XXII.DÜĞÜM

930 82 5
                                    

Sabah uyandığımda kapının önünde dünkünün tıpa tıp aynısı origami kuştan bulmuştum. Üzerinde dikkatimi çeken bir şey yoktu, sadece siyah kağıttan yapılma bir kuş figürüydü.
"O ne?"
Melanie sarı saçlarını yandan gevşekçe örerken merakla bana sormuştu. Üzerinde nöbetteyken giydiğimiz üniformalardan vardı.
"Bilmiyorum," diye yanıtladım. "Dün kütüphanede buldum, bugün de kapının önündeydi."
Yatakta ayakucuma oturup çatık kaşlarla kuşu inceledi. "Bir mesaj olabilir mi?"
"Bilemiyorum, her şey olabilir."
"Kağıdı açtın mı?"
Soru sorarcasına ona baktım. Bakışlarımdaki soru işaretini görünce kuşu kat izlerinden açtı. Siyah kağıdı dümdüz hale getirdi ve içindeki beyaz kalemle yazılmış yazıyı okuyabilmem için bana çevirdi.
"Bir mesaja benziyor," diye yorum yaptı. Mahremiyete duyduğu saygıdan dolayı yazılanı okumamıştı.
Uzattığı kağıdı elime aldım ve yazılanları okudum.
"Çarşamba, saat on birde. Konuşmamız gerek.
-Dante"
Çarşamba gecesi bugündü. Neden yanıma gelmek yerine böyle bir yol seçmişti? En önemlisi; benden kaçıyor muydu?
Ofladım. Bir kere işler basit olsa olmaz mıydı?
"Ne oldu? Anlatmak ister misin?"
Melanie yüzüne sevecen bir gülümseme yerleştirdi. Suratımın asıldığını fark etmişti.
"Sorun Dante..." dedim. Ona anlatabilirdim. "En son konuşmamızdan bu yana uzun bir zaman geçti. Sanki benden kaçıyor gibi. Veliahtların bize vebalı gibi davrandığını biliyorum ama Dante böyle yapmazdı. Şimdi ne değişti?"
"Kavga mı ettiniz?"
"Hayır, gayet normaldi."
"Hım..." Örgüsünden fırlayan saç tutamını kulağının arkasına kıvırdı. "Belki de bazı şeyleri yerine oturtmak istiyordur. Sonuçta bir Veliaht ve Çevik'in kaynaşması çabuk olmaz."
"Haklısın," dedim. Bir Veliaht iseniz diğer gruba mensup kişileri aranıza almak zor olurdu. Çevik olsam bile bir Veliaht sayılmadığımdan onlarla normal şekilde anlaşmak kolay olmazdı.
Dante farklıydı ancak bazı alışkanlıklar kolay kolay yok olmazdı. Bu da onlardan biri olabilirdi.
"Benim çıkmam lazım. İyi misin?"
"Evet evet, iyiyim. Sen geç kalma. Ben de birazdan giyinir, arenaya inerim. Hamlanmışımdır."
Melanie postallarını giyip doğruldu. Güven verircesine elimi sıkıp yanımdan ayrıldı.
Ben de o gittikten sonra oyalanmayıp üzerimi giydim ve kemerime bıçaklarımı dizip belime taktıktan sonra odadan ayrıldım.
***
Bıçak havada düz bir çizgi çizip diğer bıçakla karşılaştı. Arenada keskin bir ses yankılandı, geriye savruldum. İki bıçak taklalar atıp yere saplandı.
"Bıçağı daha hızlı savurmalısın."
Komutan Jex bıçağını saplandığı yerden çıkarıp kalkmam için elini bana uzattı. Uzattığı elini tutup elinden destek alarak ayağa kalktım.
"Poligonda antrenman yapmak gerçeğinden çok farklı."
"Poligon simülasyon..." Hamlemi ustalıkla savuşturdu ve kolumu arkaya doğru kıvırdı. Nefesini ensemde hissettim. "...Burası gerçek hayat."
Öfkeyle güldüm. Hayatın gerçekliğini çok rahat anlayabiliyordum.
Kolumu kurtarmak için bir adım geriye doğru adım attım ve bacağımı boşluktan bacağına kıvırıp onu yere düşürdüm. Hızla bıçak hamlesinden sıyrıldım ve bıçağımı boğazına dayayarak galibiyetimi ilan ettim.
"Bam! Öldün!"
Güldü. Kalkması için ona uzattığım eli tuttu ve ayağa kalktı. Elimi tutan elini çekmedi ve beni tek hamlede yere serdi. Bacağını karnıma bastırıp nefesimi kesti, kolunu boğazıma bastırdı.
"Rakibinin öldüğünden emin olmadan zafer kutlaması yapma."
Bu sefer sırıtma sırası bendeydi. Komutan Jex ürkütücü gözükebilirdi ancak özünde o da benim gibiydi: Savaşmayı seviyordu ancak kolay kolay öldürmezdi. Onu çözebildiğimi düşünüyordum.
Doğrulup üzerimi silkeledim. Kaslarım sızlıyordu ancak acıtacak düzeyde değildi. Bıçağın çok az sıyırdığı kolumu ovuşturdum. Hamle yaparken kesilmiş olmalıydı.
"Kanıyor mu?"
Komutan Jex eşyalarını toparlarken kısa bir an bana bakış atıp sormuştu. Parmağımı yarada gezdirdim. Kan yoktu.
"Hayır, sadece bir sıyrık..."
Ben de bıçaklarımı kemerime takıp eşyalarımı bir araya getirdim. Havluyu terleyen enseme bastırdım. Antrenman yapmak iyi gelmişti. Biraz da olsa kafamı dağıtabilmiştim.
"Hadi, sana bir içki ısmarlayayım."
Sandalyenin yanına bıraktığım su şişesini kafama diktim. "Sözüm olsun. Halletmem gereken bir işim var öncesinde."
Omzunu silkti. "Sen bilirsin, derste görüşürüz."
"Görüşürüz."
Ters istikamete doğru yürümeye başladım. Saat ilerliyordu. Dante ile buluşmadan önce duş alıp üzerimi değiştirmem ve yemek yemem lazımdı. Zaman kaybetmemek için rotamı duşların olduğu yere çevirdim. İnsanlar Kuruluş Günü dolayısıyla dışarıdaydı. Kalabalıkta insanlara çarpmadan geçemiyordum. Bu da sinirimi bozuyordu.
"Affedersiniz."
Yana kaymaya çalıştığım sırada bir el omzuma dokundu. Temkinli adımlarla elin sahibine döndüm. Cal'in kısık gözleriyle karşılaşınca şaşırmıştım.
"N'aber?"
Derin bir nefes aldım. "Bugün dersin yok muydu senin?"
Birlikte yürümeye başladık. "Akşama nöbet koymuşlar. O yüzden öncesinde yemek yememe izin verdiler."
Çenemin ucuyla etraftaki insan topluluğunu işaret ettim. "Bu kargaşa ne zaman bitiyormuş biliyor musun?"
"Haftasonu bitiyor."
Homurdandım. "Sirk panayırı gibi..."
"Katılıyorum, arkadaşım," dedi gülerek. "Katılıyorum. Bir Unicorn eksik..."
"Bir de ip cambazı... Ama onu da bulabiliriz, değil mi?"
"Evet."
Kocaman gülümsedi. Ben de gülümsemesine karşılık verdim. Cal antidepresan etkisindeydi, mutluluğu insana bulaşıyordu.
"Neyse, ben kaçıyorum. Yemeğe gitmeliyim. Geliyor musun?"
"Önce duş almalıyım, berbat kokuyorum."
"Sen bilirsin, görüşürüz."
"Bay bay."
Cal'i uğurladığım esnada kalabalığın içinde bir silüet dikkatimi çekti. Bu, Altın Mühür'ü aldığım zaman benimle konuşan Veliahtların yanında gördüğüm adamdı. Bir Çevik gibi giyinmişti, omzunda bir kılıç asılıydı. Gözlerimi kırpıştırıp yürümeye devam ettim. Boşuna endişeleniyor olmalıydım. Burada olması benimle alakalı olamazdı, değil mi?
Boş koridorlardan birine girdim. Postallarımın zeminde çıkardığı ses dışında başka bir ses yoktu. Dikkatlice arkama dönüp baktığımda adamı görememiştim. Bu gerçekle birlikte rahat bir nefes aldım ve sırtımı duvara dayayıp gözlerimi kapattım. Paranoyaklaşmaya başlıyordum. Veliahtların benimle ne gibi işi olabilirdi ki? Tabi, sırtımda bir haritayla gezmem bunun başlıca sebeplerinden biriydi. Eko olduğumu öğrenmiş olabilirler miydi? Hayır, sanmıyorum. Bilseler anında beni Kral ve Kraliçe'ye götürürlerdi. Kral ve Kraliçe de bu gerçeği öğrendiğinde Dante ve beni bir odaya kapatır ve sorunu anlamaya çalışırdı. Sonuçta tarihte aynı zamanda iki Eko şu ana kadar hiç olmamıştı.
Saçımı karıştırıp duşlara gittim ve soyunup suyun altına girdim. Sakin ol, Ciara. Sakin ol.
Tenimdeki teri akıtıp saçımı yıkadım. Ardından vücuduma bir havluya sardım. Saçlarımı kurutma zahmetine girmedim. Yemek saati bitmeden yemek yemeliydim. Kıyafetlerim terli olduğundan sadece iç çamaşırlarımı giyip saçıma sardığım havluyu gözükmemesi için sırtıma attım ve odama giden koridoru arşınladım.
Melanie hala derste olmalıydı. Ortalıkta gözükmüyordu. Bunu fırsat bilip rahatça üzerimi giydim. Düz renk gri bir t-shirt ve siyah kapri bir pantolon... Altın Mührü sütyenimin önüne taktım. Onu odada bırakma riskine giremiyordum. Saçımı tepeden at kuyruğu yaptım ve odadan çıktım.
Neyseki yemekhanede yemek vardı. Açlıktan şu an her şeyi yiyebilirdim. Hevesle tepsiyi aldım ve görevli kadının tabağımı doldurmasına izin verdim.
***
Resmen dakikaları sayıyordum.
On bire beş dakika kalmıştı. Dante yemekhanedeyken bir kuş daha göndermişti. Tepsimin altına sıkıştırılmış bir kuş daha bulmuştum. O kuşta da Veliahtların katına giden sınırdaki odasına gelmemi söylüyordu. On bire iki dakika kala Melanie'yi uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalktım. Ayakkabılarımı ayağıma geçirip ses çıkarmamaya çalışarak kapıyı araladım ve odadan çıktım. Birçok kişi bu saatte yatmaya gidiyordu. Bu yüzden koridorda tek yük kişi vardı. Çevikler benden ters istikamete akın ediyordu. Başımı önüme eğip dikkat çekememeye çalışarak Veliahtların sınırına doğru giden koridoru döndüm. Veliahtlar ortalıkta gözükmüyordu. Şanslıydım.
Dante'nin odasına geldiğimde etrafı kolaçan ettim. Kimse beni görmemişti. Vincent'ın imasından sonra insanların gözlerini üzerimde hissediyordum. Sanki her biri bir açığımı arıyordu. Dante ile buluşmamı beklediklerine emindim. Ne düşündüklerini umursamıyordum. İnsanların fikirlerini hiçbir zaman umursamamıştım ancak rahatsız edici bir durum olduğunu da inkar edemezdim.
Derin bir nefes alıp Dante'nin kapısını çaldım. İnsanların canı cehenneme, şu an daha önemli bir sorunum var.
Kapı bana asırlar gibi gelen birkaç dakikanın ardından açıldı. İlk olarak Dante'nin soluk sarı saçları görüş alanıma girdi, sonrasında da yorgun yüzü. Üzerine siyah pelerinini giymemişti, siyah düz bir T-shirt ve siyah bir pantolon vardı. İçeri geçmem için geriye çekildi.
"Gel."
İçeriye adım attım. Son geldiğimden yana pek bir değişiklik yoktu. Sadece biraz daha dağınıktı. Yatağının üstüne kitaplar ve kağıtlar dağılmıştı. Hemen önündeki sehpada bezelye konserveleri ve soda şişeleri vardı.
"Ne içersin?" diye sordu. Mutfağa yönelip dolap kapaklarını açtı.
Mutfaktaki bar taburelerinden birine yerleştim. "Su yeterli."
Başını anladığını belirtircesine sallayıp dolaptan aldığı su şişesini önüme bıraktı. Kapağını açtı.
"Teşekkürler."
Sudan büyük bir yudum alıp huzursuzca oturduğum yerde kıpırdandım. Benimle ne konuşacaktı? Bakışları deliciydi. Gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Yutkunup söze girdim. Daha fazla oyalanmanın manası yoktu.
"Benimle ne konuşmak istiyorsun, Dante?"
Kollarını göğsünde çaprazlayıp kalçasını tezgaha dayadı. "İşleri hızlandırmamız gerekiyor."
"Neden?"
"Kral ve Kraliçe beni sıkıştırmaya başladı. Elimde bir bilgim olmadan onlara gitmem onları sinirlendiriyor. Bunca zamandır çalışıyorum ancak yapbozun onda birini bile çözemedim."
"Anlayışlılar demiştin?"
"Bir şeyler değişti," dedi. "Ne oldu bilmiyorum ama Kraliyet huzursuz. Taç giymeyi bile öne almayı düşündüklerini duydum."
