XXVII. DÜĞÜM

662 62 14
                                    


"Zamanımız daralıyor," dedi Kral. Tok ve gür sesi iliklerimi titretmişti. Masanın altındaki bedenim daha da küçüldü. "Sıkıştırmaya başladılar. Bu sefer de sonuç alamazsak işimiz biter."

Kral'ın yanındaki yabancı bir ses konuştu. "Tahta çıkarırsan önüne geçemezler, kalmayı garantilersin. İnsanların inancını körüklemelisin."

Kral seslice iç çekti. "Haklısın. Michael zorluk çıkarıyor ancak ben onun babası ve Kral'ıyım. Benim istediğimi yapacak."

Yanındaki adamın güldüğünü duydum. Başımı çıkarmaya korktuğumdan adamın kim olduğunu bilemiyordum ancak sesi tanıdık değildi. Bir Çevik olmadığı kesindi.

"Hadi, gidelim. Tatlıya sıranın geldiğini duydum."

Kapının açıldığına dair bir gıcırtı duyuldu. Ardından o sesi adım sesleri takip etti ve konuşmalarını duyamayacağım kadar uzaklaşmaya başladılar.

"Geçen partideki çikolata şelalesini hatırlıyor musun? İnsanlar ona bayılmıştı."

"Evet, Fısıltıların ayakkabılarına bir kısmını doldurduğuna dair dedikodu dönüyor."

"Ne? Bu tam bir rezalet..."

"Evet..."

Ve kapı kapanıp sesleri kesildi. Ben de rahat bir nefes aldım.

Neden bahsettikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu ancak Kral ve yanındaki adam endişeli gibiydi. Ses tonları onları ele veriyordu. Eğer onlar korkuyorsa bizim de korkmaya başlamamız gerekmez miydi?

Biraz önceki olayı düşünmeyi daha sonraya erteleyip başımı daha fazla belaya sokmadan buradan çıkmak için saklandığım yerden kalktım ve temkinli hareketlerle kapıyı aralayıp başımı biraz dışarı soktum. Etrafta kimsenin olmadığına emin olunca da duvarda adeta sürünerek koridoru kat ettim ve bir aradan dışarı çıktım.

Dante'nin sesini duyamıyordum; Çevikleri oyalamayı bırakmış olmalıydı veya Çevikler ondan bıkmıştı ve ona istediğini vermişti. Her iki seçenek de olası gözüküyordu. Bu yüzden Çeviklere yakalanma riskini göze alamayarak koridorun ortasından salona uzanan bir boşluktan dışarı çıkmıştım. Başım hala daha koridora dönük olduğundan önüme dikkat etmemiş ve birine çarpmıştım.

Çarptığım kişinin Kral olmaması için içimden dua ederken birkaç adım geriye gidip başımı yerden kaldırdım.

Karşımda Kral yoktu.

Ancak karşımda giyinişinden anladığım üzere bir Veliaht vardı. Beyaz üniformasındaki altın işlemeler ve sol göğsünün hemen üzerine tutturulmuş Kraliyet arması bana bu Veliaht'ın basit biri olmadığını gösteriyordu. Gerçi bir Çevik olduğuma göre bütün Veliahtlar benden üstte sayılırdı.

Yutkunup bana öğretildiği gibi soğukkanlılığımı korumaya çalıştım. Ben bir Çevik'tim. Sorguya çekilme gibi durumlarla başa çıkabilirdim.

"Affedersiniz," dedim istediğim gibi güçlü bir sesle. "Sizi görmedim."

Veliaht'ın bakışları yüzümde yoğunlaştı. Yüzümdeki ifadeyi çözmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Ancak bakışları çok kısa bir süre arkamdaki koridora kaydı. İşte o zaman, kavisli kaşları merak ve biraz da şüpheyle çatılmıştı. Gözlerini tekrar yüzüme çevirdi.

Sadece bir bakışı bile karşısındaki insanı ürkütmeye yeterdi. Fazlasıyla sert biriydi. Ama bu, karşısında bir Savaş Komutanı olunca pek işe yaramıyordu.

"Orada ne yapıyordun?" diye sordu.

Kendinden emin ve gür tavrı bir an beni paniğe düşürecek gibi olsa da saliseden az bir sürede kendimi toparladım ve çenemi yukarı kaldırarak, "Lavaboyu arıyordum," diye cevap verdim. "Şampanya mesanemi doldurdu."

DÜĞÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin