Hikaye bitmedi sevgili okuyucularım. Şehir dışındayım ve ne yazık ki internete zar zor giriyorum. Şuan bir wifi buldum ve sizi daha fazla bekletmeden bölümü yayınlıyorum. Umarım beğenerek okursunuz. Bu arada hikayenin sonuna daha var :)
Aşkın varlığına bile inanmayan biri olarak birkaç hafta içinde bu hale gelmiş olmak Anna'yı gerçekten şaşırtıyordu. Daniel'e olan değerli duyguları anlamlandıramıyordu. Çünkü yıllarca sevginin kırıntısı dahi olmadan büyümüştü. O çok bahsedilen duygunun ne olduğunu hep merak etmişti. İnsanların sürekli konuşup durduğu gizemli bir kavramdı onun için aşk. Hatta deli saçması olarak gördüğü zamanlarda vardı onu. Ama şimdi, deli olduğunu düşünüyordu. Çünkü o deli saçması olarak gördüğü duygu kalbinin orta yerinde belirivermişti, yavaş yavaş bütün benliğini ele geçirmişti. Pencerenin pervazına yaslandı ve gözlerini gökyüzünde parıldayan yıldızlara dikti. Ona yıldızlar gibi uzak görünen aşk şimdi tam yakınındaydı.
Pencerenden uzaklaşıp masaya yöneldi. Eline bir kâğıt kalem alıp sandalyeye oturdu ve mumu yaktı. Tüy kalemi mürekkebe batırırken yüzündeki gülümsemeye engel olamıyordu. Kâğıda içindekileri hızla aktarırken kelimelerin süratli akışına şaşırsa da duraklamadı. Yazdı yazdı ve yazdı... Sonunda kalemi kenara bıraktığında eli siyah mürekkep içinde kalmıştı. Pencereden dışarıya baktığında ayın ışığının verdiği huzuru hissetti. Kâğıdı katlayıp bir zarfa yerleştirdi ve mumun eriyen kısmını döküp mühürledi. Sahibine vermek üzere zarfı masanın çekmecesine yerleştirdi. Zarfın üzerinde italik bir yazıyla 'Eşim ve kalbimin sonsuz sahibi Dük Daniel Alexander Bartford'a' yazıyordu.
***
Dük Bartford'un nişanlanacağı haberi bütün cemiyet gazetelerinin ilk sayfalarını süslemişti. Yakışıklı dükün evlenecek olması birçok genç kızın kalbini kırmakla beraber çoğu lordu da memnun etmişti. Bu sayede genç adamın sosyetedeki yakışıklı bekâr unvanı evli olarak anılacaktı.
Anna ve yaşlı düşes nişan gününe kadar Londra'nın sayısız terzisini, dükkânını ve hatta çeşitli ülkelerden sırf nişan için eşyalar getirten mağazaları dolaşmışlardı. Genç kız içindeki yaşam sevincinin ve enerjisinin yavaş yavaş sömürüldüğünü hissediyordu. Bir yandan düşesi kırmamak için onunla her yere gidiyor bir yandan da sıkıntıdan ölüyordu. Son gittikleri Fransız terzinin dükkânında dantellerin tarihçesini anlatan bir kitabı gözüne kestirip bütün alışveriş boyunca tek ilgisini kitaba yöneltince yaşlı kadın onun sıkıldığını anlamıştı. Sonunda alışverişe düşes ve yardımcıları beraber çıkar olmuştu. Anna da gününü kütüphanede ya da serada geçiriyordu. Akşam yemekte ise düşesin nişan hakkındaki muhabbetine katılıyordu. Bir akşam yaşlı kadın dayanamadı ve 'Sanki evlenecek olan sen değilsin de benim Annabella. Bizim zamanımızda evlenecek kızlar heyecandan uyku uyuyamaz ya da yemek yiyemezlerdi. Ah zamane gençleri...' Anna'nın tam bu sırada ikinci bir tabak yahni istemesi ise herkesin kahkahalara boğulmasına neden olmuştu. Düşes bu konuşmanın ardından bir daha nişan heyecanı hakkında söylenmeyi bırakmıştı.
Daniel ise gün içinde Anna ile vakit geçiriyordu. Onun dışında zaman zaman işle ilgilense de çalışma masasının başında sürekli etrafa ilgili gözlerle bakan ya da saçının bir tutamıyla oynayan genç kızı görünce aklında işle ilgili zerre düşünce kalmıyordu. Anna bunu fark etmiş olacak ki genç adam çalışma odasına çekilince ortadan kayboluyordu.
Yine bir gün Daniel öğle yemeğinin ardından çalışma odasına çekildi. Anna'da anında saçma bir bahane mırıldanarak kütüphanenin yolunu tutmuştu. Genç adam günlerden beri ilk defa işe bu kadar yoğunlaştığını hissediyordu. Tam yeni bir anlaşmayı okumak üzereyken çalışma odasının kapısı sabırsızca çalındı. Dük başını kâğıt yığınının arasından kaldırıp 'Girin.' Diye seslendi. Uşak Edward beti benzi atmış bir şekilde kapıdan içeriye girdiğinde hızla sandalyesinden doğrulup adamın yanına gitti. 'Edward, Tanrı aşkına bu halinde ne böyle? Ne oldu söyle hemen?' Adam daha fazla dayanamayarak koltuklardan birisine çöktü ve titrek bir sesle 'Efendim, müstakbel düşes, Leydi Sellington...' Daniel duyduğu endişeden boğulacak gibi hissediyordu. 'Ne oldu ona Edward, söyle hemen!!' sesi istemediği halde yüksek çıksa da umursamadı ve delici bakışlarını emektar uşağa çevirdi 'Efendim, leydi kütüphanenin çatısında.' Dan başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu. Hızla odadan dışarıya fırladı ve evden çıkıp derhal kütüphaneye giden taş yola saptı. Binaya yaklaştıkça yer yer yükselen çığlık seslerini duyuyordu. Onu tepede gördüğünde ise donup kaldı. Çığlık seslerinin yükselip alçalmasının nedeni Anna'nın düşmesine ramak kalıp tekrar dengesini sağlamasından kaynaklanıyordu. Daniel hizmetçi kızların önüne geçip yukarıya doğru bağırdı 'Annabella Sellington, hangi akla hizmet oradasın?!' Anna başını şaşkınlıkla aşağıya çevirince tekrar dengesini kaybetti ve zorlukla tutundu 'Daniel çok saçma göründüğünü biliyorum ama okuduğum kitaptaki yosun türü tam da burada.' Dan sinirle gözlerini devirdi 'Sakın bana oraya o bahsettiğin yosun türünü aramak için çıktığını söyleme.' 'Şey, öhöm, şöyle ki bahsedilen güneş ışığı açısı ve nem birleşince yosun türünün tam da buralarda bir yerde olması gerekiyor. Evet, ah ama bulamıyorum. Acaba yanlış mı okudum? Sör Richarson kitabında tam bu şekilde ifade etmişti.' Genç kız yukarıya beraberinde çıkardığı kitaba bakmak için hareket ettiğinde ayağı bir sefer daha kaydı ama yine şansı sayesinde düşmemeyi başardı. Daniel daha fazla onu bu halde izleyemeyeceğine karar verdi ve hızla kütüphanenin merdivenlerine yöneldi. Basamakları aceleci bir şekilde çıkarken geç kalmamış olmayı umuyordu, umarım şans hala onunla beraberdir diye mırıldandı genç adam. Çatıya çıkan kapağı itip bakışlarını etrafta gezdirdi. Rüzgârın esintisiyle dalgalanan kumral saçları gördüğünde adımlarını dikkatli bir şekilde atarak o tarafa yöneldi. Bu sırada Anna başka bir bölgeyi incelemek için hareket etmeye çalışıyordu. Daniel derin bir nefes aldı ve Tanrı'ya ona sabır vermesi için dua etti 'Anna.' Diye seslendiğinde şaşkınlıkla açılmış zümrüt yeşili gözler ona çevrildi. 'Ah Dan, burada ne işin var. Dikkatli ol yoksa düşersin.' Diye söylendi. Dük sinirden gülmemek için kendini zorladı. Kaç kez düşme tehlikesi atlatmışken hala kendisine dikkatli olmasını söyleyebiliyordu... Genç adam çatıya açılan bölmeden emin adımlarla çıkıp gen kızın yanına doğru yöneldi. Anna onun yaklaştığını fark edince hızla arkasını döndü 'Sana aşağıya inmeni söyledim değil mi? Sadece bir örnek alıp geleceğim diyorum. Ama dinleyen kim sen sadece ben engel ol zaten...' diye söylenmeye başlamışken kollarını hararetle hareket ettirip duruyordu. Bu sırada koluyla gövdesi arasına sıkıştırdığı kalınca kitap yerinden kurtuldu ve kiremitlerin üzerine düştü. Anna korkuyla arkasını döndü