Bütün gece uyanıktım.
Melanie gecenin bir yarısı gelmişti ve benim olduğu tarafa bakma tenezzülüne girişmeden yatağa kendini atmış, dakikasında horuldamaya başlamıştı.
Bense saatlerdir gözümü kırpmamıştım. Sırtıma müdahele etmek için aynayla başarısız bir operasyona girişmiştim ancak sonuç olarak boynumun tutulmasından başka bir şey elime geçmemişti. Mutfaktan çaldığım birkaç buz kalıbını sırtıma tutmuştum ama onlar da eriyince sabah ağırınca Fısıltılara gitmekten başka çarem kalmamıştı. Onlar ne yapacaklarını bilirdi.
Belki milyonunca kez yana dönüp koyunlar saydım.
Bir koyun, iki koyun, üç koyun...
Babamın küçükken bana söylediği bir tavsiyeydi ve o zamanlar işe yarardı. Şimdiyse hiçbir şey olduğu yoktu. Karanlıkta oturuyordum.
Yatakta doğruldum ve bacaklarımı karnıma kadar çekerek çenemi dizime dayadım.
On sekiz olmak, böyle bir şey miydi?
Acaba diğerleri de böyle bir şey yaşamış mıydı?
Bilmiyordum. Tek bildiğim doğum günümün tahmin ettiğimden de daha kötü geçtiğiydi. Doğum günlerimi kutlamamakta haklıydım. Hepsi palavra...
Yaşlandığınızı hatırlatmaktan başka hiçbir faaliyetleri yoktu.
Sadece değişen bir sayı... Hepsi bu.
Melanie'yi dürttüm. "Melanie?"
"Hım?" Sırt üstü dönerek bana baktı.
"Yanına yatabilir miyim? Uyku tutmadı."
Kaşlarını çatıp merakla bana baksa da uykunun verdiği mahmurlukla üzerinde durmadı ve yatakta yana kayarak bana yer açtı. Yorganı kaldırıp yanına sokuldum.
"Teşekkürler."
"Bacağını üzerime atmazsan memnun olurum. Sabahları gördüğüm ilk şeyin arkadaşımın bacağı olması tahmin edersin ki hoş olmuyor."
"Söz veremem ama kaslarıma hakim olmaya çalışırım," dedim gülerek. Sırtımı ona dönüp ellerimi başımın altında birleştirdim.
"Güzel olur."
"İyi geceler, Melanie," dedim tüm içtenliğimle.
"Sana da Ciara."
***
Üç saatlikte olsa uykunun bilinmeyen kıyılarına yelken açıp enerjimin onda birini toplayabilmiştim. Melanie ile yatma işi beni rahatlatmıştı. Uyuyabilmemi ona borçluydum.
Sabah bacağımı üzerine atmış olmamdan ötürü ne kadar azar işitsem de onun da daha huzurlu uyuyabildiğini fark etmiştim. Huysuz iki kız kardeş gibiydik. Gerçekleri söylemekten çekiniyorduk.
Pijamalarımdan kurtulduğum gibi kendimi revire doğru yürürken bulmuştum. Sırtımın acısı geçmiş sayılırdı. Ama yaralarım olabilme ihtimalim yüksekti. Vücudum belki de Altın Mühür'e karşı reaktif göstermişti.
Bilemiyordum. Her şey olabilirdi.
Aklım üzerinde kafa yoramayacak kadar karman çormandı. Şu an bütün söylenenlere evet diyebilirdim.
Sola sapıp koridorun bitimine geldiğimde biri beni duvara çekti. Hazırlıksız yakalansam da reflekslerim sayesinde beni tutan kişiye sağlam bir tekme atabilmiştim. Kolunu tutarak geriye kıvırdım ve sertçe onu yere serdim. Bıçağımı postalımdan çıkarmayı başarabilmiş ve boğazına dayamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜĞÜM
Science Fiction500 yıl önce insanoğlu bir hapishaneye kapatıldı. Atalarımız halkı Çevikler, Veliahtlar ve Fısıltılar olmak üzere üç gruba ayırdı. Veliahtlar; yönetimi elde tutan gruptu. Zincirin en üst basamağında yer alıyordu. Çevikler; Veliahtları korumakla yükü...