BÖLÜM 75

697 46 21
                                    

   Her şey daha başka olabilirdi; hiçbir şey değişmediğinde.

Ve o zaman belki; şu şiddetli esen rüzgara karışmış olan; dökülmüş yaprak tortusu ve sonbahar kokusu olurdu yalnızca. İnsanlığa ziyan; kan ve çürümüş ceset kokusu değil (!)

***

   Soğuktu hava, iliklere işleyen, dondurucu bir soğuk... Ve gökyüzü, o da bu gece üzeri örtülmemiş bir mezarı andırmıyor muydu sahiden (?)

Ne de çabuk inmişti güneş aşağıya. Sahi? O bugün hiç doğmuş muydu? Ya da güneş sönmüşte karanlıkta nefes almaya mı alışmıştı dünya? Güneş yerini yıldızlara bırakmıştı belki de binlerce yıl önce. 

   Şimdi onlara bakarken titrekçe mırıldanılan bir nakaratın mana denizi ise, insanı başlı başına bir bilinmeze sürüklemekten başka ne halta yarayabilirdi (?)

   

Adaletinnn bu mu dünnn-yya. Ne yaarrr verrr-dddin nne mal dünnn-ya

Köttülerrrinnnsin ssenn dünnn-ya. İyileri öldürrrren dünnn-yaa ❞ *1

   Şimdi gözlerinin önünde yürüyen şu kadın annesiydi. (?) Onun yanındaki ise kız kardeşi, postallarını sürüye sürüye yürüyen Zafer Ağabeyiydi. Öbür taraftan duyduğu ses ise muhakkak Taner'e aitti. 

   Peki sarı saçlı kız? O da Didem'di işte. Tabi tabi! Kesinlikle oydu. 

Adlarını hatırlayamıyor, sadece bir yerden yakınlık hissediyordu.

Adını sanını hatırlayamadığı, fakat onda bıraktığı hissi iliklerinde hissettiği o kızı ise görmeyeli o kadar zaman olmuştu ve onu o kadar çok özlemişti ki... Demek ki sonunda mahallesine dönmüştü (!)  

   "Allah'ım bunların hiç birisi gerçek değil! Geçmişe odaklan, geçmişe odaklan, geçmişe odaklan! Bu yüzler gerçek yüzler değil! Bu sesler de insan sesleri değil!"

  ♪ ♪ Teoman - Çoban Yıldızı (Müziği Başlatabilirsiniz.) ♪♪  

Karanlıkta gördüğü yaşam dolu yüzler ve sesler, birdenbire tekrar ölümün soğuk suretine bürünüverdi. Ne annesi oradaydı, ne kız kardeşi, ne de tanıdığı başka bir kimse.

   Gözlerini yumunca annesi Şeyma Hanım'ın ve kız kardeşinin suretleri geliyordu önüne... Ardından belli belirsiz sahneler, belli belirsiz kelimeler... Kan şırıltısı, hüzün kokusu, geçmiş kahkahalar ve solgun yüzler...

   Ellerini ve bacaklarını hissetmeyi bırakalı çok olmuştu. Sadece elleri ve bacakları olsa yine iyiydi. Sanki kalbi durmuştu ve bütün vücudu iflas etmişti. Ölüp ölmediğinden bile emin değildi ve adeta gerçek ile hayal arasında; arafta gibiydi. Gerçeği ayırt etmek için satırla vücuduna devamlı çizikler atıp duruyordu. Soğuktan ve bilinç kaybından akan kanın acısını bile hissetmiyor, bundan sebep yaşadığından bir türlü emin olamıyordu.

Bir ihtimalle de çoktan ölmüş olduğunu düşünüyordu (!) O halde hala ne işi vardı yerde? Ruhu yukarı doğru uçup özgürlüğe kavuşsaydı ya (!)

Diğer ihtimalle de ameliyathanede, operasyonu yarım kalmış bir hasta gibi organları açıkta kalmış, ve yavaş yavaş ölüme yaklaşmıştı. Teyit etmek ne mümkündü. Başını kaldırıp da önüne bile bakamıyor, yarı baygın gözleri hiç bir yere doğru dürüst sabitlenemiyor ve haliyle odaklanması imkansız hale geliyordu. Bundan sebep; acıdır ki elindeki satırı öleceğini hissettiği anda başına saplamaya hazırdı Gökalp. Bu yüzden satırı ikide bir başının hizasında gezdirip durmaktaydı. 

YAŞAYAN SON ÖLÜLER "Zombi"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin