Törenden sonra yemeğe kalmamıştım.
Kalabalık beni boğuyordu.
Cal ve Melanie ne kadar ısrar etse de özür dileyerek kalamayacağımı belirtmiş ve Kral ve Kraliçe'ye veda ettikten sonra Fısıltılara yaralarımı gösterip odama çekilmiştim.
Tulumumu üzerimden çıkarıp siyah bir t-shirt ve pantolonu üzerime geçirdim. Asker postallarım her zamanki gibi ayağımdaydı. Altın Mühür'ü sutyenime takarak gizlemiştim. Ne kadar mührü göstermek istesem de takas yapan Fısıltılar için açık hedef haline gelmek istemiyordum. Bu mühür oldukça değerliydi ve bir aileyi bir yıl boyunca doyurabilirdi. Bazı kişiler için mükemmel bir parçaydı.
Kılıcı dolabımın diplerine saklayıp bileğimi ovuşturdum. Kan kurumuş ve pıhtılaşmıştı. Fısıltı yarayı temizlemişti ama hala kırmızı bir damga şeklinde bileğimde duruyordu. Birkaç gün sonra beyazlaşacaktı ancak o zamana kadar kırmızı bir bilekle gezecektim.
Deri ceketimi giyip saçlarımı bozdum ve sıkıca at kuyruğu yaptım. Aynaya bakmaktan kaçıyordum. Doğum izim muhtemelen yanık gibi duruyordu.
Teorik olarak da yanmıştı.
Bu acıyla uyuyacağımı zannetmiyordum. Güzel bir duş alsam daha uygun olurdu fakat ben arenaya gitmeyi tercih ediyordum. Kum torbasına birkaç yumruk atsam kendime gelirdim.
Ellerime Cal'ın verdiği siyah eldivenlerimi taktım. Kimseye gözükmemeye çalışarak da koridorlardan geçip arenaya indim. Arena Kemik'in kıyıda bir köşesinde kalıyordu. Bu yüzden hem antrenman yaparken hem de dövüş esnasında kimse bizi izleyemiyordu. Psikolojik olarak rahatlatıcı bir durumdu.
Arenanın tam ortasına asılı kum torbasına bakış attım. Kumaşı vuruşlardan ötürü yıpranmış ve eskimişti. Kaç senedir kullanılmasına rağmen hala sağlam durmasına hayret ediyordum. Kim bilir kaç Çevik bunun üzerinde çalışma yapmıştı.
Üzerimdeki ceketi çıkarıp dikkatlice katlayarak bir köşeye koydum. Sonrasında hizamı alıp kum torbasına birkaç tekme attım. Çıkan ses beni tatmin ediyordu. Daha çok vurmak istiyordum. Yumruklarımı da sıraladım. Torba ipin el verdiği ölçüde tam tur attı. Geri dönüşte ona bir kez daha vurdum. Saçım sırtımı dövüyordu. At kuyruğum her hamlemde kırbaç gibi şaklıyordu.
"Bileğini düz tut."
Bana yöneltilen cümleyle yerimde sıçradım ve arkamı döndüm. Terden sırılsıklam olan alnımı elimin tersiyle sildim. "Düz tutuyorum zaten."
Dizinin iç tarafını barfiks çekilen demire dayamış, baş aşağı sallanarak elindeki kitabı okuyordu. Sarı saçları dağılmıştı.
"Tutmuyordun," dedi ve elindeki kitabı uzun boyundan ötürü zorlanmadan zemine koyduktan sonra demire tutunarak ters döndü, yere iniş yaptı. "Yoğun duyguların bileğini kırdıracak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜĞÜM
Science Fiction500 yıl önce insanoğlu bir hapishaneye kapatıldı. Atalarımız halkı Çevikler, Veliahtlar ve Fısıltılar olmak üzere üç gruba ayırdı. Veliahtlar; yönetimi elde tutan gruptu. Zincirin en üst basamağında yer alıyordu. Çevikler; Veliahtları korumakla yükü...