatağın içinde sağa sola dönüp durdu. En sonunda yataktan kalktı, sigarasını alıp balkona gitti. Camı açtı ve buz gibi hava yüzüne çarpmaya başlamıştı . Sigarasını alıp dudaklarına koydu çakmağı aldı ama bir türlü yakmaya cesaret edemedi. Sebepsiz yere – ki şuan böyle birşey aklına gelmesi çok saçmaydı- Hanzade, kendisinin sigara içmesinden rahatsız olur muydu?
Bu düşünceye sinirlendi. Neden onu aklından silemiyordu? Neden sürekli onu korumak, mutlu etmek, onu birisiyle konuştuğunu düşününce sinirlenmek gibi hisler oluşuyordu içinde?
Sigarasını geri paketine koydu, içemedi. Cama doğru yaslandı, kafasını camdan çıkardı kollarını pervazlara yaslamış başı öne eğik bir şekilde derin nefesler aldı.
Yorulmuştu, hemde çok. Acaba dedi, şuan canı yanıyor muydu? Ya da canının yandığını hissediyor muydu?
Bu düşünceyi kafasından zorla sildi, odasına geri gitti zaten birkaç saat sonra gün doğacaktı.
Yatağının yanında komodin vardı, üstünde ise elbise ve eşarp. Hanzade’nin eşyalarıydı. Eşarbı görünce aklına gelmişti, saçları açıktı ama o tesettürlüydü. Onu bulduklarında da eşarbı yoktu . Kim bilir nasıl hissetmiştir? Diye düşündü. Eşarbı eline aldı yatağa uzandı. Krem rengi bir eşarptı. Yarın yanına gidip takacaktı. Saçlarını görmüştü çok güzeldi. Başka kimsenin güzel saçlarını görmesini istememişti. Koyu kahverengi ve uzundu saçları.
Bu düşüncelerle uyumuştu bile. Aslında eşarbı hiç vermek istememişti.
Sabah Amine Hanım uyandırmıştı Alp’i normalde erken kalkardı ama bu sefer bayağı uyumuştu. Hanzade’nin eşarbını sıkıca tutarak uyumuştu.
Annesi ile güzel bir kahvaltı yaptı sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi. Sonra annesinin yanaklarından öptü, odasına gidip eşarbı aldı ve ceketinin iç cebine koydu. Sonra annesinin odasına gitti, iğne ve bir tane lastik toka aldı
Hanzade’nin yanına gelmişti. Serhat’tan durumunun iyi olduğunu öğrendi, iyi sonuçlar alıyorlarmış doktorlar. Çok dua etti İyi olması için.
Kapıyı açıp içeri girdi. Kollarında serum gibi çeşitli ilaçların kabloları vardı, yüzü bembeyaz olmuştu, kollarında ve yüzünde morluklar, ezikler vardı. İçi gitti Alp’in, daha fazla bakamadı yüzüne.
Yanına gitti saçları uzundu, günahtı biliyordu görmesi, dokunması ama başka kimse görmesin diye yapacaktı. Yapacağı şey için çok kez tövbe etti Allah’a. Önce yavaşça başını kaldırdı ve saçlarını da aynı yavaşlıkla bir avcunda topladı sonra başını yastığa geri koydu saçlarını biraz yukarıdan çok sıkı olmayacak şekilde yarım topuz yaptı. Annesinden görmüştü eşarbın nasıl bağlanacağını eşarbı çıkarıp üçgen şekline getirdi sonra başını hafifçe kaldırarak geçirdi, önde kalan uçlarını da çenesinin altından çengelli iğne tutturdu.
Karşısına geçti Hanzade’nin, yapabilmiş mi diye baktı ‘yani oldu bence’ diye konuştu. O sırada Ela girdi içeriye Alp’i görünce şaşırmıştı çünkü burada olacağından habersizdi.
“Aa şey siz mi buradaydınız?”
“Evet, görmeye geldim. Bir şey soracağım. Yüzünde ki yaraların izi kalır mı?”
“Yani ben bilmiyorum ama kalmaz muhtemelen çünkü şey yüzünden olmuş ...”
“Ne yüzünden?!”
“Iıı yüzünde ki yaralar darbe aldığı için yani ya yumruk gibi bir şey ya da...”
“Ya da ne söylesene!”
“ Bir vurulma yani yüzünü bir yere vurmuş ya da birisi kafasını sert bir cisme vurmuş olmalı. Diğer doktorlardan öğrendim. Bu yüzden yoğun bakımda bir de çok fazla kan kaybetmiş. Ama durumu iyiye gidiyor. İnşallah birkaç güne uyanır. Ama bence daha erken uyanacak. Öyle hissediyorum. Şey en iyisi çıkayım.”
Sadece kafası ile onayladı Alp. Bir şerefsiz, düşünmekten delirdiği, kalbinde büyük bir yer kaplamaya başlayan bir kadına zarar vermişti, acı çektirtmişti.
Ela odadan çıkmıştı. Alp ise dışarı çıkmış kapının köşesinde kalan sandalye de dirseklerini dizlerine koymuş, elleri ile başını tutuyordu.
Telefonu çaldı, arayan Volkan’dı.
“Alp, neredesin? Evde yoksun. Konuşmamız lazım.”
“Kafam çok dağınık Volkan. Önemli değilse kalsın, konuşmayalım.”
“Alp, hastanedesin değil mi? Bak, biz seninle yıllardan beri arkadaşız hatta daha fazlası kardeşiz oğlum biz seninle. Sen her derdinde gelip söylerdin kardeşim ne oldu anlat bana. Konuşacağım konu Hanzade. Yarım saate oradayım. Gitme bir yere.”
“Volk-“
Telefonu kapatmıştı Volkan. Çünkü biliyordu. Eğer Alp’i dinlerse yanına gelmesine gerek olmadığını, Hanzade hakkında konuşmak istemediğini söyleyecekti.
“Nasıl yani? Sen şimdi bu kıza karşı farklı duygular mı hissettiğini söylüyorsun?”
“ Ne anladıysam o! Kaç kere demem lazım oğlum sana! Anla işte!”
“Tamam lan, ne bu sinir! Ona söyledin mi?”
“Hayır, ben bile daha yeni anlıyorum ona karşı hislerimi. Of! Nasıl yapacağım oğlum ben? Kızın karşısına çıkıp ben seni düşünmekten aklımı kaçırdım, hiç aklımdan çıkmıyorsun mu?!”
“Ben onu mu dedim Alp! Ne yapacaksın şimdi olmasa bile ileride söyleyeceksin değil mi?”
“Volkan, lütfen çok yorgunum. Konuşmayalım kardeşim sonra, çok daha sonra. Önce bir iyi olsun, uyansın, gerisi zaten gelir.”
“Burada mı kalacaksın?”
“Eve gideceğim. Bugün annem biraz hasta gibiydi yalnız bırakamam. Akşam yine gelirim. Haydi gidelim.”
Alp eve gitmişti, Volkan ise Askeriyeye geri dönmüştü. Akşama kadar evde annesi ile birlikte vakit geçirdi Alp. Akşam olmuş yemek yemişlerdi. Salonda otururlarken Amine Hanım konuşmaya başlamıştı.
“Oğlum, karşı komşumuz doktor kız Hanzade’nin kaç gündür kapısını çalıyorum açmıyor. Çok merak ettim, bişey mi oldu acaba?”
Sessizce annesini dinledi Alp. Onun adı geçince gerilmişti. Acaba şuan durumu nasıldı? Serhat da arayıp birşey dememişti. Annesine gerçeği söylemeyecekti. Zaten biraz rahatsızdı. Bir de Hanzade için endişelenmesini istememşti.
“Kız doktor anne. Nöbeti falan vardır. Endişelenme boşuna.”
Annesine içten bir gülümseme ile sıkıca sarıldı. Kokusunu içine uzun uzun çekti. Onu da kaybemek, üzmek istemiyordu.
Amine Hanım da sıkıca sarıldı oğluna sonra uykusu geldiğini söyleyip odasına uyumaya gitti.
Balkona gitmiş sigara içiyordu Alp. Normalde günde çok fazla içerken bu aralar günde iki tane bile zor içiyordu. Telefonu çaldı arayan Serhat’tı.
“ Hanzade’yi normal odaya aldık. Durumu gayet iyi. Şuan verilen ilaçlar sebebinden uyuyor.”
“Eyvallah, ben hemen geliyorum.”
10 dk sonra hastaneye gitmişti Alp. Hanzade’nin yanında, koltukta oturuyordu. Yaraları iyileşiyormuş, doktoru ile konuşmuştu.
Saatlerce yanında kaldı Alp. Annesi evde uyuyordu. İçtiği ilaçlar sebebinden uykusu uzun ve ağır geçiyordu. Hanzade’ye baktı, eşarbına dokunmamışlardı. Tam tersi daha düzgün duruyordu. Hemşireler düzeltmiş olmalı diye düşündü.
Güneş ışığı odayı loş bir hale getirmeye başlamıştı. Alp koltukta geriye doğru yaslanmış kollarını göğsünde başlamış oturuyordu. Gözleri kapalıydı. O sırada Hanzade’den mırıltılar gelmeye başlamıştı. Hemen gözlerini açtı ve onun yanına gidip, ne dediğini anlamaya çalıştı.
“A-anne... Bana pamuk şeker alır mısın? Çok seviyorum, tadı çok güzel ama pembe olanından...”
Kısık kısık zorla bu kelimeleri söylemiş daha sonrasında saatlerce sürecek uykuya dalmıştı.
Pamuk şeker...
Hanzade’nin pamuk şeker sevdiğini öğrendiğinde yüzünde daha önce hiç görülmemiş bir tebessüm yayılmıştı.
Sabah saatlerinde Hanzade’nin yanından ayrılıp annesinin yanına gitti. Eve gittiğinde hâlâ uyuyordu. Sanki akşamdan beri evdeymiş gibi kahvaltı hazırladı ve annesini kaldırıp yediler. Saat öğlene gelirken annesine bir işi olduğunu söyleyip evden çıktı ve pamuk şeker almaya gitti
Tam yirmi sekiz tane pamuk şeker aldı. Yirmi sekiz yıl onu geç bulmuştu. Karar vermişti artık, onu seviyordu. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Ellerinde pembe pamuk şekerler ile koridorda yürüyordu. Hanzade’nin odasının kapısını çaldı. İnce bir ses ‘gel’ dedi. Kalbi duracak gibi oldu Alp’in. Sesi çok güçsüzdü, yorgundu, umutsuzdu.
Kapıyı açıp içeri girdi. Yatakta uzanmış, başı camdan tarafa dönüktü, sağ kolundan uzanan serum kablosu ve kafasında eşarbı vardı. Kapının açılmasıyla başını kapıdan tarafa çevirdi. Alp’i görünce -tabii bir de elinde pamuk şekerler ile- gözleri irice açıldı.
“Rahatsız etmedim değil mi?
“Y-yok gelebilirsin.”
Çok rahat bir tavırla gidip koltuğa oturdu, pamuk şekerleri de yanına koydu.
“Sana geçmiş olsun hediyesi olarak pamuk şeker aldım. Sever misin?”
Duraksadı Hanzade sonra başını yavaşça olumlu anlamda salladı. Pamuk şekerlere baktı, çok fazlaydı, saydı tam yirmi sekiz tane vardı. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya çalıştı.
“Neden sadece yirmi sekiz tane?”
“Çünkü seni yirmi sekiz yıl geç buldum.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süveyda
Kurgu OlmayanHayaller... Bir insanın dünyası hayal kurdukça güzelleşir. Tıpkı benim dünyamın güzelleştiği gibi. Karanlık bir odada küçücük bir delikten sızan gün ışığı gibi umut olmuştu ,hayal kurmak benim dünyama.