Changkyun's POV:Alarmın sesiyle gözlerimi açtığımda saat daha sabahın 6'sydı. Pekala, her işin büyük bir kusuru vardır. Benimkinin de erken kalkmaktı. Uyuşuk adımlarla yataktan çıktım ve banyoya yöneldim. Hızlı bir duşun ardından donduğumu hissederek dolabın önüne geçtim. Siyah bir pantolon ve basit bir tişörtü alıp hızlıca üzerime geçirdim. Aynanın karşısına geçtiğimde saçlarımı kuruttum ve şekil vermeye 'çalıştım'. Bir boka benzemediğini fark ettiğimde ise tutamları alnıma düşecek şekilde bıraktım ve içeri geçtim. Kahvaltı yapacak kadar enerjik hissetmiyordum. Bir süre boş boş koltukta oturup telefonumla uğraştım ve ardından hastaneye gitmek amacıyla dış kapımı araladım. Tam zamanı..
Karşıdaki dairede oturan o çatlak çocukla aynı anda çıkmıştık ve beni gördüğü anda suratında büyük bir sırıtma oluşmuştu. Ah..hadi ama.
"Kyunie!" Ufak bir cırlamanın ardından kapısını kapattı ve yanıma ışınlandı. Eli saçlarımı bulurken zaten şekilsiz olan saçlarımı daha beter bozmuştu. Bu çocuk cidden nasıl benden büyük olabiliyordu?
Saçlarımı karıştırdıktan sonra sonraki rotası yanaklarım olmuştu. Küçük bir çocuğu seven yaşlı kadınlar gibi yanaklarımı sıktı ve birkaç saçma mırıltı bıraktı. "Ne kadar sevimli bir çocuk bu böyle!"
"Minhyuk hyung, 23 yaşındayım.." ağzımdan sızlanırcasına çıkan kelimeler onu etkilememiş gibiydi.
"Ne var? Ben 26yım." sırıttı ve beni binanın çıkışına doğru itekledi. Birlikte durağa kadar yürüdükten sonra ani bir ruh hali değişmesiyle bana döndü. "Ev arkadaşı arıyordun değil mi? Bugün biri geldi.." düşünürken dudağını büzdü ve birkaç saniye durakladı. "Adı..Hyungwan'dı. Evet buydu." tekrar yüzünü büyük bir gülümseme kaplarken göz kırptı. "Yakışıklıydı. Kesinlikle onu kabul etmelisin.." kendi otobüsünün geldiğini görünce yanağıma sesli ve ıslak bir öpücük kondurdu ve otobüse doğru ilerlemeden son sözlerini sarf etti.
"Bugün seni arayacağını söyledi, unutma!"
Otobüse bindiğini gördükten sonra derin bir nefes verdim ve yanağımdaki ıslaklığı sildim. Tanrım.. Minhyuk iyi birisiydi ama aynı zamanda yerinde duramayan bir köpek yavrusu gibiydi. Katlanılması zordu.
Kendi otobüsüm geldiğinde her zaman boş olan tekli koltuğa geçtim ve kulaklığımı çıkarıp telefondan rastgele bir şarkı açtım.
***
Kafeteryada oturmuş küçük bir çubukla plastik karton içerisindeki kahveyi karıştırırken bakışlarım doğrudan masanın pürüzslü yüzüne sabitliydi. Odanın tavanında bulunan klimadan çıkan sıcak hava bedenimi ısıtırken yapmak istediğim tek şey başımı masaya yaslayıp uyumaktı.
Plastik bardağı yavaşça dudaklarıma doğru götürdüm ve içindeki sıvının hafifçe süzülmesine izin verdim. Kahve tat olarak çok sevdiğim bir şey olmasa da dinç tutuyordu.
Günün ilk transından çıkış sebebim telefonumun zil sesiydi. Irkilip masanın üstündeki telefona baktım. Sadece numara vardı. Açma tuşuna basıp kulağıma götürdüm ve boğazımı temizleyip mırıldandım. "Efendim?"
"Ah, kiminle görüşüyorum?" Tanıdık gelmeyen bir tını kulağıma dolarken sorusunu yanıtlamak için dudaklarımı araladım.
"Lim Changkyun."
"Doğru numaraymış..hey bekle bir dakika." Birkaç tıkırtının ardından daha sessiz bir yere geçtiğini anlamıştım.
"Dün öğleden sonra ilan için gelmiştim. Sanırım komşunuz bahsetti. Sizin için de sakıncası yoksa-"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost || Wonkyun
Fiksi PenggemarSadece nefes almaya çalışıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum, Çünkü bu duvarları ben inşa ettim. Senin yıkıldığını izleyebilmek için. Ve, ben her şeyi kaybettim. Şimdi beni kim kurtaracak? *** Uyarı: boyxboy, korku. İyi okumalar.