Sıkıca tuttuğu tahta bavulu, üzerindeki ortama katiyen uymayan elbisesi ve pelerini ile Anna geminin yolcu almasını bekliyordu. Bekleyenlerle tek ortak noktası çaresiz yüz ifadesiydi. Çoğunluğu asker, bazıları se sivil olan kalabalıktan uğultulu sesler yükseliyordu. Herkes belli amaçlarla bu yola çıkmıştı. Askerler asabi ve keskin bakışlarıyla kendilerince adaleti dağıtıyordu. Siviller ise yeni iler ya da para umuduysa bu yolculuğa çıkıyordu. O mu? O mu neden buradaydı? Düşününce bunun çok uzun bir hikaye olduğunu düşündü. Hatırlamak bile istemiyordu. Şimdi çaresizce, kalbinin en derinlerinde hissettiği sızının sahibini hatırlamak istemiyordu. Kendi kandırıyorsun! İçindeki Anna ona haykırıyordu adeta. Onu unutmamıştı ki... Belki yaşananlar onu gerçekten yormuştu. Hayallerin, biriktirilen umutların ve yeniden verilen şansların elinden bir bir uçup gitmesini izlemişti son bir haftada.
Bir Hafta Önce...
Anna çaresizce odada dolanıyordu. Peşinden bile gelmeye yeltenmemişti. Onun kalbini böylesine kırdıktan sonra yanına gelmemişti bile... Aynanın karşısında durduğunda üzerindeki geceliğe kaydı gözleri, sonra darmadağınız saçlarına ve şişmiş gözlerine... Bu kadar yeterdi. Canının yanacağını biliyordu çünkü sevmişti. Ama bu kadardı. O şans vermişti. Hem ona hem kendisine hem de bu ilişkiye çoktan bir şans tanımıştı. Ve acı bir şekilde evlenmeden önce bu şansın boşa harcanmış olduğunu görüyordu. Hayat ne yazık ki sadece gülümsemelerden ibaret değildi, gözyaşları sıkça araya giriyordu. Derin bir nefes aldı. Kalbinin bu hareketle daha da sıkıştığını fark etse de önemsemedi. Kendinden emin adımlarla dolaba yöneldi. Eski tahta bavulu dikkatlice yatağın üzerine yerleştirdi. Rahat ve hafif görünen giysilerini, önemli kitaplarını, takmayı sevmese de maddi anlamda işine yarayacak olan takıları bavulun içerisine yerleştirdi. Her hareketinde gözünden yaşlar boşalıyordu. Ama durmadı. Görüşü bulanıklaşsa da hızla hareket etti. Üzerini değiştirmek için diğer dolaba yöneldiğinde karşısına gelinliği çıktı. Askıda giyilmek için bekliyordu. Yavaşça askıyı eline aldı ve onu izledi. Bunu giyip yeni bir hayata başlamayı umut etmişti... Gelinliği yatağın üzerine nazikçe bıraktı ve hızla üzerine elbisesini ve pelerinini geçirdi. Yazı masasına oturduğunda içinden gerçekten gelmeyen ama söylemesi gereken sözleri döktü kağıda.
Her şey bitti.
Sanırım zaten hiç başlamamış olan bu durum sonlandı.
Bunun farkına ikimiz de geç vardık.
Peşimden gelmeni istemiyorum.
Hayatımızın geri kalanında umarım karşılaşmayız...
-Annabella Sellington
Notu ikiye katladı ve üzerine Saygıdeğer Dük'e... yazdıktan sonra gelinliğin üzerine bıraktı. Bavulun tahta ve pürüzlü yerini kavrayıp kaldırırken daha fazla oyalanmaması gerektiğini biliyordu. Kimseye haber vermeden buradan gitmeliydi. Biraz daha kalırsa hem duygularına yenilip hatayla sonuçlanacak yeni şanslar verebilirdi hem de birine yakalanma ihtimali çok yüksekti. Bir an önce evden çıkması gerekiyordu. Herkes uyurken gitmek en mantıklısıydı. Odasının kapısını açtı ve etrafa baktı. Kimse yoktu. Devasa yer resmen bir uykuya dalmıştı. Emin adımlarla alt kata indi ve kapıyı aralayıp dışarıya çıktı. Kütüphanenin dışarıya açılan geçidini hatırladı birden. Bekçilere yakalanmadan rahatça oradan çıkabilirdi. O geçidi sadece Daniel biliyordu ne de olsa... Hızla kütüphaneye girdi ve geçide giden rafları buldu. Doğru rafı ittiğinde kitaplarla dolu raflar geriye doğru gitti ve geçit açıldı. Hiç düşünmeden kendini loş geçidin içerisine attı ve arkasından rafı geri itip geçidin girişini kapattı. El yordamıyla nemli duvarlardan destek alarak ilerledi. Uzunca bir süre yürüdükten sonra az kalsın çıkışı kapatan tahta kapıya kafasını tosluyordu. Kapı uzun zamandır kullanılmadığı için sıkışmış olsa da kendini zorlayarak denedi ve tahta kapı gıcırdayarak ateşböceklerinin sesleriyle dolu olan ormana açıldı. Dışarı çıkınca bavulunu kenara koydu ve kapıyı tekrar sıkıca kapattı. Elinin tersiyle alnında biriken ter damlalarını sildi. Kapıyı gizleyen sarmaşıkları kapının üzerine yerleştirdi ve bavulu alıp gecenin karanlığında, ay ışığının ona yol göstermesini dileyerek ormanının derinliklerine daldı.
***
Çayını yudumlarken Londra'nın ara sokaklarını izliyordu. Dün geceki kaçışından sonra kendisini ara sokaklardan birinde bulunan pansiyona atmıştı. Çatı katındaki odanın anahtarı eline verildiğinde hızla ağırlığıyla çökecekmiş gibi görünen merdivenleri çıkmış ve odasına ulaşmıştı. Pelerinini terden sırılsıklam olmuş vücudundan çıkarırken bir şeyler düşünmesi gerektiğini biliyordu. Daha fazla burada kalamazdı. İngiltere artık ona göre bir yer olmaktan çok uzaktı. Buradan gitmeliydi. Hatta Avrupa'dan bile uzaklaşabilirdi. Ara sokaktaki tenha yolu izlerken çayının son yudumunu da aldı. Sabah pansiyonun sahibinin getirdiği gazeteye göz atmak için eski püskü görünen ve büyük ihtimalle üzerindeki lekeleri saklamak için büyük bir şalla üzeri örtülmüş olan tekli koltuğa oturdu. Kendisine bir fincan daha çay doldurduktan sonra gazeteyi eline aldı ve ilk haberle boğulacakmış gibi olduğunu hissetti. Gazetenin ilk sayfası onun beceriksiz bir çizimiyle kaplıydı. Kocaman bir KAYIP yazısı başlığı oluşturuyordu. Ayrıntıları okumak için alt satırlara gözünü çevirdi.
Saygıdeğer Dük Alexander Daniel Bardford'un müstakbel eşi Leydi Annabella Sellington dün gece saatlerinde esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolmuştur. Kendisinden haber alanların derhal düke haber vermesi gerekmektedir. Ondan doğru bir haber getirene iyi bir miktar ödül verilecektir.
Gazeteyi dizlerinin üzerine bırakırken elleri titriyordu. Daniel kaybolduğuna inanıyor olamazdı çünkü ona bir not bırakmıştı. Ama anlaşılan bütün Londra ve İngiltere'yi seferber ederek kendisine ulaşmaya niyetliydi. Anna'da buna karşı önlemini almakla akıllılık etmişti. Ne Bayan Lefields'a ne de başka birine haber vermemişti. Pansiyona kaydını yaptırırken adını Mary Pisckshard olarak yaptırmıştı ve bıkkın görünen pansiyon sahibi onun yüzüne bile bakmamıştı. Şuan güvendeydi ama bir an önce ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu. Derin bir nefes aldı v dikkatini dağıtmak için gazeteyi okumaya devam etti. Orta sayfalarda, kıyıda köşede kalmış bir haber dikkatini çekti.