"Taç giyme mi?"
"Varis prensi tahta oturtmayı düşünüyorlar."
"İyi de Kral hayatta... Yasalara göre Kral ölmeden Prens tahta geçemez."
Bana kaşını kaldırarak baktı. "Yasaları onlar koyuyor. İsterlerse değiştirebilirler."
"Bir şey onları korkuttu," dedim. "Bir şey onları korkutmuş olmalı ki kurtulmak istiyorlar. İyi ama neden?"
"İşte bunu bilmiyorum," deyip sıkıntıyla nefesini dışarı üfledi. "Ama Eko işini bitirmek istedikleri kesin."
"Aklından ne geçiyor?" Bir plan yaptığını biliyordum. Dante plan yapmış olmasa beni buraya çağırtmazdı.
"En yakın zamanda sırtının haritasını çıkarmalıyız. Birlikte benim sırtımın haritasını incelemeli ve kaynakları karıştırmalıyız. Bir de şu psikolog işini halletmemiz gerekiyor. Oradan da bir sonuca ulaşabiliriz."
"Kral ve Kraliçe'ye güveniyor musun?" diye sordum. Tezgahın üzerine bıraktığım suyumdan içtim. "Psikolog konusunda bize doğruyu söylediklerini düşünmüyorum."
"Emin değilim. Ancak oradan çıkacak bilgi bize bu hapishaneden çıkmamıza yardımcı olabilir."
"İlk önce psikolog işini halledelim. Sonra Eko olayına geçeriz. Sana Kral ve Kraliçe'ye sunabileceğin bilgiler buluruz."
Rahatlamayla omuzlarını düşürdü. Zorluk çıkaracağımı falan düşünmüş olmalıydı. Oysa bu işi halletmek benim de işime gelirdi.
"Eko olmak havalı bir şey gibi gelse de değil. Her detayı incelemek gerekiyor." Sonlara doğru sesi çatladı. O an gözüme on dokuz değil de kırk yaşında gibi göründü. Öyle yorulmuştu.
"Benimle konuşmadığın süre boyunca araştırma mı yaptın?" dedim yatağındaki kağıt yığınını işaret ederek.
"Evet. Ayrıca dikkat çekmemek gerektiğini düşündüm. O yüzden de araya mesafe koydum. Yoksa seninle konuşmamak için belli bir sebebim yoktu."
Ah, Melanie haklıydı. Bir şeyleri yerine oturtma çabasındaydı.
"Çevikler seninle benim konuştuğumu görmüş."
"Ne söylediler?"
"Pek bir şey değil. Eko olayını bilmiyorlar tabi."
Gözlerini ovuşturdu. Eskiden Ekoların rahat bir hayat sürdüğünü düşünürdüm. Sonuçta hepsi istediklerine ulaşabiliyordu. Güç desen onlardaydı, yemek desen onlardaydı. İtibar, özgüven, konfor... Ancak öyle değildi. Onlar çıkışa ulaşabilmek için satranç tahtasında bir taştı. Ancak piyon değillerdi. Daha güçlülerdi ancak Kral ve Kraliçe'den üstün değildi. Oysa onlar her zaman bir kahraman olarak görülürlerdi.
Her kahramanın çekmek zorunda olduğu bir bedel vardır, dedi iç sesim. Dante de bir kahramandı. Çekmek zorunda olduğu bedelse sorumluluktu. Kral ve Kraliçe'ye, insanlara, kendisine karşı bir sorumluluk... Tek başına koca bir yükü sırtında taşıyordu. Dışarıdan rahatlıkla taşıdığını söyleyebilirdiniz ancak içten baktıkça... O yük ona öyle ağır gelmeye başlıyordu ki kamburu çıkmaya başlamıştı.
"Hey..." Ona seslendim. "Artık ben de varım, tamam mı? Biz bu işte birlikteyiz. Yalnız değilsin. Ben de Eko'yum. Bu hapishaneden kurtuluşu birlikte bulacağız."
Geçmiş yaşamlarda gençliğinin baharında sayılabilecek iki gençtik. Ancak şimdiki şartlarda yüzlerce insanın hayatı bize bağlıydı. Bu delikten kurtulmanın anahtarı; bizlerdik.
Ve işimiz hiç kolay değildi.
Karşımdaki bar taburesine oturdu. Yüzünde memnun bir ifade vardı. Yalnız olmadığını bilmek ona güç veriyordu.
"Evet," dedi. "Biz Eko'yuz. Birlikte bu işi başarabiliriz."

DÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin