Güven neydi? Neyi temsil ederdi? Bir duvara yaslanmamız ve yaslandığımız o duvarın bir anda yıkılması veya düşmesi bizim sorunumuz muydu? Yoksa o yaslandığımız duvarın zayıf olmasından mı kaynaklıydı? Ben bunun teorisini hiçbir zaman bulamamıştım bu yüzden kimseye güvenmedim, yaslanmadım da. Tıpkı bu evde olan insanlara güvenmediğim gibi. Gördüğümüz yüzler duyduğumuz sözler ile bazen birbirlerine benzemiyordu. Bir bağ arıyordu insan. Yüzler ile sözler arasında bir bağ... Karşımda duran iki insanın yüzlerine baktım birde ağızlarından çıkan sözlere."Leyan?"
Dağhan oturduğu yerden kalkıp ayaklandı.
"Müsait misiniz?" Bir şey belli etmeden yeni gelmiş gibi yaptım. Bir şeyleri belli edersem ilerisini asla göremezdim.
"Tabiki kızım gel buyur."
"Uyku tutmadı. Bahçeye çıkmak için indim ama sizde buradaymışsınız."
"Evet bizde öyle laflıyorduk."
"Özelse gidebilirim."
"Hayır kızım. Öyle işten güçten konuşuyorduk." Denemeler yanılmalar. Deniyordum ve yanılıyorlardı.
"Sen neden uyumadın?" Dağhan'ın sorusu ile gözlerimi ona çevirdim.
"Bilmem öylesine uykum gelmedi."
"Hava soğuk üzerine neden bir şey almadın?"
"Üşümüyorum." Dağhan oturduğu yerden tekrardan kalkıp bahçeden içeriye geçti.
"Nasıl hissediyorsun kızım?"
"Ne hakkında Varis bey?"
"Genel olarak burada olman ile alakalı. Bu arada şu bey lügatını kaldırdığımızı düşünmüştüm."
"Evet kaldırdık ağız alışkanlığı kusura bakma Varis amca."
"Eee söyle bakalım ne hissediyorsun nasılsın?" Dağhan elinde polar bir örtü ile geldi. Omuzlarımın üzerine bırakıp kalktığı yere geri oturdu. Şaşırsamda bu hareketine fazla yadırgamadım. Çünkü geldiğim günden beri hiçbir faûl hareketi yoktu.
"Teşekkür ederim." Diyip Varis amcamın sorduğu soruya cevap vermek için ona doğru yöneldim.
"Aslında bir şeyler hissetmem için daha erken. Sonuçta dün bir bugün iki. İlerisini zaman belirler. Bu zamanı da biz yönetiriz değil mi? Benim güzel şeyler hissetmem sizin elinizde ve sizinde güzel şeyler yapmanız benim elimde yani Varis amca birbirimizi zedelemeden zamanın geçmesini bekleyeceğiz. Sonra nasıl hissettiğimizi konuşuruz."
"Seni ilk gördüğüm günden beri zeki olduğunu savunuyorum ve bu savunmalarım beni haksız çıkarmıyor."
"Beni ilk ne zaman gördünüz?"
"Trafikte gördüm." Yanıltmaca bir soruydu bu ama Varis amca teklemeden cevap verdi.
"Bu hayatta güvendiğin kimse var mı?"
"Güvenmek demeyelim ama varlığını hissettiğim an 'bana bir şey olmayacak' dedirten birisi var."
"Arkadaşların mı?"
"Hayır. Ama tabi ki onların yeri beni için çok ayrı. Gözümü kırpmadan onlar için her şey yaparım. En azından yapmaya çalışıyorum." Can ve Esila benim için her şeyden daha fazlaydı.
"Peki kimdir bu kişi?"
"Bende bilmiyorum. Arada gelir gider. Gelmeleri güzelde, gitmeleri pek iç açıcı değil." Adamın gözleri Dağhan'ı buldu. Dağhan ise bana bakıyordu.
"Dövmenin sahibi mi?" Elim istemsizce esneme gitti.
"Evet. Sahibi değil ama temsili diyelim." Varis amca konuşmayı anlamamış olacak ki, hiç bulaşmadan yerinden kalktı.
"Bana müsade. Size iyi geceler." Varis bey gideceği sırada aklıma gelen soru ile durdurdum onu.
"Varis Amca bir şey sormak istiyorum."
"Sor kızım buyur?"
"İstihbarat mensubu olan bir insan, kendinin istihbaratçı olduğunu söyler mi?"
"Tabi ki söylemez. Çünkü bu meslek sır bir meslektir."
"Peki beni ayrıcalıklı yapan nedir? Çünkü bana söylediniz." Sorumu böyle beklememiş olacak ki biraz şaşırsada cevap verdi.
"Demek ki seni ayrı tutmuşuz. Bilmen gerekliymiş bilmediklerini."
"Anlamadım başka neyi bilmiyorum?"
"Bilmem ki neyi bilmiyorsun? Bunu zamanla ikimizde öğreneceğiz." Varis amca bazen çok gizemli konuşuyordu. Daha fazla bir şey sormama fırsat vermeden iyi geceler diyerek evin içine girdi.
"Saat geç oldu hadi sende gir. Hem havada baya soğudu."
"Ben iyiyim böyle. Sen gidebilirsin."
"Emredersiniz! Çekilebilirim gölge yapmayayım size." Adama sen gidebilirsin demiştim. Ne biçim bir üsluptu bu.
"Yani gidebilirsin derken kovma olarak değil, uykun geldiyse gitmek istersen git anlamında dedim. Özür dilerim."
"Dalga geçiyorum Leyan." Üzerimdeki örtüye biraz daha sıkı sarılıp kafamı gökyüzüne çevirdim. Bugünde ayrı bir güzel parlıyordu yıldızlar.
"Baksana yıldızlar çok güzel."
"Bakıyorum." Dağhan'a baktığımda yıldıza değil bana baktığını gördüm.
"Hani bakmıyorsun."
"Baktım baktım. Bak mesela şu gördüğün yıldız ne yıldızı bilir misin?"
"Hangisi şu büyük olan mı?"
"Evet o. Onun ismi Vega yıldızı. En parlak ikinci yıldızdır. Gücü ve cesareti simgeler. Ağustos ayında ışığı fazla görünmez."
"Neden o ayda ışığı görünmez ki?"
"Ağustos ayında en parlak birinci yıldız doğar. Vega'da onun ışıltısından sönük kalır. Aslında Vega ışık kısmaz. O doğan yıldız çok parlaktır."
"Ne peki o yıldızın ismi?"
"Onu da o zaman söylerim şimdi değil."
"Neden?"
"Vega şuan ışıl ışıl. Doğacak yıldızı söyleyip heyacanlandırmayalım onu." Yıldızlar ile arasına bir bağ olmalıydı. Çünkü ben onun düşündüğü gibi asla düşünmezdim. Çok severdim gök yüzüne bakmayı ama hiç farklı anlamlar besleyerek bakmamıştım.
"Ağustos ayında mı söyleyeceksin bana."
"Evet doğduğu zaman söyleyeceğim."
"Dört ay sonra." Ağır ağır kafasını sallayıp tekrar gökyüzünü izledi.
"Zor geliyor mu?" Kafasını tekrardan bana çevirip baktı.
"Ne zor geliyor mu?"
"Asker olmak." Yüzünde tebessüm oluşmuştu öyle cevap verdi.
"Asıl burada olmak zor biliyor musun? Üniformamın içinde sırtımda elli kilo yük ile daha rahattım ben."
"Çok mu seviyorsun."
"Canımı veririm. Sende seviyorsun anlaşılan."
"Kim sevmez ki vatanını, vatanını koruyanı. Çok isterdim onlara doktorluk yapmayı. Bir yardımımın dokunmasını."
"Öyle olur belki kim bilir. Açıktır dua kapısı."
"Öyledir değil mi açıktır."
"Sen iste, açılmayanı açar o." Ne güzel demişti. Sen iste açılmayanı açar o.
"Sende istiyor musun hiç?"
"Bilmem istiyorumdur. Belki öyle bir zorlamışımdır ki dua kapısını sonunda istedimi almışımdır."
"Eğer öyleyse tebrik ederim seni. Ben henüz hiçbir isteğim için zorlayamadım o kapıyı."
"Zorlarız beraber. Yardım ederim sana." Eder miyidi yardım? Gücü yeter miydi ya da?
"Dağhan."
"Leyan."
"Hiçbir arkadaşın şehit oldu mu?"
"Çok fazla."
"En çok hangisi seni derinden yaraladı."
"Hepsi. Ayırt etmeksizin. Hepsi ciğerimi deldi. Ama içlerinden bir tanesi vardı. O ciğerimi delmekle kalmayıp aldı da."
"Anlatmak ister misin?"
"Merak mı ediyorsun?" Hızla kafamı salladım. Merak ediyordum. Bizler sadece haberlerde izlediğimiz ile kalıyorduk. Asıl şahitler onlardı.
"Suriye sınırına göreve gittik. Bomba atıyordu şerefsizler sürekli. Çoğunu etkisiz hâle getirmiştik bile. İçlerinden bir askerimiz ellerindeydi. Onu kurtarmak için düzenlemiş bir operasyondu bu. Çatışma bitti telefonum çaldı. Görüntülü arama, bir sandalyede askerimiz oturtulmuş ellerine de bombalar verilmiş. En ufak yanlış bir harekette vücudunun bir parçasını bile bulamazdık."
"Sonra ne oldu?"
"Patladı bombalar. Bulamadık hiçbir parçasını." Gözlerim dolmuştu. Usul usul akıyordu yanaklarımdan. Bizler sırf, sabah doğan Güneşi görelim diyeydi onların bu azmi. Ondandır ailelerinden ayrı kalmaları, çocuklarına eşlerine sevdiklerine veda etmeleri. En çokta kendilerinden vazgeçmeleri.
"Başımız sağolsun."
"Vatan sağ olsun."
"Yanlış anlamazsan bir şey daha sormak istiyorum."
"Yanlış anlamam seni Leyan sor."
"Abin peki? O'da şehit olmuş. Nerede oldu?"
"Suriye sınırında, bombalı saldırıda. Ciğerimi alıp götürdü." Biraz önceki anlattığı kişi abisi miydi?
"Özür dilerim Dağhan bilmiyordum."
"Özür dilenecek bir şey güzelim. Şehitlik üzülecek durum mu? Yerden göğe kadar gurur duyulacak bir vazife. Bu da abime nail olmuş. Ne mutlu ona." Gözlerimdeki yaşları elimin tersi ile sildim. Ne dertler vardı. Ne ölümler vardı. Ne vazgeçilmiş hayatlar vardı. Bunları düşündükçe kendime kızdım. Kendimdekini dert saymıştım oysa ki. Ama bu adamlar tüm ülkenin derdini omuzlarına yükleyip yine de şükür nedir biliyorlardı.
"Uykun gelmedi mi hâlâ senin?"
"Bilmem gelmedi sanki."
"Sen kâbus görmekten mi korkuyorsun?" Buda olabilirdi uyumama sebebim. Kendini boğmuştum. Öldürecektim az daha.
"Sadece uykum yok hepsi bu hem kabus görmekten neden korkayım ki?"
"Korkmamalısın bencede. Adı üzerinde kâbus gerçek değil."
"Kendimi boğmamda mı gerçek değil?" Dağhan oturduğu yerden kalkıp yanımdaki boş yere oturdu.
"Gerçekte baş edemediğimiz şeyler bazen sanal dünyamızda yer edinir Leyan. Gerçek hayatta yenilmeyiz onlara ama uykuda teslim olabiliyoruz kimi zaman ve bu bizi yönlendirmelerine sebep oluyor. Neyden çok korkarsak onun tekrarlarını yaşıyoruz. Sen en çok neyden korktun?" Kaybettiklerimden ve kaybedeceklerimden ama bunu Dağhan'a söylemedim. Henüz onunla dertleşecek kadar güvenin yoktu. Hele ki biraz önce babası ile konuşmalarını duyduktan sonra asla yoktu.
"Sen asker misin, psikolog mu?" Bu soruma gülerek cevap verdi.
"Tabi ki askerim ama bu sana psikologluk yapmayacağım anlamına gelmez."
"Bence herkes görevini yapmalı."
"Öyle mi dersin?"
"Bence öyle." Üzerimdeki örtünün bir kısmını Dağhan'ın omuzlarına bıraktım. O da üşümüş olabilirdi.
"Senin üzerini kapattı mı?"
"Evet örtü baya büyük."
"Sana bir şey sormak istiyorum. Gerçi bugün baya sordum değil mi?"
"Aklındakiler bitene kadar sor."
"O zaman yandın. Benim aklımdakiler hiç bitmez ki."
"O hâlde gönder bakalım birinciyi."
"Askerler evlilik düşünür mü hiç?" Bu soruyu beklemiyor olacak ki yüz ifadesi tuhaf bir hâle aldı.
"Neden sordun hayırdır?" Soruma karışlık imâlı bir soru.
"Sadece merak. Genelde askerlerin çoğusu evlilik düşünmez ya."
"Kaç tane asker tanıdın ki evlilik düşünmeyen?"
"Hiç tanımadım Dağhan. Abimi merak ediyorum acaba evlenmiş midir? Bir yuva kurmuş mudur?" Ağzının içinden bir şeyler mırıldandı ama anlamamıştım.
"Anlamadım ne dediğini."
"Bulunca sorarsın evlenip evlenmediğini. Ve dediğin gibi çoğu asker evlenmeyi düşünmez."
"Sen hiç düşündün mü?" Önce biraz duraklasa da daha sonra cevap verdi.
"Hiç düşünmedim. Asker yolu beklemesin benim karım dedim. Çocuklarım babasız büyümesin dedim. Tek derdim gayem mesleğim olsun onu kafaya takayım dedim."
"Sonra ne oldu?"
"İşler değişti. İnsanın derdi bir tane ile kalmıyormuş."
"Şikayetçi misin bu derdinden."
"Değilim. İyi ki benim derdim olmuş. Başkasının derdi olsaydı şikayetçi olurdum." Babasına dediği gibi tek derdim vatan millet demişti şimdi birde bu derdim oldu demişti. Merak ermiştim doğrusu ama sormak haddim değildi henüz.
"Umarım derdine derman olursun."
"İnşallah Leyan inşallah." Havanın gittikçe soğuması mıdır uykumu getiren yoksa gözlerimin yorulması mıdır bilmem ama gözlerim kapanmaya başlamıştı. Uykumun geldiğini derin esnemem de şahitlik yapmıştı zaten.
"Hadi içeriye geçelim uykun geldi senin."
"Ben burada uyumak istiyorum."
"Uykun baya gelmiş hemde kalk hadi."
"Ya vallahi burada uyumak istiyorum." Uykum böylesine güzel geldiği zaman yerimden hareket etmekten nefret ediyordum. Olduğum yerde uyanana kadar uyumak istiyordum.
"Tamam uyu o zaman." Dağhan biraz daha yanıma yanaşıp başımı omzuna koydu. Hiç engel olmadım. Uykum o kadar tatlıydı ki kafam yastıkta veya Dağhan'ın omzunda, düşüneceğim en son şeydi. Gözlerim usul usul teslim olmak üzereydi karanlığa.
"Dağhan"
"Hmm"
"Yıldızlar çok güzeldi değil mi?"
"Yıldızlar yükseklerden çok güzel görünür Sirius."
"Dağlar buna müsait mi?"
"Dağlar yıldızına hep müsait." Dağlar yıldızlara ev sahipliği yapmayı seviyordu anlaşılan. Gözlerim bu sefer kesin olarak karanlığa gömüldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİTARE
Teen Fiction+Yıldızlar yükseklerden daha güzel görünür Siriüs. -Dağlar buna müsait mi? +Dağlar yıldızına hep müsait. Nereden bilebilirdi kimsesizliğini kimselerin dolduracağını, nereden bilebilirdi bir DAĞ'ın gölgesinin ancak bu kadar güvenli olduğunu, nerede...