Saat 19:30
Hava yavaş yavaş kararmaya başlamış, güneş yerinden tekrar çekilmişti.
Gökalp, Serpil, Taner, Gülşah ve Yiğit, Serpil'in annesi Aynur Hanım, Gökalp'in evinde koltuklara dizelenmiş ( Serpil, koltuğun arkasındaki pencerenin yanında tülü aralamış aşağıya bakıyor, Gülşah onun yanında. Gökalp ve Aynur Hanım, onun hemen arkasındaki geniş kırmızı koltukta, Taner, sağ taraftaki iki tane tekli koltuktan onlara en yakındaki koltukta, Yiğit ise, Gökalp ve Aynur Hanım'ın karşısındaki çiftli koltukta.) oturuyorlardı.
Serpil, yukarıya çıkınca herkesi durumdan haberdar etmiş, telsizle diğerleriyle irtibata geçtiğini ve kesin kez yapmaları gereken gizlenme kuralını sorunsuz uygulamaları gerektiğini anlatmıştı.
Herkes bir panik havası içerisine ister istemez dahil olmuştu, çünkü bir hatanın bile affı olamayacak, en ufak bir ilgi belki de onların sonu olacaktı. Yapacakları tek şey, şu an için sessiz olmak ve evden çıkmamaktı. Onlar aşağıyı boşaltana kadar bu böyle olmak zorundaydı. Eğer olmazsa, sayıları saatlerdir git gide artan zombilerden kurtuluş olmayaktı. Bu denli zombiye ne eski apartman kapısı dayanabilirdi, ne de daire kapıları. Daire kapısı dayansa bile buradan kolay kolay çekip gitmeyecekler ve doğal olarak kaçma gibi bir eylem gerçekleşemeyekti.
Serpil, babası Yılmaz Bey'i getiremediğini, bunun aşağıdaki tablo nedeniyle mümkün olamayacağını ve onu görünce içeriye girmesi için işaret yaptığını, onun da anlayıp, kendini eve kapattığını anlatmıştı. Bunu duyunca Gülşah'ın beti benzi atmış, babası için oldukça endişelenmiş ve Serpil'i alakasız olmakla suçlamıştı. Serpil gereken uygun cevabı ona verip, yapılacak bir şey olmadığını ve çaresiz bekleyeceklerini anlatsa da Gülşah dinlememişti. Ara ara ağlayarak, serzenişlenen Gülşah, pencerenin önünden bir dakika bile ayrılmayarak karşıdaki evden gözünü ayıramıyor, sokağın ana baba gününe döndüğünü her gördüğünde haliyle babasının kurban gidecek ihtimaline endişeleniyordu.
Serpil, Gülşah'a üzülerek teskin edercesine sağ omzuna dokundu:
- Gülşah, tamam. İçeriye geçelim. Camdan daha fazla bakmayalım.
Gülşah, gözlerinde biriken yaşları sıktırıp akıtırken yüzünü sıktırarak ona doğru başını çevirdi ve ses tonunu yükselterek:
- Nasıl çekileyim hee! Babam o benim, benim babam! Tabi seni ilgilendirmiyor olmalı, sonuçta nefret ediyorsunuz ya! İkinizde!!
Serpil, "Benim babam o!" deyişine ve annesiyle onu suçlamasına çok sinirlenmişti fakat onun gibi bağırmayacaktı, en azından bunun için kendini zorladı ve kısık sesle tıslar gibi onun kolunu sıksıkı tutup sarsarak:
- Bana bak! Sesini kes hemen, aşağıdakileri başımıza mı toplamak istiyorsun yoksa? Hee?! Cevap ver?! Hıı, baban he? İyi, madem baban, madem bizim umrumuzda bile değil o zaman hadi git aşağıya. Hadi! Git de gör ebeni! Hadi gitsene!
Onların aralarındaki tartışma, evdekileri durgun hallerinden çıkartarak dikkatlerini onlara yöneltmişti.
Aynur Hanım, kafasını arkaya çevirerek:
- Kızlar yeter! Tatışmayın! Şu an tartışmanın kimseye bir faydası yok. Saçma saçma şeylere kalkışmayın, oturun oturduğunuz yerde! Kimse bir yere gitmiyor.
Dedikten sonra ses tonunu sakinleştirerek devam etti:
- Bekleyeceğiz... Babanıza da bir şey olmayacak! Ve hepimiz sağ salim buradan çıkıp gideceğiz. Hepimiz! O yüzden birbirinize girip, bağırıp çağırmak yerine biraz inançlı olmayı deneyin. Şimdi kapatın perdeyi ve geçin şuraya oturun kızlar! Daha fazla gerginliğe ihtiyaç yok. Bekleyeceğiz, bekleyeceğiz...
Ses tonu sona doğru kısılmıştı.
Aynur Hanım'ın konuşmasından herkes payına düşeni çıkarmakla yükümlü hissetmişti kendini. Aynur Hanım'ın konuşması tam da olması gerekeni anlatır nitelikteydi ve bir nebze sakinleştirmişti karşısındaki toy gençleri.
Gülşah, bunun üzerine hiçbir şey söylemeden Aynur Hanım'ın karşısındaki koltuğa oturdu. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı vardı fakat zorla da olsa bunu yapacaktı, şu an yapalabilecek bir şey yoktu.
Aynur Hanım, arkasındaki kızına dönerek:
- Serpil, güneşlikleri de çek kızım.
- Tamam.
Serpil, usulca sol taraftaki kalın beyaz perdeyi tülün altından çekip kapatmaya başladı.
Yiğit, basıldıklarından beri kaprisli bir havadaydı ve kimseyle muhattap olmuyordu, ta ki şimdiye kadar:
- Çok karanlık olacak, mum yok mu evde?
Serpil, perdeyi kapattıktan sonra ona döndü:
- Mum mu? Burada gölge oyunu mu oynatalım yani? Bunu mu istiyorsun?!
Gökalp ile annesinin arasına otururken devam etti:
- Gidip camdan bağıralım daha iyi.
Gökalp, başını sağa çevirdi:
- Aynur Teyze?
- Efendim Gökalp.
- Daha demin gideceğiz demiştin buradan kurtulursak. Nereye gideceğiz? Hangi yerden bahsediyorsunuz?
Aynur Hanım:
- Gökalp, biz burada kalmıyoruz, en son bugün eve ihtiyaç olan şeyleri götürmek için geldik.
- Onu anladım. Çünkü burada yaşamak artık mümkün görünmüyor.
Serpil, annesinin yerine konuşmaya başladı:
- Gökalp, olayların başlangıcında, çoğu kişi kaçtı, çoğu öldü veya öldürüldü. Kalanlardan kimse evlerinden çıkamıyordu. Sokağa küçük tel çektik gitmeden ama hiçbir şey fayda etmiyor göründüğü gibi (!) İşte sonra insanlar git gide azalmaya başladı, dediğim gibi; çoğu memleketlerine veya gidebildiği yere kadar, bu kabustan kaçabileceğini umarak kaçıp gitti... Öldü... Biz ise, evde kapalı kalanın, karşıdaki zatın yardımıyla kuaförden çıktık (!) Sana baktık yoksun, Ertuğrul'a baktık, onlar da aynı şekilde...
Biraz duraksadıktan sonra devam etti:
- Evet, saklanacak güvenli bir yerimiz var şükürler olsun ki. Bir avuç insan orada kalıyoruz.
Gökalp, yaşayan insanların olduğuna sevineceğini hiç düşünmezdi fakat sevinmişti. Üstelik güvenli bir yer vardı. Güvenli bir yer (!) Buna ne kadar inanmasa da kendi birşeylere inanmayı çok istiyordu.
- Nasıl yani, başka yaşayanlar da mı var?
- Elbette var.
- ...
- Dün birini kaybettik...
- Kim?
- Didem'in babasını.
Gökalp'in içine birşeyler oturmuştu.
- Babası düne kadar hayatta mıydı?
- Evet, dün babamla buraya gelirken yolda ucubelerin saldırısına uğramış, sırf ilaç için öldü adam... Perihan Hanım'ın şeker ilaçları yüzünden... Gerçi onun bir suçu yok ama. İşte, duyar duymaz atıldı, zaten karısını kızını kaybettiğini öğrenince korkusuzca davranıyor, herşeye önde atılıyordu falan. Allah rahmet eylesin ya... Üzüldüm, yıpranıyoruz...
Gökalp, Didem'in de dün öldüğünü hatırlayınca bir tuhaf olmuştu... Sözlerin sonuydu artık (!)
Taner, Didem'den konu açılınca kötü olmuştu tekrar.
- Ben şu kapıyı kilitleyeyim Gökalp.
Dedikten sonra, solgun bir şekilde kapıya doğru yöneldi.
Serpil, onun kalkarken yüz ifadesini görünce üzüldüğünün farkına varmıştı.
Fısıltıyla:
- Buna n'oldu?
- Anlatırım sonra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAYAN SON ÖLÜLER "Zombi"
AdventureRutin işlerinizle meşgulsünüz, hayat dışarıda her zaman ki gibi akıp gidiyor. Mezun oldunuz, bir iş bulmak, bir aile kurmak hedefiniz. Bir gün hayatlar alt üst olup, her şey tersine dönse, ölülerin her gün dirileri de kendine kattığı bir dünyada bul...