MEDYA: ILGIN
Ilgın, gözlerini açtığında meyveli kek paketlerinin üzerinde olduğunu görmüştü, eliyle altındaki kekleri, oturabileceği kadar yer açılıncaya kadar kenara itti ve oturdu. İçerisi karanlıktı, sadece kapının kenarından sızan ışık biraz aydınlatıyordu. Bu bir toptancı kamyonetiydi. İçeride kutu kutu paketlenmiş meyveli soğuk çaylar üst üste dizelenmişti. Kendine gelmeyi bekledi, Ne işi vardı burada? Ah, doğru ya! Dışarısı kızılca kıyametti kalkmadan önce. Kendisini bu mal kamyonetinin arkasına atmıştı. Peki neden inememişti? Tabii, kafasında duyduğu acı bunu ona hatırlatmaya yetmişti. Kafasını çok kötü vurmuştu. Hala acıyordu.
Elleriyle bozulan siyah saçlarını düzelttikten sonra ayağa kalktı ve kapağı açmak için yöneldi. Düşmemişti ve sarsılmamıştı, yalnızca başının acısından dolayı biraz ayakta durmakta zorlanıyordu. Dışarıda ne ile karşılaşacağını bilmiyordu, ağır adımlarla, keklere basmamaya gayret ederek kamyonetin kapısını açtı. Dışarıda hava güneşlikti, demek ki çok kalmamıştı burada, hala aynı gündeydi. Bu soruları sormuştu kendisine çünkü gerçekten gördüğü görüntüler ve tanık olduğu kaos onu perişan etmiş, kendini toparlamakta ve olayları irdelemede güçlük yaşamasına sebep olmuştu.
Ayağını dışarıya atıp, kamyonetten aşağıya atlayınca, uzunca uzana bir yoldan çıkmış, kenardaki tarlaya girmiş olduğunu gördü. Etraf düzlüktü, arka tarafına bakınca tarlaları, uzakta, denizin maviliğini görebiliyordu. Ne düşünseydi? Ne yapsaydı da bu durumdan kurtulsaydı? Bilemiyordu o an için.
Kamyonet yoldan çıkmış, buğday tarlasına dalmıştı, peki ya arabayı kullananlar?
Ilgın, arabanın kapağını açtı ve o anda bir çığlık patlattı, hızla elini ağzına götürdü ve:
"Aman Allah'ım"
çığlığı uzaklarda derin akisler halinde yayılmıştı. Bağırmasının sebebi, içerideki kadın ve adamın cesetleriydi. Adam ve kadın, intihar etmişlerdi. Tabancaları ayaklarının altındaydı. Camlar ve koltuklar kan içerisindeydi ve kokmuştu.
Ilgın kendisini yere atarak biraz kusmuş, gördüğü manzara karşısında şoke olmuştu.
Yerinden kalktı, neredeydi? Bir fikir sahibi olmalıydı, çünkü karşısındaki deniz ona İstanbul civarlarında olduğunu, en azından Marmara bölgesinde olduğu kanısına vardırmıştı. Daha hava günlük güneşlikti, güneş tepedeydi, Ne kadar gitmiş olabilirlerdi ki.
Elini cebine attı, telefonunu çıkardı, hızlıca parmaklarını serileştirerek annesinin numarasını rehberden bulup aradıysa da nafileydi. Şebekeler çökmüştü. "Kahretsin!" diye suratını buruşturarak eliyle ceplerine vurdu.
Ana yola çıktı. Etrafa bakındı, karşısı upuzun düzlüktü, ayçiçeği tarlaları görülebiliyordu.
***
Gökalp, tabancasının şarjörünü ve emniyet tuşunu kontrol ettikten sonra, silahı iki eliyle sıkı sıkı kavrayıp, kollarını inik bir şekilde, ilk sıradaki eve yöneldi. Buraya girerken çok temkinli davranmıştı. Burada sıra sıra dizilmiş yazlık evleri bulunuyordu. Sahile yakındı. Etrafı korumalıydı ve sakin görünüyordu. Yalnızca kapısından girdiğinde güvenlik kulübesinin içine hapsolmuş zombiyi haklamıştı. Onun dışında bir hareket eden bir şeyle karşılaşmamıştı. Güneş, tepeye dikilmek üzereydi. Gökyüzünde karga sesleri ve ara ara yaprak hışırtıları işitiliyordu.
Gökalp, dinlenme tesislerinde, olduğu yerde duramamış, hele onların halini görünce hepten oradan uzaklaşmak istemişti. Bu sefer tek gitmek istemişti, yanında yamacında hiç birisini istemiyordu. Onlar da, onun sert söylemi karşısında ısrarcı olmayıp, peşine takılmamışlardı.
Gökalp'in canı sıkkındı, hem de çok. Bir yaşama sevinci vardı, o da son bulup gitmişti. Şimdi yalnız hissediyordu kendisini, umutsuz ve öylesine yaşıyor gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAYAN SON ÖLÜLER "Zombi"
AdventureRutin işlerinizle meşgulsünüz, hayat dışarıda her zaman ki gibi akıp gidiyor. Mezun oldunuz, bir iş bulmak, bir aile kurmak hedefiniz. Bir gün hayatlar alt üst olup, her şey tersine dönse, ölülerin her gün dirileri de kendine kattığı bir dünyada bul...