Yüzümde hissettiğim sıcaklıkla araladım gözlerimi. Yiğit yatağımın ucuna oturmuş benim uyanmamı bekliyor olmalıydı. Gözlerimi aralamamla "günaydın prenses" diyerek beni nelerin olabileceğini tahmin edemediğim bir güne uyandırıyor. Ona fısıltıyla karşılık veriyorum. Yattığım yerden hafif doğrularak ona, kendimde cevabını bulamadığım o soruyu yöneltiyorum.-Yiğit. Bundan sonra ne olacak? Ne yapmam gerekiyor?
Derin bir nefes alıp, samimi bir gülümsemeyle cevap veriyor.
-Sen ne istersen o olacak. Eğer istersen gerçek aileni arayabiliriz. Ama istemessen de böyle biz bize yaşar gideriz.
-Yani, her iki durumda da benimlesin öyle mi?
-Sadece ben değil, hepimiz seninleyiz. Sen ne istersen bundan sonra o olacak.
Sevdiğim adamın böyle düşünmesi o kadar güzel geliyor ki bunca çirkinliğin arasında. Onun gibi birine rastladığım için ne kadar şükretsem az. Ama henüz kendimde bu kararı verecek gücü bulamıyorum. Onlarla tanışmak için bir yanım deli gibi can atarken, diğer yanım bi o kadar endişeli ve olacaklardan korkar hâlde. Ne yapacağım? Nasıl devam edeceğim hiç bilmiyorum.
*******
Aradan tam bir hafta geçmesine rağmen tam olarak bir karar veremesem de en azından yüzleşmem gerektiği kanaatindeyim. Bugün Yiğit ve Kaderle de konuşacağım. Sonradan pişman olmamak için ve aklımın köşesinde sürekli onları düşünmemek için bir karar verdim. En kısa zamanda gidip babamı bulacağım. Yiğit bir ara polisin, gerçek ailem hakkında bilgiler elde ettiğini söylemişti. Galiba babam bir şirkette yöneticiymiş , şu an evli mi? Annem hayatta mı? Benim yerime geçen o kız şu an nerede? Tüm bunlar ve daha fazlalarından kurtulmak için onlarla yüzleşmek zorundayım. Zorundayım ama. Onların kurulu düzenlerini bozmaya hakkım var mı? Sırf kendi düşünce rahatlığım için onları da bu girdabın içine çekmem ne kadar doğru? Bencillik mi ediyorum, yoksa olması gerek şeylere mi gecikiyorum.
Keşke demenin en ufak bir faydası olmasa da. Keşke, geleceği farklı olaylardan canlandıran bir kürem olsaydı. Neyin ne kadar doğru olduğunu ondan öğrenir öyle haraket ederdim. Ama şimdi , ya şöyle olursa, ya her şey daha da can sıkıcı hâle gelirse diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Bir dakika, aklıma bir şey geldi. Yüz yüze konuşmak şu an benim için imkânsıza yakın gözüküyor. Peki ya mektup? Mektup yazsam. Herşeyi tüm bildiğimle anlatsam. İyi olmaz mı? Hayır, pek de olmaz gibi. Yani ben böyle hissettikçe olmaz. Çünkü şu an onlara , benim bile tuhaf karşıladığım bir sinir var içimde. Sanki onlar böyle istemiş gibi. Oysa o insanların hiçbir şeyden haberleri yok. Onlar da en az benim kadar masum ve her şeyden habersiz. Özellikle benimle değiştirdikleri kız. Benim korktuğum en büyük noktanın göbeğinde o var şu an. Ne kadar her şeyden habersiz olsa da. Yine de bilmeye hakları var diye düşünürken birden arkamda bir ağırlık hissettim. Kader elleriyle omzuma baskı uygulayarak benim ona dönmeme sağladı. Yüzünde ise kocaman bir gülümseme.
-Ne düşünüyorsun böyle diye sormayacağım çünkü ne düşündüğünü biliyorum. Şu an senin için ne yapabilirim diye düşündüm ve aklıma güzel bir fikir geldi. Park, parka gidiyoruz diyerek kollarını boynuma doladı. Ve benim yüzümü buruşturmama izin vermeden sözlerine devam etti.
-Dur, sakın itiraz istemiyorum. Çünkü kurabiyleri hazırladım. Yiğit ve Kerime de haber verdim. En geç bir saate ordayız. Şimdi ben giyinmeye gidiyorum. İşim bittiğinde yanına gelicem hâla giyinmemişsen o senin sorunun çünkü pijamalarınla dolaşmak zorunda kalırsın. Derdemez odanın kapısından adeta uçarak kaçıyor.
Daha bir kelime bir söyleyemeden yüz tane lafı motor takmış gibi söyleyip gitti. Ama fikir açıkcası güzel, fikirden de güzel olan şey benim için birilerinin bir şeyler yapıyor olması. Her şeye rağmen yalnız değilim. Bunu bilmek ve hissetmek kadar güç veren bir şey olamaz.
Bu arada çoktan dolaptan kıyafetlerimi seçip üzerime geçirdim. Tek ihtiyacım olan şey hafif bir makyaj. Çünkü yüzüm gerçekten bedenimin tüm yorgunluğuna hapsolmuş hâlde. Bir kaç küçük hareketle makyajımı da yapıp, Kaderin benim odama gelmesini beklemeden ben onun yanına gidiyorum.
Yarım saat içinde her şeyi tamamlayıp Yiğitlerden gelen telefon üzerine buluşma noktamız olan parka ulaşıyoruz. Ağaçların gizlemek için üzerine yapraklarını sarkıttığı bir bankın gözümüze çarpmasıyla , oturacak yerimizi de belirlemiş oluyoruz. Ama bi sorunumuz var Yiğit ve Kerim. İkisi de telefonlarını açmıyorlar ve ortalıkta da yoklar. Ve bu beni endişelendirirken Kader'de hiç bir tepkiye yol açmıyor. Bunun sebebini sorgularken kendimi cevapların içinde buluyorum. Çünkü Kerim'in gitarından çıkan her tını Yiğit'in eşsiz sesiyle buluşuyor. Söylediği her kelime beynime uğramadan kalbime akıyor olmalı, aksi taktirde kalbimden vücuduma dağılan bu sıcak ve deli gibi akan kanın başka bir tarifi olamaz. Bu benim en sevdiğim şarkılardan biriydi. "Gül ki sevgilim" diye gözlerime seslendiği her nakarat anında ben çoktan uçmaya hazırdım. O an bir kez daha anladım ki. Sevgi insana en derin acılarını da sardırır, en ummadığın zamanda gülücükler de saçtırır.
Şarkı sonlandığında ona sarılmamak için boşuna beklediğimi anladım ve kolarımı boynuna dolayıp, kokusunun kanıma karışmasının keyfini çıkarmayı istedim. Elimi yavaşça kalbinin üzerine götürdüm ve gözlerimi gözlerinde izledim. Biliyorum şu an olabileceğim en muhteşem andayım, bir insan gözleriyle nasıl severmiş bi başkasını , defalarca bu gözlerde tanık oldum ben. Tüm bu duygu yüklü andan Yiğitin yanağımdan akan göz yaşımı silip, öpmesiyle uyandım. Ve yaşadığımız bu atmosferi dudaklarımın arasından fısıltıyla çıkan "seni çok seviyorum" la tamamlamak da bir an bana düşen bir puzzle parçasını yerine koymuşum hissi uyandırdı. Evet onu seviyordum, hem de düşündüğümden çok daha fazla. Hayallerimin kesiştiği veya kesişmediği her yerde o var. Bu da demek oluyor ki o yoksa hayallerim, hayallerim yoksa da ben yokum.
Parkta geçen her anın kıymetini bilerek yaşamaya çalışıyordum. Çünkü biliyorum ki eve dönünce boğuşmam gereken bir sürü sorun var. Sonra bir an Kerim ve Yiğit ayağa kalkarak " Hadi bayanlar gidiyoruz". Demez mi. Bir an eve döneceğim için üzüldüm. Ama hemen ardından Kader'in
- Nereye ya? Daha çok erken değil mi demesiyle. Yiğitlerden gelen açıklama üzerine hem nereye gideceğimizi hem de bu son durumdan Kaderin de haberi olmadığını öğrenmiş oldum.
Merakımı ilk kez kendime saklamak istedim. Bilmiyorum, belki de artık alışmışımdır. Bekleyip, görmeye, zamanın getirisi olan oyunlara belki de alışmışımdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Girdap Şehir
Teen FictionKaybolmak... Neredeyse hepimizin yaşadığı en sık şeydir aslında. Olayların ,Hayallerin,Korkuların, İnsanların ve hayatın içinde kaybolmak. Kaybolmak neyse de her şeyini kaybetmiş olmak, yaşadığın her an için ölümden hesap sormak gibi. Çok zor yaşana...