BÖLÜM 35 (Flashback)

2.1K 140 8
                                    


Medya: Ilgın

"Alo, alo anne! Burası çok fena ya! Fena ortalık karıştı herkes birbirine girdi, polisler, ambulanslar, lütfen biri gelip alsın beni buradan. Çok korkuyorum!"

"Kızım uzaklaş oradan, güvenli görebildiğin bir yer varsa oraya sığın, uzaklaş kızım!"

"Anne nereye saklanacağım ya? Ayy!"

"Kızım iyi misin?! Kızım eve gelme sakın, buralar çok karışık! Kaç kurtar kendini!"

"Anne ne diyorsun sen, siz iyi misiniz? Babam nerede? Aloooooo!!"

Ses gelmemişti:

"Seni seviyorum anne!"


Telefon bağlantısı aniden kesilmişti, Ilgın, telefonu cebine koydu.

İstanbul'da, Taksim Meydanında ortalık birbirine girmiş, herkes kaçışıyor, polisler, ambulanslar vızır vızır dolaşıyor, gürültülü siren sesleri ve insan çığlıkları birbirine karışıyor, insanın içini kararttıkça karartıyor, ürküttükçe ürkütüyordu.

Ilgın, 22 yaşında bir genç kızdı, üniversite öğrencisiydi. Genellikle olduğu gibi yine o günden bir gün önceki akşam ailesiyle kavga etmiş, evi terk etmiş, en yakın arkadaşı Defnenin evinde kalmıştı. O gün içlerinden şöyle bir dolaşmak, İstanbul'un tozunu atmak gelmişti. Ilgın sevgilisinden ayrılmıştı, kafası bozuktu, alışveriş yapmalıydı, gezmeliydi. Defne buna ön ayak olmuştu. Fakat bu lanet olayın, Türkiye'de de patlak vereceğine ihtimal vermemiş, daha doğrusu bu hastalık haberlere inanmamış, böyle bir kaosun ortasında kendilerini bulacaklarını akıllarının ucundan dahi geçirmemişlerdi. Ve, domuz gribi gibi jeller, aşılar v.s.. gibi ticarete döküleceğini düşünmüştü Ilgın, ne düşündüğünün o an için bir önemi yoktu. Çok korkmuştu, arkadaşının elini sıkı sıkı tutuyordu.

O esnada kalabalık daha büyük çığlıklar atarak kaçmaya başlıyordu. Bazı saldırganlar insanlara saldırıyordu, yerlerdeki insan cesetleri, atılan kurşunlar, tomalardan zombilere sıkılan su ve biber gazı... Gelen haberciler, siren sesleri, bağırıp can korkusuyla kaçışan insanlar... Gerçekten orada durulamazdı...

Taksim kan gölüne dönmüş, atılan kurşunlar adres sormuyor, kaçan insanlara isabet ediyordu.

Ilgın ve Defne, kalabalığın onlara çarpa çarpa geçmesinden dolayı oldukları yerde ha bire insan seline kapılıyor, sürükleniyorlardı. Ilgın, Defnenin elinden tutarak insanların arasından sıyrılarak sağ taraftan insanların arasından koşmaya başladı. O sırada zar zor yayın yapan bir muhabir ve kameraman, bir zombinin saldırısına uğruyordu, boynundan ısırılan muhabir kanlar içinde yere yığılmış, düşünce saldırgan hastalıklılar üstüne kapaklanmış, vücudundan parçalar kopara kopara yiyorlardı. Bunu gören kameraman ise kamerayı fırlatıp çoktan can havliyle kaçmıştı.

Ilgın ve Defne, gördükleri manzara karşısında şoke olmuşlardı, bir insanı mı yemişti o az önce?

Ilgın, Defneye dönerek:

- Burada durulmaz anam gidelim buradan, haydi koş!

- Tamam tamam, çabuk olalım haydi!

Ilgın, Defneyle birlikte tam koşacakken, Defnenin koşmadığını ve onu kendisine çektiğini hissedince arkasına döndü, dönmez olaydı, Defne çığlıklar atıyordu, bir zombi onu boynundan yakalamış, büyük bir parça koparıyordu. Boynundan büyük bir parça kopan Defnenin damarlarından oluk oluk kanlar akıyordu. Defne, can çekişiyordu, zombi ağzındaki lokmayı yutarken Ilgın, zombinin kafasına omzundaki çantasını indirmişti, çok geçti, erken davransa da, ha bire kaçışan kalabalıkta ona ulaşamıyordu. Defne, Ilgının elini bırakmış, yere düşmüştü:

- Defne hayııır! Hayııırr!"

Defne için hiç bir şey yapılamazdı artık, zombi üzerine atılıp, vücudunun geri kalanından da etler koparana kadar onu bırakmaya niyeti olmadığını gösterircesine, hızlı hızlı vücudundan parçalar koparıyordu.

Ilgın'ın büyük korku yaşamıştı, ağlayacaktı fakat ağlamaya bile fırsat yoktu. O sırada kalabalık onu sürüklemiş, Defne ile arasına bayağı bir mesafe girmişti.

Ilgın, biraz durduktan sonra koşmaya başladı. İstiklal Caddesine doğru ilerliyordu fakat oraya doğru gitmek zaman kaybı olacaktı, çünkü hınca hınç insan seli akıyordu oradan. Umursamadı, koştu ve aralarından geçe geçe, insanları ite ite koşmaya başladı...

Çok koşmuştu, soluğu kesilecek raddeye gelmiş olduğunu, daha fazla koşarsa, yığılıp kalmasının muhtemel olduğunu anlayınca durup, sokak lambasına tutunmuştu. Nereye gittiğini sormamıştı kendisine, o gördüğü vahşet dolu manzaralardan sonra, aklı başından uçup gitmişti. Ara sokaklardan birindeydi. Silah sesleri ne de kargaşa son bulmuştu fakat ara sokaklarda, Taksim Meydanındaki kargaşa kadar bir kaos yoktu.

O sırada yanındaki apartmandan insanların çıktığını gördü, acayip korkmuştu, ya o canavarlardan biri ona da saldırırsa? Ya onlar da hastalıklıysa? Önündeki nakliyat kamyonetinin arka kasasına kendini çıkartmaya zorlamıştı o anki hisleri.

Apartman kapısından çıkan bir adam ve bir kadın, koşarak kaldırımın kenarına park edilmiş kamyonete doğru ilerliyordu. Eyvah! Bu aracın sahipleriydi onlar. Şimdi aracı çalıştıracaktı, kim bilir nereye götüreceklerdi? İnmeli miydi? Yoksa kalmalı mıydı? Bu ikilem içerisinde buluvermişti kendisini, bir karar vermek zorundaydı, birazdan çok geç olabilirdi. İnmemeliydi, annesi telefonda ona gelmemesi gerektiğini söylemişti, demek ki oturdukları yerde de durumlar vahimdi. Onlar için ne yapabilirdi? Bir yanı gitmek istiyordu. Yollarda onca tehlike atlatmıştı, belki de ailesi... Düşünmek bile istemiyordu. Ilgının babası üveydi, annesi yıllarca bekar yaşamıştı, pek aile sevgisi görmemişti. Fakat bu onları umursamadığı anlamına gelemezdi ama çok bağlı değildi.

İnmeliydi. Tam doğrulurken, düşüp oturması da bir olmuştu. Çünkü kafasını, hızlıca kalkmasıyla öyle bir üst demir kapağa vurmuştu ki, oracıkta yığılıp kalmıştı.

Adam ve kadın ise, çoktan binmiş, adam şoför koltuğuna, kadın ise yanındaki koltuğa oturmuş, arabayı çalıştırıp, son sürat sürmeye başlamıştı.

YAŞAYAN SON ÖLÜLER "Zombi"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin