Hikayeyi yazmaya başladığımdan itibaren kendimi ne kadar geliştirdiğimi görmeyip hala ilk bölümlerimdeki hatalarımı dile getiren arkadaşların amacı beni üzmekten başka ne olabilir merak ediyorum. Anlıyorum, ilk bölümlerde çok hatam var ama bunları söylemeden önce bir bakın ne kadar geliştirmiş kendini on altı yaşındaki kız diye. Otuzuncu bölümde teklif aldığım halde acemi olduğumu bildiğim için İkra'nın basılmasını istemedim. Hatta size bile söylemeye gerek duymayacak kadar acemi buluyordum kendimi. Merak etmeyin ki ben hâlâ ne kadar acemi olduğumu çok iyi biliyorum. Bunu bana hatırlatıp durmanıza cidden gerek yok. Çünkü ben her okuduğumda eksiklerimi görüyorum ve onlarla barışık biriyim. Hikâye final olana kadar da düzeltmeyecek ve nereden nereye geldiğimi göreceğim.
Yorumlara tatlı tatlı cevap verirken artık yorum okuyamaz oldum. Çünkü aynı şeyleri söyleyip duran, eksiklikleri her seferinde dile getirmekten gocunmayan insanlar var.
Unutmayın ki yazmak için yazıyorum. Zorla kimseye okutmuyorum. İyi niyetimi, anlayışlı halimi gün geçtikçe yıpratan kişilere cevap vermeyeceğim. Çünkü ben kimseyi üzmek ve de kırmak istemiyorum.
Beğenmeyen, hatalara katlanamayanlar lütfen kitaptan uzak dursun. Okuyucu kaybetmek de umrumda olmaz çünkü
-tekrar söylüyorum- okunsun diye yazmıyorum. Ama insanları kırmak hiç istemediğim bir şey ve eğer bu kitapla kazandığım bir avuç dahi olsa birileri varsa onları asla kaybetmek istemem.Güzel okumalar, güzel bakan insanlar.
İKRA'DAN
Kahvaltı yapmadan evden çıktığımda sabahın serinliğinin yüzüme vurmasıyla, çenem kaskatı kesilmiş ve midem de bulanmıştı. Üzerimdeki, Sevil hanımın her hafta evime gönderdiği poşet poşet kıyafetlerden beğendiğim pardesülerden biriydi ve önünü kapamadan, ellerimi cebime koyarak evden çıkmıştım. Temmuz ayına girmiş olmakla beraber, bu sabah soğuğuna anlam veremesem de cebimdeki ellerimi karnıma kapatarak pardesünün iki tarafını birleştirmiştim. Kapının önünde duran büyük, siyah jipe bakıp burun kıvırdıktan sonra hemen önünde duran kendi arabama bakarak iç çektim. Ne olurdu sanki kendi arabamla gitseydim?
Bahçe kapısının önündeki iki korumaya "Günaydın" dedikten sonra, Belkıs Hanımın Ahmet babamdan istediği arabanın kapısını açıp şoför koltuğuna bindim. Belkıs Hanım bir şoför almam gerektiğini söylese de Kaan'ın olmadığı bir araçta şoför istemiyordum. Bir adamla yalnız yolculuk etmek beni memnun etmeyecekti. Eminim, Kaan da bunu istemezdi.
Hemen ön taraftaki kendi arabama bakarak kendimce selam verdim. Belkıs Hanımın talimatlarına uymaya özen gösterdiğim için bu ihtişamlı jipe razı gelmiştim ve arabama böyle uzaktan bakar olmuştum.
Evin alt tarafındaki caddeye çıkıp kırmızı ışıkta durduğumda, güneş gözlüğümü çıkarıp gözlerimin altlarındaki morluklara baktım, geçmemişlerdi. Zaten uyumadıkça geçmeyeceklerdi, bunu biliyordum. Fakat bir türlü gün doğmadan uyuyamıyor, gün doğduktan sonra da Kaan'ın yastığına sarılı uyuyakalıyordum.
Kaan'a o kadar alışmıştım ki uykumda bile elimle yatağın diğer tarafını yoklamaktan kendimi alamıyordum. Sabah namazına kadar öylece yastığına sarılı kalıyordum. Namazımı kıldıktan sonra bir süre daha direnen bilincim bir yarım saat sonra kendini uykuya teslim etmiş oluyordu. Uyku düzenim, beslenme düzenim kadar berbat olduğu için zayıflamış, hatta aynada sürekli bana el sallayan göz altı morlukları oluşmaya başlamıştı.
Yeşil ışıkla beraber bir haftada zor alıştığım koca jipi kaldırıp yolda ilerlemeye devam ettim. Kaan'la iki aylık yaşantımızda küs olduğumuz zamanlar dışında hep arabada sohbet ederdik. Bazen evdeki küsmeler devam ettiğinde yolda da sus pus olur, birbirimize kafa tutardık. Kaan'ın sükunetini bile özlediğimi, yüreğimin sızlamasından hissediyordum. Elimi göğsüme bastırıp kalp atışlarımı duymaktan korkuyordum. Çünkü, Kaan diye atıyor gibi geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKRA
Teen FictionOn üçüncü bölüme kadar düzenlenmiştir. Diğer bölümler yavaş yavaş düzenlenip tekrar yayınlanacaktır.