-Ah hadi aç şu telefonu!Yaklaşık yarım saattir Demi yi en az 15 kere aradım. Cevap veriyor mu? Tabi ki de hayır. Merak ediyorsanız o çok parlak fikrim buydu. Nasıl işe yarayacağını düşünmüştüm ki. Beni görmek istememekte haklıydı.
Evine gitmeye karar verdiğimde Tiffany e çok önemli bir işim olduğu bahanesini uydurup kafeden çıktım. Arabaya ilerleyip yola koyuldum.
Evin kapısında son kez neler diyeceğimi aklımda toparladıktan sonra derin nefes alarak kapıyı çaldım.
Açmadı. Tekrar çaldım. Yine açmadı. Tekrar, tekrar, tekrar..... Açmadı. Evin bahçe kapısının açık olduğunu fark ettim. Oradan içeri girerek başka bir giriş olup olmadığını kontrol ettim. Arka tarafta cama uzanan bir ağaç olduğunu gördüm. Başka kimsenin yaptıramayacağı bir şeyi yaparak ağaca tırmandım. Camın fransız balkon olması ve basacak yerinin olması çıkmamı kolaylaştırdı. Tek ayağımı korkuluğun üzerinden atarak içeri atladım. Şansıma perde açıktı. Stor olduğu için yarısına kadar görebiliyordum. Ama pencere kapalıydı.
Demi yatağa uzanmış bilgisayardan bir şey izliyordu. Yanında da bir sürü buruşturulmuş peçete ve kağıt rulolar vardı. Ağlamış mıydı? Ben mi ağlatmıştım?
Ellerimi cama yaslayıp tıklattım. Duymadı. Görünüşe göre kulaklık takıyordu. En sonunda duyup etrafına bakındı. Beni görünce gözlerini büyülttü. Nasıl çıktığımı anlamaya çalışır gibi bir hali vardı. Telaşla üzerindeki bilgisayarı yatağın bir köşesine atıp ayağa kalktı. Pencerenin önüne gelip açtı. Bende korkuluklara dikkat ederek içeri girdim. Ardımdan tekrar pencereyi kapatıp perdeyi çekti. Daha sonra bana döndü:
+Senin burada ne işin var?!
-Konuşmak için geldim.
+Bunun için pencereden girmeni anlamıyorum. Kapı denen bir şey var!
-Aradım açmadın. Kapıyı defalarca çaldım. Ne yapabilirdim sence?
+Yalnız kalmak istediğimi düşünemedin değil mi? Baksana umrumda değilsiniz. Sen de Tiffany de. Ne yaparsanız yapın.
-Bak hata yaptım. Sadece söyleyeceklerimi dinle.
+Ne söyleyeceksin? Bana duygu sömürüsü yapmaktan vazgeç. Eğer o konudan bahsedeceksen unutmuşsun bile. Beni beklemeni senden isteyemezdim!
Bağırıyordu. Bağırıyorduk. Haklıydı belki. Ama böyle davranması damarıma dokunuyordu.
-Her şeyi yanlış anlıyorsun!
+Neyi yanlış anlıyorum ha?! Tiffany ile çıkıyorsun işte! Bunun başka açıklaması yok!
-Öyle olabilir ama ne düşündüğümü bilmiyorsun.
+Anlamak için ne düşündüğünü bilmeme gerek yok. Hareketlerinle her şeyi belli ediyorsun zaten.
-Bak dinle lütfen...
+Dinlemekte seni anlamakta istemiyorum! Sen onu seçtin. Bunu kabullen artık!!
-Ben onu filan seçmedim.
+Seçmeseydin onu öpmezdin!!!
Cevap vermedim. İçimde bir şeyler parçalandığını hissettim. Benden nefret ediyordu. Ne kadar da salaktım. Nasıl izin vermiştim beni öpmesine. Gittikçe kendimden daha da iğreniyordum. Pisliğin tekiydim. Haklıydı sonuna kadar...
Bana nefretle bakarken yanağından süzülen yaşları fark ettiğimde ona sarılmaya çalıştım. Kendini geri çekerek beni omuzlarımdan ittirdi.
+Uzak dur benden.
Fısıldamıştı. Sesi zar zor duyuluyordu zaten. O hala tepkisizce beni izlerken, ben bir anlık cesaretle dudaklarına yapıştım.
Umarım beğenmişsinizdir :) Ben pek beğenmedim açıkcası. İçimden geldi ve öyle yazdım. Zaten bu aralar tüm ilhamlarımı Dylemi hikayeme harcıyorum. Daha sadece tanıtımını yayınladım. :) Bölümleri yazmaya da başladım. Ona da bir bakın. WAİTİNG FOR YOU.
Neyse bölüm hakkındaki yorumlarınızı ve votelerinizi bekliyorum :) ....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OUR LOVE STORY // Lovato&Knight
FanfictionYerdeki valizimi elime dolayıp arkamı döndüm. Annemle babam da biletleri kontrol ettiriyorlardı. Bende yönümü oraya çevirdim. Yavaşca ve istemsizce ilerlerken arkamdaki sesle donup kaldım. "Seni Seviyorum." ...