Acı kaza

44 13 8
                                    

Etrafı arabanın lastiğinden çıkan duman kaplamıştı.O duyanın yüreğini hoplatan fren sesi de hâlâ kulaklarımdaydı ama ya o havaya fırlayan genç çocuk? Onun görüntüsü defalarca geçti gözümün önünden. Hız tutkunu, kendini bilmezin biri yüzünden, masum bir insana neler olmuştu. Çarpmışma anında gelen o ses de cabasıydı. Tek istediği karşıdan karşıya geçmek olan bir insandı o.Nereden bilebilir etrafta kendi zevki için yaşayan dengesizin gelip ona çarpacağını.Olduğum yerde duruyordum, çakılmıştım sanki kaldırıma. Hiç bir şeyin hesabını garanti yapamassın bu dünyada. Bir sonraki adımın bile meçhul. Şu anda ne yapmam gerektiği konusunda da hiçbir şey düşünemiyordum.Gencin bedeninin düştüğü yere donuk bir vaziyette bakıyordum. Bir anda insanlar gencin etrafına toplanmaya başladılar. Kimisi de telefonuna sarılmış Acil yardımı arıyor. Bu arada çarpan araç kayıplara karışmıştı bile. Bu nasıl bir vicdan? Hiç mi rahatsız etmez, sızlamaz.Yazık, gerçekten yazık böylelerine. Bi de ilginçtir, biri çarptığı adamı öylece bırakıp gider, diğeri hiç tanımadığı biri için etrafında çırpınıp durur.İşte bir kanıt daha , insanlar sadece İyi ve kötü olarak ayrılırlar. Tanıdığım bir sesle yaşadığım kısa süreli şoktan çıkıp kendime geldim.Doktor Sinan abi hızlı bir şekilde arabasından inmiş, elinde orta büyüklükte siyah bir çantayla gencin yattığı yer olan kaldırım kenarına doğru koşuyordu.

-Durun kimse yaralıyı kıpırdatmasın. Ben doktorum diye insanları ikâz ederken bi yandan da kalabalığı yarıp, gencin yanına ulaştı. Artık onu göremiyordum ama sesi hâlâ geliyordu.

- Aman Allahım! Benimle kal delikanlı. Yapabilirsin, biraz sık dişini. Hadi aslanım, hadi Yusuf!!!

Ne Yusuf mu?? Doğru mu duydum? Yoksa bu fazla endişeli sesi, yerde yatanı tanıdığı için miydi? O yaralı beden , benim abim olan Yusuf'un mu? Allahım ,ne olur o olmasın diye içimden yalvarırken. Titrek adımlarımla kalabalığa doğru gitmeye çalışıyordum. Onun abim olmadığını bilmek için neler vermezdim. Yer çekimi attığım her adımda şiddetini arttırıyordu sanki. Gözlerimden sımsıcak yaşlar süzülürken , kalbimin damarları koparcasına şiddetle ağrıyordu. Onu ebediyen kaybetme hissiyle doldu içim, daha o gencin o olup, olmadığını bilmeden.Bu hâle gelmiştim. Birden bir kol kendine doğru çekti beni. Sağıma döndüğümde Kader ayakta kalmam için kavramıştı bedenimi. Hayatımın neredeyse hepsini anlatmıştım ona. Abimi de tabi.Onun için şu an ne düşündüğümü biliyor olmalı. Kalabalığa ulaştığımda Kader'den beni bırakmasını istedim, beklemeden kalabalığın arasından geçmeye çalıştım. Ağladığımı gören herkez bana yer açmıştı zaten. En öne ulaştığımda yüzü ve neredeyse tüm vücudu kanlar içinde olan bir genç yatıyordu yerde, tanımlayamadım.Yüzü bana dönük değildi. Dönük olasaydı bile kandan görebilirmiydim bilmiyorum.En acı olan şeyi yapmaya çalışıyordum şu an. Yaralı birini teşhis etmeye çalışmak. Senin mi yüreğine? Yoksa başkalarınınkine mi ateş düşecek diye tanımaya çalışmak. Daha fazla dayanamadı çelimsiz bacaklarım. Yere kanlar içinde uzanmış, yaralı genç bedenin ayaklarının ucuna yığılırcasına oturdum. Öğrenmem gereken bir şey vardı. Benim bile tanıyamadığım, güçsüz, korkmuş ve titrek bir sesle.

-Sinan abi, bu yerde yatan benim... benim abim olan Yusuf mu?

Dedikten sonra Sinan abinin gözlerine içine çaresizce baktım. 'Ne olur, o değil de' der gibi. Kafasını kaldırıp, koyulaşmış gözleriyle yüzüme baktığında , endişesi fazlaca okunabiliyordu.

-Niray! Sen nerden çıktın. derken. Ses tonu tedirgin ve şaşırmış vaziyetteydi.

-Abi bişey sordum. O mu değil mi?
Diye sorumu yönettiğimde ilkine göre oldukça ısrarcı ve güçlüydü.

-Bırak şimdi bunu. Al şurdaki gazlı bezi. Ve karnındaki yaranın üzerine bastır. Aksi hâlde kan kaybından hayatını kaybedecek. Bunu istemessin herhalde??

diyerek sol tarafımdaki siyah çantanın içindekini bezi kast ediyor olmalıydı.
Bezi alıp dediği yere hafif şekilde baskı uyguladım. Çok fazla kanıyordu. Çünkü bez saniyeler içinde kıpkırmızı olmuştu. Buna normalde dayanamazdım ama şu an direnmem gerektiğini her şeyimle hissediyordum. Yerde yatan yaralı genç başını yavaşça bana doğru çevirdi. Çok cılız bir sesle
'Niray' dediğini işittim. Daha dikkatli baktığımda onun abim olduğunu anlamam gecikmedi. Korktuğum başıma gelmişti işte.

-Abi! Ne olur dayan. Benim için. Yalvarırım bırakma kendini, senin nefes almadığı bile düşünmek korkutuyor beni. Ben senin yanındayım, bak Sinan abi de burda. Yaşayacaksın, yine beraber olacağız. Söz bir daha küsmem sana. Ama gitme, dayan ne olur dayan.
Hıçkırıklarım konuşmamı engellemeye başladı.
Ambulansın siren sesi de oldukça yakınlarda duyuluyordu. Ama fazlaca uzun sürmüştü gelmeleri, ya da bana öyle gelmişti, bilmiyorum. Kalabalık açılmaya başladı ve sağlık görevlileri sedyeyle beraber bize doğru yaklaştılar . Abimi dikkatli hareketlerle sedyenin üzerine aldılar. Abimin elinden sıkıca tutmuştum. Ben de onlarla beraber ambulansın içine girdim. Sinan abi de gelmişti. Sağlık görevlilerine ne yapmaları gerektiğini söylüyordu. Hemen bir solunum cihazı takmışlardı. Ve gereken diğer şeyleri. Abim yine gözlerini araladı. Zorla duyduğum bir ses tonuyla.

-Niray, dinle beni. diyerek gözlerimin içine baktı.

-Ben, sen daha iyi olursun diye buralardan gideceğimi söyledim. Gitmedim, seni bırakıp gidemezdim ki. Ama beni affet, seni üzdüm,hâlâ da üzmeye devam ediyorum , biliyorum...Böylesi daha iyi olur sanmıştım. Seni en son bu şekilde göreceğimi bilemezdim.

-Öyle deme abi. Hem dinlen şimdi. Sonra konuşuruz bunları. Nolur.

-Hayır Niray. Sonrası olmayacak benim için. Ben... ben özür dilerim. Sana yaşattığım her kötü an için özür dilerim...

Gözlerini bir anda kapandı ve tuttuğum el cansızlaştı.
Hemşirenin bağrışlarıyla desteklendi yaşadıklarım.

-Nabız... nabzı kaybettik.

Sinan abi şok cihazıyla defalarca baskı yaptı göğsüne. Ama ne kalbinin ritmini gösteren cihazdan gelen o tiz, yakıcı, acı ses değişti. Ne de nefes alışı.

- Sen de mi gittin yani? Sen de mi, daha ne olduğunu anlamadan mızrağını saplayan, bana sürekli derin kuyular kazan. Bu merhametsiz dünyada, bu acımasız şehirde, kanatları parçalanmış şekilde bırakıp gittin beni. Daha kaç kere enkaz hâline geleceğim? Sevdiklerimi hep mi kaybedeceğim? Biri bişey söylesin? Ben kimseyi sevmeyecekmiyim?

diye feryat etmek kalmıştı bana. Sinan abi bu arada hemşireden sakinleştirici iğne istedi. Ve beni rahatlatıcı sözler söylerken göz kapaklarım ağırlaştı. Bedenim, ruhumla yarışır hâlde yorgun düştü. Bu kez diğerlerinden daha karanlıktı ortalık. Ama ürkütmedi , çünkü yavaş yavaş aydınlığını gösterdi. Kendimi, zeminin beyaz kumlarla örtülü olduğu, denizi göremesem de dalga seslerini işittiğim. Çok farklı bi yerde buldum. Daha doğrusu gördüm. Dışardan izliyor gibiydim olanları. Kumların üzerinden ayağa doğruldum sonra. Üzerimde bembeyaz boydan bir elbise, saçlarım bacağıma kadar uzanan balık sırtı bir örgü. Çok güzel olmuşum diye kendimi incelerken. Attığı her adımda çevresinde ,çiçekler açan, ağaçlar yeşeren, biri bana doğru yaklaşıyordu. Bir yere gelince durdu. Onun üzerinde de bembeyaz bir örtü vardı. Karnının olduğu bölüm kırmızıydı. Yüzüne baktığımda abim olduğu anlamam güç olmadı.
Sağ elini yavaşça kaldırıp, gülümseyerek el salladı. Bir an yaşadığını düşünüp çok sevindim. Ona doğru koştum, koştum, koştum. Ama bir adım olsun yaklaşamadım. Ayaklarım o beyaz toprağa gömülmüştü, ama bunu hissetmiyordum. Elimi ona uzanmak istercesine öne doğru atsam da nafile. O bana sürekli gülümsüyordu. Son bi kez el salladı ve geldiği tarafa doğru yürüdü. Gözden kaybolduğunda, biraz önceki dalga sesleri hızlandı ve şiddetini arttırdı. Arkama dönüp baktığımda deniz dalgalarını ayaklarıma kadar ulaştırmıştı. Beni sakinleştirmek ister gibiydi. Sonra ufuktan bana doğru yaklaşan her tarafında rengarenk balonlar ve ışıklar asılı bir gemi yaklaşıyordu. Umut , mutluluk ve huzur veren bir gemi. Geminin önünde belli belirsiz biri var gibiydi. Sonra yavaş yavaş silindi her şey. Kesik kesik bir çift göz beliriyordu, ela renkte bir çift göz. Sonra netleşti. Netleşince anladım ki Kader' di bu, en yakın arkadaşım Kader. Endişeli bakan gözleri, zamanla gülümser gibi baktı.

-Sonunda, açtı gözlerini. Niray uyandın işte. Çok korkuttun bizi.
Diye sevinçle cırlarken bir yandan da saçlarımı okşayıp alnımdan öpüyordu.
Kaderin kafasını çekmesiyle anladım ki burası hastahane odasıydı.

Girdap ŞehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin