Telefonuma baktım, 5 cevapsız çağrı vardı.
12 de mesaj.
İnterneti kapadığım için o yolla ulaşamıyordu ama zaten ulaşsa da cevaplamazdım.
Ömür beni üzüp, kırıp, dağıttığından beri 1 hafta geçti. Bana ulaşmaya çalışmasına rağmen başarılı olamadı. Final dönemi olduğu için evime ya da kafeye de gelemedi.
Bugün okulu kırdım, altıma taytımı üstüme kalın kazağımı giydim. Telefonumu evde bıraktım iPod'umu cebime attım. En sevdiğim devasa montumu da giydim ve spor ayakkabılarımı altıma çekip kendimi sahillere attım.
Atın beni denizlere ancak havanın güneşli falan güzel olacağı tuttu.
Depresyonunu bile doyasıya yaşayamıyor insan hava şartları yüzünden. Az kaldı yağmur dansı yapmama.
Kulaklıkları taktım, shuffle'ı açtım. Parçalar rastgele çalarken ben de bir rastgele düşüneyim dedim.
Ben neden mutsuzum allah aşkına?
Fazlaca şımarık bir durum değil mi?Bir düşüneyim hayatımdaki olumlu şeyleri. Annem babam hayatta ve mutlu. Yani benden yana mutlu değiller ama en azından abim mutlu ediyor onları. Abim var, o da sağlıklı falan. İstediğim okulu kazandım. Sevdiğim tatlış bir işim var. İnsan daha başka ne ister ki? Bunun dışında kalan her sorun mutlu bir insanın kendini mutsuz etmek için uydurduğu herhangi bir sorun değil midir?
Ama öyle olmuyor işte. İnsan çok açgözlü.
İnsanoğlu kend...AY OF ÖMÜR YA! Beni üzdün, bak şimdi saçma sapan hayatı sorgulayacağım ben, yapılır mı bu bana?
Ben niye böyleyim ya, eksik bir şey mi var allah aşkına söylesin biri. O şarkıyı dinlemek istedim şu an çok ama kulağımdaki Jake Bugg - Broken'la da idare edebilirim sanırsam.
Hem ben de kırığım zaten.
Belki de sorun budur.
Kırık olmam. İlkokulda hep dalga geçilen, gözlüklü, sümüklü kızdım. Yalnızdım. Sonra lisede Ömür girdi hayatıma ilk kez arkadaşım oldu ama al işte. O da kırdı beni. Ömür'e mi kendime mi daha çok kızıyorum bilmiyorum ama o konuyu irdelemek de istemiyorum. Tikleyen bir bomba çünkü o konu. Patlayana kadar tarafımdan yok sayılacak.
Düşünmemek için hızlı koşmaya başladım, önüme bakmadığım için de koşan başka bir çocuğa çarptım. Bir an içime 'mutsuzken kendini cezalandırmak için kavgaya karışıp dayak yiyen dizi jönü' ruhu girdi, çocuk tam pardon diyecekken ben ona bir kere daha omuz attım.
-Doğru düzgün yürüsene!
Çocuk şaşkın şaşkın bana baktı.
-Pardon.
Çocuk alttan aldıkça ben delirdim, üstüne atıldım, yakalarından tutup çektim.
-Yap yap sonra pardon! Pardon çıkalı eşekler çoğaldı!
Çocuk zorla beni üstünden attı, sabır çekerek koşmaya devam etti. Arkasından bağırdım.
-Bir temiz dövmeyecek misin beni? Kimse dövmeyecek mi ya beni?
Nefes nefese önümdeki banka oturdum.
-20 milyon maganda kaynayan şehirde gidip evliya gibi adamı buldum dayak yemek için.
Tam o anda üstüme bir erkeğin gölgesi düştü. Kafamı kaldırınca Yiğit'i gördüm.
Acaba İstanbul 20 milyon değil de 3-5 kişi mi, bir sayım yanlışı olabilir mi ortada?
***
-Aslı benden ayrıldı.
-İyi etmiş.
Yiğit bana baktı, güldü. İyice sinirlendim.
-Ne gülüyorsun allah aşkına? Bana gülme! Espri yapmıyorum, sempatiklik yapmıyorum ben sana, bildiğin gıcık oluyorum. Artık bana bakma bana gülme. Uzak dur benden. Bankta mı gördün, yürü geç önümden. Gelme, selam verme.
-Zeynep gerçekten nefret mi ediyorsun benden, buna inanmamı mı bekliyorsun?
Sinirimin beni aştığını hissettim. Dayak yemek için uğraşırken dayak atan olacağım galiba.
-İnanma Yiğit inanma! Nefret etmiyorum zaten, hiçbir şey hissetmiyorum. Hani bir zamanlar demiştim ya gel arkadaş olalım beni unutursan. UNUT ONU! Açık bir kapı olarak gördüğün her şeyi unut, is-te-mi-yo-rum!
-Zeynep...
-Yok Zeynep falan, ulaşılamıyor. Bıktım ya. Egonuzun tatmin öğesi olmaktan bıktım! Sevmiyorum hiçbirinizi, ne seni ne onu ne bunu! Erkekliğinizi üstümde denemeyin ya! Ben kendi halinde hafif de saçma bir kızım. Beni kazanan özel biri olmayacakk benim kadar sıradan olacak, saçma olacak, kazanmış bile olmayacak, cezasını bulmuş olacak. Bırakın o ve cezası bulsun birbirini. Beni kendini kanıtlamak için elde etmeye çalışanlar ekibi olarak uzak durun benden.
Yiğit cümlenin yarısında yanımdan kalkmıştı zaten, gerisini dağa taşa denize ve yoldan geçen insanlara söyledim.
Bir teyze usulca yanıma yaklaşıp elime bir mendil tutuşturdu.
Ağladım mı ben?
***
Bugün kafeyi yalnız kapatacağım. Serdar'ın işi varmış. Saat 9 gibi iyice boşaldı kafe, ben de bunu fırsat bildim. Erken kapamaya başladım, tabi Tarık abiden de izin aldım. Bulaşıkları da yıkayıp çıkacaktım. Kapının zili çın çın öttü.
-Pardon, kapalıyız.
Can kafasını tezgahtan uzattı.
-Bana da mı?
Zorla gülümsedim.
-Gel bulaşıklara yardım et bari.
Gidip kapıdaki işareti kapalı olarak değiştirdim ama kapıyı kitlemeyi unutmuşum.
Can'la mutfağa geçtik, eline kurulama bezini tutuşturdum. Kendimse yıkamaya koyuldum. Biraz havadan sudan konuştuk, bulaşıklar bitmek üzereydi.
-Ee nasılsın? Nasıl gidiyor dizi?
-Fena değil. Hep aynı replikler hep aynı sahneler. İlerde kaliteli bir şeyde rol kaparsam senden ders almam gerekecek.
Gülümsedim.
-İki kahve koyalım, biraz oturalım istersen.
-Olur.
Geçip cam kenarındaki sedir gibi olan koltuğa yanyana oturduk, bacağımı altıma alıp Can'a yüzümü döndüm.
-Figüran kızla nasıl gidiyor?
-Yardımcı oyuncu, lütfen.
Güldüm. Sonra da sorduğuma pişman oldum. Umrumda değildi ki.
-Eh fena değil. Ama işte biliyorsun.
Boş boş baktım.
-Valla bilmiyorum.
Yavaşça bana yaklaştı, elini boynuma koydu.
-Sen değil Zeynep. Kimse sen değil.
Öpmek üzere bana yaklaştı, nedense dondum kaldım. Kendimi sorgularken Can dibimde konuşmaya devam etti. Daha doğrusu fısıldadı.
-Arkadaşın olamıyorum Zeynep, sana dokunmadan yanında duramıyorum. Körkütük aşığım ben sana, kimseyle hiçbir şey iyi gidemez.
İyice yaklaşıp beni öpmeye başladı. Ben bir şey hissetmediğimi sanarken bir zil sesi duydum. Allahım beynim alarma geçti diye düşünürken zilin açılan kapıdan dolayı çaldığını anladım. Can da ben de kapıya baktık. Ömür kapıda durmuş bize bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kime Ne?
Chick-LitZeynep'in gözü artık açıldı, her yanına kısmet saçıldı. Peki gerçek aşk kim? Ya da var mı? Ve Zeynep onu kaçırmak için neler yapabilir?