II.DÜĞÜM

2.7K 190 59
                                    

Babam beni kutlamaya geldi.

Normalde Fısıltılar kendi bölgesinde, Çevikler kendi bölgesinde kalırdı. Hiçbirinin işini yapması dışında bir başka grubun kısmına girmeye izni yoktu ancak bugünlük bir ayrıcalık tanınmıştı.

Fısıltılardan bir kadın yaralarıma merhem sürerken babam Kemik'e ayak basmış ve kaldığım yeri ararken şans eseri beni revirde görmüştü. Şimdiyse başımda sükûnet içinde bekliyor ve Fısıltı kadının işini bitirip gitmesi için dua ediyordu. Ancak, sabrının taştığını ritmik bir şekilde ayağını parkeye vurmasından anlayabiliyordum.

"Daha ne kadar sürecek?" diye sordu. Duvara asılı duran bir mızrağı alıp incelemeye başladı. Mızrak elinden kayıp düşünce de yerine geri koydu.

"İki dakikalık işim kaldı. Yaralarının kısa sürede kabuk tutması için hazırladığım kremden sürüyorum."

Pembe tüpten avucuna fındık büyüklüğünde krem sıkıp kızaran sol gözüme sürüp yedirdi. Patlak bir göz ve Quasimodo'ya benzer bir tiple toplum içine çıkacağımdan adım gibi emindim. Vincent'ın yumruğu sağlammış cidden...

"Bitti. Gözüne ara ara buz koyup dinlendir ve kısa bir süre herhangi bir kavgaya karışma."

Güldüm. "Bir Çevikseniz bu hiç kolay olmuyor."

Kadın da tebessüm etmişti. "Haklısın. Günde kaç yaralı Çevik ile uğraştığımı bilmesem abartıyorsun derdim ancak nasıl ki bizim hayatımız otlarla, yaralarla geçiyorsa sizinkisi de mızraklarla, yumruklarla geçiyor. Kavga, savaş sizin için bir hayat tarzı."

"Hayat tarzı değil, hayatın ta kendisi."

Kadın eşyalarını deri kol çantasının içine sokuşturdu. "Yine de sen tavsiyemi dinle. Yoksa bedenin çok geçmeden iflas eder."

"Aklıma yazdım bunu. Teşekkürler."

"Geçmiş olsun tekrardan."

Kadın odadan çıkınca babam anında yanıma gelip yüzümü iri ellerinin arasına aldı ve benimkinin tıpa tıp aynısı olan zeytin yeşili gözlerini endişeyle üzerimde gezdirdi.

"Nasılsın, kızım? İyi misin?"

"İyiyim, baba. Hasta muamelesi yapma bana. Alt tarafı birkaç çürük..."

Ellerini yüzümden çektim. Bu tür şefkate alışkın değildim. Babam bozulsa da soğukkanlılığını korumuştu.

"Hiç de öyle gözükmüyor." Dedi sol omzumu işaret ederek. Bluzumdan dolayı açıkta kalan tenime baktım. Düşüşlerimden ötürü kızarmış ve biraz da morarmıştı. Kötü görünmüyordu. Bir tarafımın morarmasına, incinmesine alışık olduğumdan bana garip gelmiyordu ancak babamın tuhaf bulması normaldi.

Omuz silktim. "Sadece bir ezik..."

Bir şey diyecek gibi olsa da ağzını kapadı. Boğazını temizledi.

"Altın Mühür'ü almışsın."

Bu bir soru değildi. Onaylamamı bekliyordu. Yalan olmadığını söylememi istiyordu. Heyecanın sis bulutu gibi zeytin yeşili gözlerine çöküşünden anlamıştım.

"Evet, baba. Aldım."

Beni kucakladı. Çocukluğumdaki gibi belimden sıkıca tutarak etrafında tam tur döndürdü. Ancak onun yaşı ilerlemiş, ben de büyümüştüm. Bu yüzden bu küçük sevgi gösterisi kısa sürmüştü. Beni sandalyeye geri oturttu.

"Filioli mei corvi quasi..." dedi sevinçle.

Benim küçük kuzgunum...

Yedi yaşındayken, Çeviklere katıldığım gün de böyle seslenmişti arkamdan.

DÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin