Sabah uyandığımda öfkemi bir nebze daha kontrol edebiliyordum. Ama aylar öncesinden kalan kalbimdeki o burukluk ve yaslı halim hala geçmemişti. Anna'yı dün toprağa verdik. Dün gerçekten geçmişin üzüntülerinin gün yüzüne çıktığı ve yarama en çok tuz basılan berbat bir gün olmuştu. Hayatımda hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyordum. Kalktım ve aynaya baktım, gözlerim mosmordu. Özellikle de Anna'yı can kardeşim, dostum, her şeyimi toprağa verirken...
Bundan sonra belliydi her şey. Beni çok berbat günler bekliyordu. Ama dedim ya son işlerimi tamamlamam gerekiyordu. Yıkılmadan önce... Evet, tam da tahmin ettiğiniz gibi; şu İNTİKAM MESELESİ!
Yetimhane yıkılacaktı. Yetimhanede kalan çocuklar birkaç aylığına sarayın onlara verdiği bir binada kalacaklardı ve her türlü özel bakımları için görevliler tutulacaktı. Bu çocukları birkaç hafta da bir ziyarete gidecek, ve oradaki önemli işleri ben kontrol edecektim. Çocuklar için öğretmenler tutuldu bu şekilde de eğitimleri aksamayacaktı. Dün hem Anna'nın acısıyla hem de tüm bu işlerle uğraşmış, çocukların ortada kalmasını engellemek için kararlaştırmıştık. Bethany mi? O başka. Onun için idam biraz daha kolay bir ölüm şekli olurdu. Anna'nın ölüm şeklinin yanında idam çok azdı onun için. Sarayın en alt yerlerinde bulunan karanlık mahzenlerden birinde kalıyordu dün geceden beri. Onun yanında emirlerine uymak zorunda olan diğer yandaşları ise basitinden idam cezasına çarptırılmıştı. Bu öğleden sonra dünya o pisliklerden de kurtulacaktı. Çünkü onlara ağır bir cezaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bethany'in emirlerine uymaktan başka çareleri yoktu ne de olsa!
Bir de Alberto vardı. Yetimhanede genç kızlık çağına gelmiş bütün kızlar onun altına sokuluyordu. Onlardan biri de bendim zamanında! Onu da başka bir mahzene kapattırmıştım. İşler şimdilik yolundaydı. Bu kadar zalim ve planlı olmamıştım hiçbir zaman. Her şey o kadar tuhaf geliyordu ki! Terasın kapısını sürükledim ve çıplak ayaklarla büyük terasa doğru ilerledim. Aylar öncesine kadar yaptıklarım şimdi yaptıklarıma göre çok fazlaydı. Çok düşünüyordum her şeyi artık. Onlar her ne kadar hak etseler de vicdanım delmelerinden korkuyordum zamanla. Belki de üzüntümün ve öfkemin çorba olmasıdır böyle hissetmemin sebebi. Anthony'e o kadar ihtiyacım vardı ki. Ama bu ihtiyacımın büyüklüğü kadar da yapılacak bir ton iş.....
Lavobaya girdim ve 15 dakika içerisinde ılık bir duş aldım. Ardından saçlarımı havluya sarıp banyodan çıktım. İç çamaşırlarımı üzerime geçirdim ve turkuaz bir elbise giydim. Yüzüme sadece birkaç dokunuş yaptıktan sonra aşağı indim. Salonda Emily ve Anthony beraberlerdi. Derin ve sinirli bir nefes verdim. Kapıdan onlara bakarken arkamda bir el hissettim. Baktığımda Andriel olduğunu gördüm.
" Hey!" Andriel bana göz kırptı. Doğru ya olan şeylerden sonra Andriel'i unutmuştum.
" Hey, sen ne arıyorsun burada?" kapıdan onları izlediğimi görmüştü. Bir an utandım. Kim bilir neler düşünmüştü??!!!
" Senin için geldim, uzun bir seyahatteydim de. Şey akşam sana bir sürprizim var. Seyahate çıkarken sana haber veremediğim için bir özür borcum olduğunu hissediyorum." dedi ve dişlerini göstererek gülümsedi.
Gerçi ben pek oralı değildim. Aklım Anthony ve Emily'deydi.
Bana soru sorarmış gibi bakmaya başlayınca:
" Şeeeeyy, özür dilemek zorunda değilsin. Yani sana kırılmadım merak etme demek istedim." dedim gülümsemeye çalışarak. Bir yandan kapıya dayanmış onları dinlemeye çalışıyordum.
" Blaire iyi misin sen? Nereye bakıyorsun?"
Hemen gözlerimi baktığım yerden çekip Andriel'e döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayaller Ülkesi (BİTİYOR)
RomanceTüm hakları saklıdır. " İzin ver bana." " Hayır, Prenses Emily görecek. Gider misiniz buradan! Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" gömleğinden beliren kaslarını ittim. Oysaki burnumuz değecek kadar yakındık. Nefesi ve kokusu içine çekilmeye değer...