İLAN
Hindistan'da yeni kurulmuş olan okulumuza öğretmen aramaktayız. İngiliz bilgeliğinin ve gelişmişliğinin dünyanın geri kalanına yayılması için elimizden geleni yapmakta olan biz Evans ailesi sizleri davet ediyoruz. Kalacak yer ve maaş bizim tarafımızdan karşılanacak.
ADRES:.......
İlandaki adrese dikkatle baktı ve tekrar düşündü. Bu kader olmalıydı. Tamam bu olayın İngiltere'nin gelişmişliğini oralara götürmekle ilgisi olmadığından adı gibi emindi. Sömürge halindeki bir topluluğu ele geçirmekle ilgili bir durumdu. Buna üzülüyordu. Onları sömürge altına almak ve İngiliz kültürünü öğretmek onları geliştirmek değildi. Ama gitmekten başka bir şansı olmadığını da biliyordu. Kendisini aynı pansiyonda kullandığı takma isimle tanıtabilirdi. Gerekirse onlara yalvarırdı. Hızla ayağa kalktı ve pelerinini sırtına geçirdi. Görüşmeye hemen gitmeliydi.
***
Bay ve Bayan Evansla yaptığı konuşma yolunda gitmişti. Bildiği yabancı dilleri ve aldığı eğitimleri duyunca ismi hakkında soru bile sormamışlardı. Gemiye binmesi kolay olacaktı. Kimliğini kaybettiği hakkındaki yalana inanmışlardı. Anna da onların yanından ayrılır ayrılmaz kendisini ara sokaklardan birinde pek de tekin görünmeyen bir adamdan sahte kimlik alırken bulmuştu. Geriye kalan parasının hepsini harcamasına neden olan bu yeni kimlikle o artık Bayan Mary Pickshard'dı.
Tam altı gün sonra soğuk havanın altında geminin yolcu alışını bekliyordu. Uzun bir süre boyunca bu gemi onun evi olacaktı. Askerlerin varlığı az da olsa huzur veriyordu ona. En azından başına yol boyunca bir şey gelmezdi. Esen soğuk hava dalgasıyla beraber pelerinine daha da sarıldı. Daniel'in onu burada bulması imkansızdı. Kesin bambaşka yerlerde onu arıyor olmalıydı. Tam bir hafta boyunca her gün gazetelerin ilk sayfasına kayıp ilanı vermekten vazgeçmemişti. Anlaşılan hala bir umut olabileceğini düşünüyordu. Ama yoktu... Bazen küçük sözler, kırmaz denen laflar en derin yaralara yol açıyordu. Bu nedenle şimdi buradaydı. Belki de diye düşündü... Belki de Hindistan onu kaderiydi. Ne de olsa burada daha önce bulunmuştu. Tekrar oraya dönmesi gerekiyordu anlaşılan. Çaresizce havaya baktı. Bir an önce içeriye girseler iyi olurdu. Yoksa yağmurun yağacağından ve altında sırılsıklam olacağından emindi. Görevlinin insanı yerinden sıçratan bağırışıyla derin düşüncelerinden sıyrıldı.
'Kimse kalmasın, bir saat içinde yola çıkıyoruz!'
Bavulu kaldırdı ve geminin girişindeki kuyrukta yerini aldı. Yeni bir sayfa açılıyordu. Bu sefer her şeyin yolunda gitmesini diledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN İNTİKAMI
Historical FictionYıllardır düzenlenen bir evlilik müsabakası... Bu yarışa katılan geçmişi gizemli ve ruhu intikamla dolu bir İngiliz leydisi... Evlilikten köşe bucak kaçan genç bir dük... Onların gizemli ve bir o kadar da macera dolu yolcuğuna çıkmaya var mısınız?