ve ağlamaklı bir sesle 'Ah hayır, ne olur düşme, söz bir daha seni güvenli yuvandan ayırmayacağım.' Diye mırıldanırken bir yandan da yere çömelip kitabın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Genç adam onun gittikçe çatının sonuna yaklaştığını fark edince aralarındaki mesafeyi kapatmak adına birkaç adım daha attı genç kzıa doğru. Anna kitaba elini uzatmışken kalın cilt birden ellerinden kaydı ve aşağıya doğru savruldu. Genç kız telaşla çatından aşağıya doğru eğildi 'Dikkatli olun, kitap düşüyor.' Diye çığlık çığlığa hizmetçi kızlara bağırmaya başladı. Dük onun çok kenarda olduğunu düşünerek tam bir adım daha atmışken Anna sanki daha da sarkabilirmiş gibi aşağıya eğildi ve birden çığlık sesleri yükseldi. Genç kızın ayağı kaymıştı ve çatının kenarlarına tutunabilmişti ancak. Anna çığlık çığlığa 'Daniel, ah Tanrım çok yüksek! Dan yardım et!!' diye bağırıyordu. Aşağıdan gelen ağlama sesleri olaya daha dramatik bir hava katarken genç adam korkudan titreyen ayaklarına hakim olmaya çalışarak hızla Anna'nın yanına ilerledi. Bu sırada genç kız gücünün son kırıntısını tüketmişti, elleri yavaşça çözülmek üzereyken dük kollarına yapıştı ve onu yukarıya doğru çekmeye başladı. Genç adam altta Anna üstte sağ sağlim kiremitlerin üzerine serildiklerinde Anna yavaşça doğruldu ve genç adama baktı 'Çok üzgünüm Dan, böyle olacağını tahmin edemedim.' Genç adam kızgın gözlerle ona baktı ve kollarını sıkıca kavradı 'Anna, oradan düşebilirdin. Bu kadar düşüncesiz olma lütfen. Hangi akla hizmet kaç metre yüksekliğindeki yere çıkıp yosun türü aramaya kalkıştın?' Genç kızın bakışları değişti ve birden dükün yüzüne iri bir damla düştü. Daniel şaşkınlıkla yüzüne değen damlanın nereden geldiğini çözmeye çalışırken bir yeni damla daha düştü. Anna'nın yemyeşil gözleri koyulaşmış ve yaşlarla dolmuştu. Genç kız dükün boyun girintisine yüzünü gömdü ve ağlamamak için kendini tuttuğunu belli eden bir fısıltıyla 'Ben... Ben çok korktum. Biliyorum buraya çıkmam saçma. Ama gerçekten o yosunu bulmak istemiştim.' Dan kahkaha atmamak için kendisini zor tuttu. Az kalsın ölecekti ama hala yosun demeyi başarıyordu. Genç adam kollarını sıkıca ona sardı ve kulağına doğru fısıldadı 'Bir daha yosun dersen yapacaklarımdan bahsetmek bile istemiyorum.' Genç kız yavaşça doğruldu ve yüzünü Daniel ile aynı hizaya getirdi. Ciddi bir ifadeyle 'Bir daha yosun demeyeceğim.' Diye mırıldandı. Ani bir hareketle genç adamın dudaklarına doğru eğilip onu minik bir öpücük bıraktı dudaklarına. Yanakları hızla kızarırken başını tekrar dükün boynuna girintisine gizledi. Dan şaşkınlığını üzerinden atınca 'Bu ne içindi şimdi?' diyebildi. Anna zorla duyulabilecek bir sesle 'Beni kurtardığın için.' Diye mırıldandı. Genç adam ani bir hareketle kızı kollarından tutup tekrar yüz yüze gelecekleri hale gelmelerini sağladı. 'Bence ödülüm bu kadar olmamalı. Sonuçta müstakbel bir düşesi kurtardım.' Dedikten sonra genç kızın dudaklarına masumca bir öpücük bıraktı. Anna öpücüğün etkisiyle başının döndüğünü hissediyordu. Buğulu gözlerle genç adama gülümsedi ve öpücüğüne karşılık verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN İNTİKAMI
Historical FictionYıllardır düzenlenen bir evlilik müsabakası... Bu yarışa katılan geçmişi gizemli ve ruhu intikamla dolu bir İngiliz leydisi... Evlilikten köşe bucak kaçan genç bir dük... Onların gizemli ve bir o kadar da macera dolu yolcuğuna çıkmaya var mısınız?