Otelin odasına girip valizimi kapının yanına, çantamı da yatağın üstüne bıraktıktan sonra İstanbul'un eşsiz manzarasına çerçeve olan pencereye koştum. Kışın küsüp terkettiğim İstanbul'a çoktan bahar gelmişti. Sahil boyunca ilerleyen ağaçlar rengarenk çiçek açmaya başlamıştı. En yakın ağaç beyaz çiçeklerle bezemişti dallarını. En güzeli de o geldi gözüme. Beyaz hep en güzel renkti. Temiz, masum, kirlenmemiş... Dokunulmamıştı. Hep en saf duygular beyazdaydı. En masum beyazdı. Günahsızdı. Gelinlik gibi, kefen gibi.
Bembeyaz aşkımız olacak bizim dediğim an gözlerimin önüne gelirken verdiğim sözü tutamadığımızı bir kere daha anladım. Kirlenen aşkımız ikimizin yüreğinde de yara olarak kalacaktı. Ne günden güne acısı dinecekti ne de yara iyileşecekti. En iyi ihtimalle alışacaktık. Birbirimizin gönlüne yara olmaya elbet bir gün alışacaktık.
Telefonun melodisini duymamla beyaz çiçekli ağaca sırtımı dönüp çantamdan telefonumu aldım ve aramayı cevapladım.
"Alo?"
Çatallı çıkan sesim telefonun öbür ucuna da gitmiş olmalıydı.
"Otele girdin mi?" derken sesi durgun geliyordu. O da benim kadar durulmuştu belki de. Ya yaşananlardan ya yaşanamayanlardan.
Varır varmaz aramamı istemişti. Maziden sıyrılabilsem arardım da.
"Şimdi girdim."
"Nasıl beğendin mi odayı?"
"Beğendim," diyerek tekrar manzaraya döndüm. "Manzarası çok güzel."
"Sevindim."
Söyleyecek bir şey bulamayınca "Sen ne zaman gidiyorsun İzmir'e?" diye sordum.
"Yarın gidiyorum."İki hafta içinde beni İstanbul'a dönmeye ikna etmişti. Hamile halimle bir başıma kalmamın doğru olmadığını ve ailemi iyice meraklandırdığımı defalarca söyleyip sonunda İstanbul'a göndermişti. Kaan'ın yerimi bulamaması için otel rezervasyonunu da kendi adı üzerine yaptırmıştı.
"Hayırlı yolculuklar."
Daha başka diyecek bir şey kalmayınca sessizlik oluştu. Kısa süreli sessizlikle yatağa oturup bekledim. Kapatıp ayıp etmek istemediğimden onun kapatmasını bekleyecektim.
"Sen dinlenmene bak. Bir şey olduğunda mutlaka ara. Saat kaç olursa olsun."
"Tamam."
"Kendinize güzel bakın." diyerek telefonu kapattığında yatağa uzandım.
Bugün yapacak çok işim vardı. Sabah erkenden yola çıktığımdan saat daha ikiydi. Biraz dinlendikten sonra yapmam gereken işleri tek tek halledecektim. Önce üzerimdeki şu durgunluğu atmalıydım. Aylar sonra karşılarına böyle çıkamazdım. Her şeyi geride bırakmak için gittiğimi söyleyebilmem için önce bunu başarmış olduğumu göstermem gerekiyordu.
Derin bir nefes alıp "Hadi İkra." diyerek yataktan kalktım ve banyonun yolunu tuttum. Ilık sularla birlikte üzerimdeki tüm durgunluk, yıpranmışlık ve yorgunluk da akıp giderken nihayet kendime gelmiştim. Öğle namazımı kıldıktan sonra biraz uyudum. Beşe kadar suyun verdiği ağırlıkla deliksiz uyudum ve alarmın saatiyle kalkıp hazırlanmaya başladım. İlk işim kızlarla görüşmek olacaktı. İkisine de yarım saat sonra buluşmak için konum attığımda telefonumu ard arda arama yağmuruna tuttular. Yüz yüze konuşmayı yeğlediğimden telefonu kapatıp attığım konuma gitmek üzere otel odasından çıktım.
Kafeye girdiğimde en kuytudaki masaya oturmuş, gözlerini de kapıya dikmiş beni beklediklerini gördüm. Yanlarına gitmemi beklemeden Şeyma hızla gelip sarıldı. Karnıma fazla baskı yapmaması için çabalarken o çoktan sarılmayı bir kenara bırakıp bağırıp çağırmaya koyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKRA
Teen FictionOn üçüncü bölüme kadar düzenlenmiştir. Diğer bölümler yavaş yavaş düzenlenip tekrar yayınlanacaktır.