(0.0)

14.8K 546 232
                                    

İki insan arasında, iki dünya vardır.

🍁

Mayıs 2005, İstanbul

Sakin semtin bir sokağında duyulan kahkaha sesleri gökyüzüne yayılıyordu. Eskimeye yüz tutmuş bir çocuk esirgeme kurumunun bahçesinde top oynayan çocukların neşeli konuşmaları bu seslere eşlik ederken hava kararmaya yüz tutmuştu.

Geniş bahçenin boş banklarından birine oturan cılız çocuk, dalgınca etrafı izliyor ve seslere kulak kabartıyordu. Kısılmış gözleri futbol oynayan yaşıtlarına kayarken gördüğü yüzle dudağına minik bir tebessüm yayıldı. Hakem olarak seçilen öğretmen, boynuna astığı düdüğü çalarak "Bugünlük bu kadar yeter çocuklar, bir saat sonra hepiniz yemekhanede olun." dediğinde birkaç itiraz mırıltısı yükseldi dokuz veya on yaşında olan çocuklardan. Otuz sekizine yeni basmış olan seyrek saçlı adam bu hallerine gülerek arkasını döndüğünde gözü kocaman bahçede tek oturmuş ikizini bekleyen çocuğa takıldı birkaç saniye. Ardından hüzünlü bir nefesi dışarı salıp binaya doğru ilerlemeye başladı. Maç oynayan çocuklar berabere biten oyunu tartışırken içlerinden sıyrılan mavi gözlü çocuk, alnındaki teri elinin tersiyle silip koşmaya başladı. Bankta tek başına oturan çocuğun yanına geldiğinde nefes nefese bir şekilde soluklandı bir müddet. Ardından kendisine uzatılan su şişesini kafasına dikti. Minik bedeni diğer çocuğun yanına çökerken "Nasıl oynadım ama?" diye gülümsedi şirince. İkizine bakarken gülümsemesi gitgide büyüdü. "Neden sen hiç bizimle oynamıyorsun Batı?"

Yeşil gözlü, omuz silkti. "Çünkü ben bir tek seninle oyun oynamayı seviyorum, Doğu."

Terli çocuk derince iç çekti. "Söz, yarın sadece ikimiz oynayacağız diğer yarım."

Yeşil gözlü, hevesle konuştu. "Tamam, hadi üstünü değiştir. Yoksa hasta olacaksın."

Doğu, başını sallayarak onu onayladı. Birlikte soluk mavi duvarları olan eski binaya girip sekiz kişilik yurt odasına çıktıklarında Batı yatağına çöküp ikizinin gelmesini beklemeye başladı.

O, Doğu'nun aksine her zaman asosyal bir çocuk olmuştu. On yaşındaydı, kendini bildiğinden beri bu yurttaydı. Belki bir günlük belki de bir aylıkken ikiziyle birlikte bu yurdun önüne bırakılmıştı zira. Terk edilmenin acısını kavrama yeteneği geliştikçe hissetmiş ve kardeşine rağmen daima dışlanan bir karaktere bürünmüştü. Batı için hayatındaki en değerli şey, ikizi Doğu idi. İsimlerini bile yurdun hafif göbekli, yaşlı müdürü Ahmet Bey vermişti onlara. Henüz on yaşında ve gözleri hariç birbirlerinin aynı olmalarına rağmen Batı ve Doğu tümüyle zıttı. Batı ne kadar sessizse Doğu o kadar konuşkandı. Doğu ne kadar mutluysa da Batı o kadar üzgündü burada olmaktan. O, herkes gibi bir ailesi olsun istiyordu ama ikizi bu yurdu evi, içindekileri de ailesi kabul etmişti çoktan. O olmasa, burada bir saniye bile durmayacağından emindi.

Doğu üstünü giyip kardeşinin yanına geldiğinde küçük çocuk düşüncelerini geriye atarak ayaklandı. Beraber yurdun geniş yemekhanesine gidip iki tepsi alarak sıraya girdiklerinde görevli önlerindeki tabaklara biraz pilav, biraz et ve biraz da salata bıraktı. Doğu, teşekkür ederken Batı her zamanki sessizliğiyle yemeğini alıp boş masalardan birine oturdu. İkizi de karşısına geçip iştahla yemeğine dalarken küçük çocuk diliyle dudaklarını ıslatıp yemeğini kardeşine nazaran daha ağır bir şekilde yemeye başladı. Kısa süre sonra birkaç kaşık aldığı pilavını bırakıp yemekle oyalanmayı sürdürürken uykusu gelmişti. Hava tamamen kararmış, güneş yerini aya vermişti. Batı, kendisini aya ikiziniyse güneşe benzetirdi daima. Tüm zıtlıklara rağmen yan yanaydılar ama yine de farklıydılar işte. Doğu, etrafına ışık saçar ve hayata hep iyi yönünden bakardı. Batı ise onun aksine sadece karanlığı sever ve geceleri huzur bulurdu. Yine de karanlığının ikizinin ışığına ihtiyaç duyduğunu biliyordu. Onlar, aynı kaderi yaşayan bambaşka kişilerdi. Kardeşi güneşin doğuşuydu, başlangıçtı. Kendisiyse güneşin batışıydı, sondu.

Zamanın Üçüncü TekiliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin