Anna kamarasında bulunan masaya boş gözlerle baktı. İki haftadır bu gemideydi. Ve bu gemi iki haftadır ona yabancıydı. Asla uyum sağlayamamıştı. Korku dolu rüyalarla uyanıyordu sürekli uykularından. Masaya doğru bir iki adım attı ve eski püskü bir not defteri gördü. İçini açıp baktığında uzun zaman önceye ait muhasebe kayıtlarına rastladı. Anlaşılan eski bir yolcu bunu burada unutmuştu. Defterin son sayfaları boştu. Aklına gelen ani fikirle masaya oturdu. Kaliteli görünmeyen mürekkebe kalemini batırdı ve derin bir nefes aldı. Belki duygularını yazarsa, belki içine dolan sıkıntıları şu sayfalara dökerse rahatlardı. Biliyordu kimseye anlatmak gibi olmazdı ama en azından sözlerle bunu ifade edebilirdi. Bir süre kalemi defterin sayfasının üzerinde tuttu. Mürekkebin kağıdın üzerinde önce minik bir nokta oluşturmasını ardından da giderek yayılmasını izledi. Zamanıydı... Sözler sanki elinin bir kalem tutmasına açmış gibi kağıdın üzerine yayıldı.
Yine uyuyamıyorum. Yatağa yatıyorum ve mideme ağrı giriyor. Düşüncesi midemi bulandırıyor ama kusamıyorum. Tekrar başarısızlıkla yüzleşme fikriyle yanıyorum. Mecazi olarak değil, gerçekten, yanıyorum. Ateş midemde başlıyor. Büyüyor, büyüyor, önce göğsüme geliyor. Nefesim derinleştikçe büyüyor. Arada nefesim kesiliyor bu sefer patlayacakmış gibi oluyorum. Her kesilişinde daha derin nefes alıyorum, daha çok büyüyor. Artık boynumda. Bir çift el gibi boğazlıyor beni. Gırtlağımda hissediyorum varlığını. Sıcaklık yükseldikçe avuçlarım terliyor. Nefes almak çok daha zor artık... Yükseliyor, yükseldikçe gözüme yaşlar doluyor ama akamıyor. Ağlayamıyorum, belki ağlasam içimdeki ısıyı dışarıya atacağım, ama olmuyor. Bu sefer omuzlarımdan kollarıma inmeye başlıyor, dirseklerime ve bileklerime. Yorgana sarılıyorum sıkı sıkı. Tırnaklarım geçiyor içine, artık ateş elimde, parmaklarımda ve parmak uçlarımda. Gözlerimi yumuyorum sıkıca. Çünkü bitecek biliyorum. Bitecek, güneş doğacak, yarın olacak, yüzleşeceğim. Yarın olacak... Kalktığımda tek hatırladığım parmak uçlarımdaki o sızı.
Gözünde biriken yaşlar yine yeniden geriye doğru çekildi. Derin bir nefes almak istedi ama aynı belirttiği gibi ciğerleri yanıyordu. Sanki kalbinin tam ortasına ağır bir yük oturmuştu. Canı yanıyordu. Sanki ağlarsa geçecek gibi geliyordu... Ama o da içten içe biliyordu ki ağlasa da geçmeyecekti. İsyan etse de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu kağıda yazdıkları gibiydi her günü şu lanet gemide. Uyuyamıyordu... Sabaha kadar bu küçücük kamarada duvarları izliyordu. Canı yanıyordu ve bunu azaltmak için elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sanki nefes alan ama yaşamayan biriydi. Bedeni buradaydı. Bir hiçliğin ortasında Hindistan'a ilerliyordu. Ama ruhunu bir yerlerde unutmuştu. Çok geride kalmıştı... Ruhu itiraf etmek istemese de mutlu anıları yaşamak istiyordu. Yüzünden gülümsemenin eksik olmadığı o anlara geri dönmek istiyordu. Bu nedenle sürekli rüyalarına Daniel'i getiriyordu. Görmek istediği kişiyi rüyalarında görüyordu. Ruhu resmen Anna'dan köşe bucak kaçıyordu. Eliyle elbisenin yakasını çekti ve başını arkaya attı. Kalbi sıkışıyordu. Bir ümit geriye dönmek istiyordu... Ama bunu yaparsa gururunun yerle bir olacağını da biliyordu. Neden böyle olmak zorundaydı? Neden hayatta en zor şeyleri o yaşamak zorundaydı? Neden sevdiği adama çabucak kavuşamamış ve hayatına devam edememişti? Hayat resmen ona sürekli oyunlar oynuyordu.
Aklına küçükken Hindistan'da yolunu kesen bir adam geldi. Başında sarıkla etrafı geziyordu. Anna onu görür görmez büyülenmişti. Esmer bir teni vardı ve insana egzotik yerleri çağrıştırıyordu. Adam önce ona anlamadığı bir şeyler söylemiş ardından da gülümsemişti. Anna'nın onu anlamadığını fark etmiş olacak ki yarım yamalak bir İngilizce ile 'Ailen nerede minik hanım?' diye sormuştu. Anna sesindeki tınıyı çok sevmişti. Çok sonraları bunun Arap aksanı olduğunu öğrenmişti. Minik kız 'Ailem yok.' Dediğinde ise ona bembeyaz dişlerini göstererek gülümsemişti bu sefer. Anna bu durumda mutlu olacak bir yer göremiyordu. Bu nedenle sinirlenmişti. Adam onun siyah saçlarını şefkatle okşamış ardından asla unutamayacağı sözleri dile getirmişti 'Allah sevdiği kulunu sınarmış minik hanım. Sen de Allah'ın sevdiği kulusun ki seni bu küçük yaşında büyük zorluklarla sınıyor. Ama üzülme bunun anlamı sonrasında çok güzel bir hayatın olacağıdır.' Ardından çekip gitmişti. Bu sözler tekrar tekrar zihninde yankılanırken gözlerini kapattı.
'Sadece sınanıyorum.' diye mırıldandı derin bir uykuya dalmak üzereyken. 'Sadece ileride güzel günler göreceğim için... Beklemem gerek...'
Daniel'den...
Dan'in yaptığı araştırmalara göre Evans'ların Anna'yı bindirdiği gemi iki hafta önce yola çıkmıştı. Ne yapacağını kara kara düşünüyordu. İki hafta öndelerdi. Oraya gitse bile Anna'nın başına kötü bir şey gelme ihtimali çok yüksekti. Bunu nasıl engelleyecekti? Öyle bir şey başına gelirse, o zarar görürse yaşayamayacağını biliyordu? Zaten onsuz zehir gibi geçen günlerden sonra... Bir de buna katlanamazdı... Kara kara düşünürken odasının kapısı çalınmadan sertçe açıldı. Gelen Edward'dı. Şaşırtıcı bir şekilde normalde yapmadığı davranışlar sergiliyordu. Üzerinden paltosunu dahi çıkarmamıştı. İzin dahi istemeden konuşmaya başladı.
'Lordum... Limanda adamları soruşturuyordum. Sonra gemini resmiyette görünmeyen güzergahına ulaştım. Hindistan'a ulaşmadan önce on günü adı tam olarak belirtilmeyen bir yerde geçireceklermiş. Sonrasında bunun yasadışı porselen kaçakçılığı için olduğunu öğrendim. Doğrusu önemli olan bu değil. Eğer hemen şimdi benim sizin için ayarladığım gemiye binerseniz onlara yetişebilirsiniz. Kaptana bir servet ödememiz lazım. Çünkü doğruca sizi Hindistan'a götürecek.' Daniel bu sözler üzerine hızla ayağa kalktı ve Edward'ı takip etti. Onaylamaya gerek dahi duymamıştı. Onun peşinden gidecekti. Anna'yı bulup eve getirecekti. Ne olursa olsun onlar birbirlerine aitlerdi. Belki zorluklar çekmişlerdi ama onlar beraber olmadan yaşayamazlardı.
5 ay sonra...
Anna ve Adrew telaşla geminin ön güvertesine doğru koştular. Yolculuğun sonlarına doğru karaya olan özlemleri artmıştı. On gün kadar süreyle bir limanda mola vermişlerdi. Ama güvenlik sebeplerinden ötürü karaya ayak dahi basamamışlardı. Hatta kadınların gündüz saatlerinde geminin güvertelerinde dolaşması kaptan tarafından duyurulan bir yazıyla yasaklanmıştı. Anna burada pek de temiz işler yapılmadığı elbette anlamıştı. Gemiden büyük sandıklarla yükler karaya aktarılıyordu. Büyük ihtimalle kaçakçılık malları diye düşünmüştü genç kız. Sonunda Hindistan'a ulaştıklarında ise ayağını sallanmayan bir zemine basacak olmanın heyecanını yaşıyordu. Andrew ile gittikçe yakın olmuşlardı. Sahte nişan numarası işe yaramıştı. Yolculuk boyunca kimse tarafından rahatsız edilmemişti. Yüzbaşı ise onu adeta ağabeyi gibi gözetiyordu. Hatta geri dönüp Daniel'i bulması için ona tavsiyelerde bulunuyordu. Bütün günlerini beraber geçirmişlerdi. Anna hayatında hiçbir zaman onun gibi bir arkadaşa sahip olmadığı için ondan ayrılacak olmasına üzülüyordu. Andrew'a kalacağı yerin adresini vermişti. Böylece izin günlerinde gezebilirlerdi. Gemi saatler gibi gelen bir sürenin ardından kıyıya yanaştığında ikisi de bavullarını kaparak gemiden indiler. Anna sekiyor, dans ediyordu. Bu yolculuk sanki hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gelmişti. Uzun bir süre su bile görmek istemediğine kanaat getirdi.
'Hadi seni kalacağın yere bırakmadan önce bir şeyler yiyelim. Midem gemi yiyeceklerinden daha lezzetli şeyler için isyanda.' Dedi Andrew ve ikisi de kahkahalara boğuldular. Anna onu onaylayarak koluna girdi. Tam ilerlemek için adım attığında kolu sertçe kavrandı ve bedeni istemsizce arkaya döndü. Tutuşun etkisiyle Adrew'un kolundan sıyrılmıştı. Karşısında saçı sakalına karışmış bir adam vardı. Üzerindeki giysilerden soylu olduğu anlaşılıyordu. Adam başındaki şapkayı yavaşça çıkardığında o gözlerle karşılaştı. Eski bavul ellerinin arasından kurtuldu ve yere düştü. Sanki zaman donmuştu. İnsanlar ilerliyor, gemilere biniyor, kimisi iniyor, koşuşturuyordu... Sesler uğultuya dönüşmüştü... Sadece ikisi vardı...O gri gözler kendi yeşil gözlerine kilitlenmişti adeta... Onu nasıl tanımazdı... Gözlerindeki parıltıdan uzun zamandır bu zamanı beklediği kolayca anlaşılıyordu. Daniel bir adım atarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Sonra kolunda sertçe çekip bedenini bedenine yasladı. Anna nefes alamıyordu. Sanki eksik bir şey tamamlanmıştı. Sanki hayat yeniden devam ediyordu. Bu anı mı beklemişti aylar boyunca? Bu zamanı mı düşlemişti yoksa?
Dan başını ona doğru eğdi. 'Uzun zaman oldu sevgilim...' dedi ve dudaklarını dudaklarına götürdü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN İNTİKAMI
Ficção HistóricaYıllardır düzenlenen bir evlilik müsabakası... Bu yarışa katılan geçmişi gizemli ve ruhu intikamla dolu bir İngiliz leydisi... Evlilikten köşe bucak kaçan genç bir dük... Onların gizemli ve bir o kadar da macera dolu yolcuğuna çıkmaya var mısınız?