35.Bölüm

868 45 2
                                    

Bölüm okulların yeni açılması, sınıflarımızın değişmesi, yeni sınıflara alışmak, Teogun yaklaşması derken gecikti. Artık fazla bölüm yazamayacağız. Ama elimizden geldiği kadar yazmaya çalışıyoruz boş vaktimizde.

İyi Okumalar...

Zeynep'ten...
Furkan'la dışarıda yemek yedikten sonra eve gelip dört dönmeye başladım. Meraktan çatlamak üzereyim. Ecem gelmeden uyuyamayacağım. Bütün detayları dinlemem lazım. Salonun ortasında volta atarken kapı çaldı. Kapıya avını görmüş aslan misali koştum ve kapıyı açtım. "Ecem nerede kaldın? Meraktan patladım. Kız niye sırıtıp duruyorsun? Konuşsana. Allah'ım aşktan bunlar hep aşktan. Gir içeri gerizekalı." dedim. "Ne oldu anlatıyorsun hemen. Ama hiç bir sahneyi atlamadan." dedim soluklanmadan. "Zeynep bir dur ya! Sen de ne çene varmış be!" diyen Ecem'e 'bence anlatsan senin için daha hayırlı olur.' bakışımı attım. Ve Ecem bunu anlayıp her şeyi anlattı. Savaş gibi bir çocuğun şarkı söyleyip gitar çalacağını ebem söylese inanmazdım. "Ben dinleneceğim. İyigeceler." dedi ve odasına doğru uykulu uykulu gitti Ecem tavuğu. Ecem hep erken yattığı ben de hep geç yattığım için yalnızlığa mahkümdum. Erken uyuyamıyorum ne yapayım. Kapı çaldı. Hemen kapıya koşup açtım. Arda gelmiş. Baya sinirli duruyordu. "Ecem nerede?" deyip içeri daldı. "Odasında. Ne oldu yine?" dedim. "Ne mi oldu? Hastaneye gidiyorum. Taburcu olmuş hanımefendi. Haber vermeye bile tenezzül edemiyor demek ki." dedi bağırarak. "Bunda Ecem'in değil senin suçun var. O senin kardeşin. Onun yanında olup ne zaman taburcu olacağını, durumunun nasıl olduğunu bilmen lazımdı." dedim. "Seninle uğraşamam Zeynep." deyip Ecem'in odasına doğru gitti. Arda böyleydi işte. Bencil, etrafındakileri önemsemeyen, o umursamaz çocuklar vardır ya onlardandı işte. Onu nasıl sevebildim bilmiyorum. Kızların umursamaz, sinirli, soğuk adamları sevmek gibi bir hastalığı var. Ben de o kızlardanım galiba. Üst kata çıktım. Arda telefonla konuşuyordu. Telefonunu kapatıp Ecem'in odasının kapısını açıyordu ki Ecem kapıyı açtı. Ve; " Ne var? Yolunu şaşmış eşek gibi ne anırıyorsun? Hayvanat bahçesinde eşek oluyor muydu Zeynep? Oluyor diye biliyorum. Ben sana tarif edeyim buradan hemen çıkıyorsun dümdüz gidiyorsun sola dönüyorsun orada kime sorsan sana tarif ederler zaten hayvanat bahçesini." dedi. Ecem vurdu gol. "Ben senin abinim. Ama biliyor musun artık umurumda değilsin. Ne halin varsa gör. Savaş'la da görüş ne yapıyorsan yap. Üzüleceğini bile bile bana karşı gelmek için Savaş'la görüş. Üzülen sen olursun. Ben değil." dedi. "İnsan öleceğini bile bile yaşıyor ,sen hayvan olduğunu bile bile hala burada gelip adamlık taslamaya çalışıyorsun da ben üzüleceğimi bile bile sevemez miyim Savaş'ı? Şimdi gider misin?" dedi. Hiç bir şey söylemeden çekip gitti. "Her şey onun yüzünden." dedi Ecem salona inerken. Ben de peşinden indim. "O olmasaydı Savaş'ı tanıyamazdın." dedim. "Pollanna'mız konuştu. Of uykumun içine etti." dedi ve mutfağa girdi Ecem. "Kahve yapıyorum ister misin?" diye seslendi. "Daha çok uykunu kaçırır. Ama ben içerim." dedim ve koltuğa uzandım. Ecem ışık hızında yapmış olduğu kahveleri getirdi. Ve; "Zaten uyuyamam sinirden. O yüzden içebilirim. Yani ben anlamıyorum. Benim gibi tatlı ve birazcık zeki bir kızın böyle hayvanımsı bir abisi olması gerçekten tuhaf. Mutasyona en iyi örnek verilebilecek biziz işte. Aynı aileden geliyoruz ama bunun genleri bozuk. Caminin avlusuna bırakmak için sence çok mu geç kaldık?" dedi. "Öyle deme. Biraz umursamaz, bencil ve kötü bir abi olması gamzelerinin olduğu gerçeğini değiştirmez." dedim. "Zeynep hala seviyor musun abimi?" dedi Ecem. Kahvemden bir yudum aldım. "Bilmiyorum." dedim. "Eskiden olsa 'deli misin tabii ki de seviyorum' derdin ne değişti?" dedi sırıtarak kahvesini yudumlayan Ecem. "Biraz miniminnacık azıcık Furkan'dan hoşlanıyor olabilirim." dedim. Ecem kahvesini sehpaya bırakıp elimden tutup kaldırdı ve serçe parmağımı tuttu ve halay çeken biz...
Savaş'tan...
Ecem gibi güzel bir güne daha "merhaba" dedikten sonra kalkıp perdeyi açtım. Odaya doğrudan güneş ışığı giriyordu. Güneş, çiçekler, ağaçlar, böcekler, hava, bulutlar, insanlar, gökyüzü, Ecem ne kadar da güzeller. Hemen formamı giyip canım okuluma gitmek için mutfağa gittim. Furkan -obur ama şişko olmayan arkadaşım- kesin mutfaktadır. Tahminim doğruydu. Furkan mutfakta tıkınıyordu. "Günaydın." deyip ben de tıkınmaya başladım. Allah'ım tıkınmak da güzel. "Furkan kardeşim bugün hava çok güzel demi? Sen de bugün valla benim kadar olmasa da en azından Kıvanç Tatlıtuğ'a taş çıkartırsın. Yakışıklı Savaş Aslan'ın yakışıklı arkadaşı. Dün seni kırdıysam özür dilerim." dedim. Furkan gözleri şaşı bir şekilde bana bakıyordu. "Lan benim alıcılar bozuldu herhalde. Ayrıca şunu belirtmeden içim rahat etmeyecek biz kaç senelik arkadaşız hem ben Zeynep'i seviyorum." dedi. Gerizekalı arkadaşımın kafasına vurup arabanın anahtarını alıp çıktık. Dışarı çıktık. Kapıdan dışarı çıktık. Yanlış anlaşılmayı önleyelim. Okula geldiğimizde kollarımı açıp kendi etrafımda döndüm. "Çok mutluyum ulan!" diye bağırdım. Garip garip bakanların arasından Furkan'ın çekiştirmesiyle geçerek sınıfa girdik. Ders ingilizceydi. Sınıfa girdik. Biraz geç kalmışız galiba. Dedim o kadar Furkan'a 'o son böreği yemeyelim geç kalacağız.' diye dinlemedi. İngilizce hocası kısacık boyuyla oturmuş ders anlatıyordu. Hemen Ecem'e baktım gülümseyerek. Ne tatlı bakıyor bu kız lan. Ecem'e göz kırpıp hocaya döndüm. "Selamunaleyküm hocam. Estetiği nerede yaptırdınız benim bir tanıdık var da yanımda hatta Furkan yaptıracakmış da." dedim gülerek. "Sorry diyeceğine ne diyor? Handsome bir boy olmasan ziro bile fazla. Sit down Savaş'cığım. Sen de sit down Furkan." dedi ingilizce prof'u hocamız. "Teneffüste nereye yaptırdığımı söylerim Furkan'cığım ama pek ihtiyacın yok Savaş'cığım senin de yok yani yunan hey- eeee neyse nerede kalmıştık. Evet workbook u açalım." dedi neronları yanmış estetikli Cevriye. Evet ingilizce hocamızın adı; Cevriye.
20 dk sonra...
Sonunda teneffüs zili çalmıştı. Dersin ilk 20 dakikasına geç kalmıştık. 20 dk 20 asır gibiydi. 40 dakikayı düşünemiyorum. Teneffüste Ecem'le bahçede oturmak için bahçeye indik. Ecem hiç konuşmuyordu. "Ne oldu?" dedim kolumu omzuna atarak. "Bir şey olmadı. Sadece garip biraz." dedi. "Ne garip?" dedim. "Bu garip işte. Biz garibiz. Kızların bana öldürecek gibi bakması garip." dedi. Güldüm ve yanağını öptüm. Bir banka oturduk. "Niye herkes bize bakıyor?" dedi, Ecem. "Rahatsız mı oluyorsun?" dedim. "Biraz. Yani; ne bileyim sevmiyorum insanların bakışlarını üstümde hissetmeyi." dedi. Hemen ayağa kalkıp; "Ne bakıyorsunuz lan? Sizin o gözlerinizi alırım münasip bulduğum yere montelerim. Ha bu arada yeri gelmişken hatırlatayım Ecem'e içinizden biri yan gözle bakarsa da aynı kural geçerli." dedim bağırarak. Daha devam edecektim ama Ecem'in çekiştirmesiyle banka oturdum. "Bundan sonra seni rahatsız eden her şeyi bana söyleyeceksin, tamam mı güzelim?" dedim. "Tamam söylerim. Mesela bir tane beni çok rahatsız eden bir şey var. Onu da söyleyeyim mi?" dedi. "Söyle tabii. Hemen söyle, Ecem. " dedim. "Tatlılığın. Tatlılığın beni çok rahatsız ediyor. Kızların sana bakışları rahatsız ediyor." dedi. Sırıtarak; " Valla o rahatsız olduğun şeylerin benle bir ilgisi yok. Ne yapalım tatlılık Allah vergisi. Kızların bakışı da beni ilgilendirmez. Beni sadece senin bakışın ilgilendirir." dedim. Güldü. O güldüğünde yaşadığımı bile unutuyorum. Sanki ölmüşüm cennetteymişim gibi. Ecem'in gülüşünü anlat derseniz eğer; tek bir şey söylerim: Ne yapacan?

Her Şey SenleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin