31

135 22 34
                                    

1 YIL 2 AY 11 GÜN SONRA

"Saye! Hep beraber yemek yemeye gideceğiz. Yakınlarda güzel bir restorant açılmış. Sen de gelsene." Zeynep'e gülümsedim.

"Teşekkür ederim. Pek keyfim yok. Size afiyet olsun."

"Ama olmaz öyle. Ne zaman çağırsak aynı şeyi söylüyorsun." diyerek kolunu omzuma attı Efe.

"Efe haklı. Üniversiteye geçtik. Biraz eğlenmeyi hak ediyoruz." diyerek Alper de diğerlerine destek çıkmıştı.

"Üzgünüm. Sözüm olsun."

"Pekala. Yine Saye'siz gidiyoruz anlaşılan. Yine de fikrini değiştirirsen gel." Efe'ye başımı salladığımda gitmişlerdi. Ben de bugün hava güzel olduğundan otobüse binmek yerine yürümeye karar verdim. Sahile doğru yürürken son bir yılı düşündüm.

O gittikten sonra uzun bir süre toparlayamamıştım. Annem ve babam beni psikoloğa bile götürmeyi düşünmüştü. Doğru düzgün konuşmuyor, yemek yemiyor, uyumuyordum.

Okyanusun ortasındaydım, ama içecek bir damla suyum yoktu.

Günlerce, haftalarca, aylarca beraber çekildiğimiz fotoğraflara baktım. Bana bıraktığı anı kutusu, gazete kağıdından yapılmış yüzük, verdiği forma, kolye, hediye aldığı kitaplar... Hepsine defalarca kez veda ettim. Bir kutuya koydum ve bir daha açmamak üzere kapattım.

Düşünmek istemedim. Çünkü düşünmek sadece acı veriyordu. Bu yüzden çalıştım. Saatlerce aralıksız ders çalıştım. Öğretmenlerim bile derslerim iyi olsa da durumumun iyi olmadığını söylediler. Haklıydılar. Ben iyi değildim.

Üniversiteyi kazandım. Tıp okuyordum ve sınıf arkadaşlarım da gayet iyiydi. Ama ben eskisi gibi değildim. Korkuyordum. Yeni birini tanımaktan, sevmekten, ne kadar unutmak istesem de onu unutmaktan korkuyordum.

Gitmişti. Tam bir yıl iki ay on bir gün önce çıkıp gitmişti hayatımdan. Kendini açtığı beyaz sayfada bana yer yoktu. Ününe ün katmış ve herkes tarafından sevilen bir futbolcu olmuştu. Geçtiğim her sokakta resmi, açtığım her televizyon kanalında haberleri, sokakta oyun oynayan küçücük çocuğun bile formasında onun adı yazılıyken onu nasıl unutabilirdim ki?

Unutamazdım.

Bu yüzden onun resminin asıldığı sokaklardan geçmedim. Onu haber alan televizyon kanallarını açmadım. Oyun oynayan çocukları görünce o sokağa girmedim.

O gitmişti. Ama ona dair her şey kalmıştı.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Eve girdiğimde annem her zamanki mutfakta yemek hazırlıyordu.

"Hoşgeldin kuzum." Yanına gidip yanağını öptüm.

"Hoşbulduk anne. Yorgunum. Odama geçiyorum ben."

"Tamam kızım." Odama gidip üstümü değiştirmeden kendimi yatağa attım. Birkaç dakika tavanı izledim. Başım ağrıyordu. Kafamın içi ne kadar doluysa kalbim de bir o kadar boştu. Evet. Koca bir boşluk vardı kalbimde. Dolduramayacağımı bildiğimden bunu denemedim bile. Yapabileceğim tek şey o boşluğa alışmaktı. Ben de öyle yaptım.

Ayağı kalktım. Üstümdeki kıyafetlerden kurtulup üstüme rahat bir şeyler giyindim. Her zamanki gibi çalışma masamın başına oturdum. Onunla vakit geçirmeye o kadar alışmıştım ki o hayatıma girmeden önce neler yaptığımı unutmuştum. Bu yüzden kendimi derslerime adamıştım. Yapabileceğim tek şey çalışmaktı.

Masamın başında oturmuş ders çalışırken annem girdi odaya.

"Yemek hazır kızım. Sofraya gel hadi." Başımı salladığımda annem gitmişti. Oflayarak ayağı kalkıp banyoya gittim. Ellerimi yıkadıktan sonra salona gittim.

"Naber kızım?" dedi babam sofraya otururken.

"İyiyim baba." Yerime oturup çorbamı içerken annemle babamın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. O günden beri benim için endişeleniyorlardı.

"Haftasonu bir kaçamak mı yapsak? Hepimize iyi gelir."

"Siz gidin. Benim keyfim yok." Annemle babam da sessizleşince yemeğimi yiyip ayağı kalktım.

"Kızım çok az yedin."

"Doydum ben anne. Size afiyet olsun. Ben biraz çalışacağım."

"Kızım çok çalışıyorsun. Biraz dinlensen?" Babam bu kadar fazla çalışmamdan endişeliydi. Ne kadar konuşsa da ben yine kendi bildiğimi okuyordum.

"İyiyim baba." Yalan. "Sorun değil." Odama dönüp çalışma masamın başına geçtim. Önümdeki kitap ve notlara bakıp iç çektim ve kitabın kapağını açtım.

Bir süre sonra kapım açıldı.

"Kızım çay demledim de şeker bitmiş. Gidip bir koşu alabilir misin?" Başımı sallayıp ayağı kalktım. Hırkamı üstüme giyinip ayakkabılarımı giydim. Bakkal kapalı olduğundan Markete kadar yürümüştüm. Küçük bir paket şeker aldıktan sonra çıktım. Eve dönüşte yolu bilerek uzatmıştım. Çünkü her zaman yaptığım gibi onunla her gece geçtiğimiz bu sokaklardan geçmek istemiştim. Her bir sokakta onlarca anımız vardı. Geçtiğim her sokakta ikimizi el ele, gülerken görüyor ve acı bir özlem duyuyordum.

Sokak lambasının altına gelince durdum. Bu lambayı seviyorduk. Bir yanıyor bir sönüyordu. Altında dururduk. Her söndüğünde beni öperdi. Ben de utanarak gülümser ve onu iterdim.

Sokak lambasının altında durup bizi hayal ettim.

Benim sırtım direğe yaslıydı. O ise kollarını belime koymuş dudaklarıma bakıyordu. Lamba söndü. O beni öptü. İster istemez gülümsedim. Lamba tekrar yandığında biz yoktuk. Gitmiştik. Derin bir nefes verip önüme döndüğümde bir adamın karşımda dikildiğini fark ettim. O kadar dalmıştım ki buraya ne zaman geldiğini fark etmemiştim bile.

Gözlerim yavaşça yukarılara çıkıp gözleriyle buluşunca yutkundum.

Biliyordum.

Bir sokakta denk getirecek kadar sevmezdi hayat beni. Ama karşımdaki ela gözler bunun tam tersini söyler gibi bakıyordu bana.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: 3 days ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

DİSİPLİN | Arda GülerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin