[bilmiyorum geçen bölümü anlayamamış olanlar var sanki, tekrar okursanızz güzel olur bir de kontrol edemedim yanlışlarımı görmezden gelelim]
Gece boyunca saçlarımı okşamış, arada öpücükler bırakmıştı. Kolay uyumamıştım çünkü içimde beni kemiren bir his vardı, zor yutkunuyordum ve göğüs kafesim ağrıyordu. O buradaydı, tam arkamdaydı ve bedenini de, sıcaklığını da hissedebiliyordum. Ama bu içimdeki hissi ilk defa götürmüyordu.
İlk defa, onun yanında bu denli huzursuzdum.
Birkaç saat uyumuştum sanırım. Uyandığımda güneş yeni doğuyor falandı. Kollarının arasından sıyrıldım, sanırım yeni uyumuştu. Siyah saçlarının çoğu yastığın üzerinde dağılmış ve birkaç tutam da yüzünü süslüyordu. Dudakları hafifçe aralıktı. Yüzünde pek huzurlu bir ifade yoktu ama o an bunun üzerinde durmadım. Benim de pek huzurlu olduğum söylenemezdi zaten.
Açıklama yapmasını istememiştim, sadece yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Şimdi ise varlığı bile huzur vermezken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Yavaş adımlarla odamdan çıktığımda tahmin ettiğim gibi Kihyun'u balkondaki sandalyelerin birinde, elindeki kupayla bulmuştum. Yanına doğru ilerleyip diğer sandalyeye oturdum. Geldiğimi fark ettiğinde bana doğru dönmüştü, gözlerinin altında yorgunluğunun izleri vardı ve pek iyi görünmüyordu. En azından onun benden iyi olmasını istemiştim on an. Fakat lanetli gibiydim, çevremdeki herkes mutsuzdu.
"Sana fena aşık."
Dudaklarını yavaşça aralayıp, hafif kırık ses tonuyla mırıldandığında elbette kimden bahsettiğini biliyordum. Karnımda rahatsız edici bir sızı belirdi.
"Beni-.."
Sesim yeni uyandığımdan gerek çatlarken, durakladım ve derin bir nefes aldım. Bunu söylemek bile zordu.
"Seviyor muydun?"
Ağzımdan çıkan kelimelerle gözleri anında beni yakaladı. Yorgundu bakışları ama yüzünde minik bir tebessüm belirdi. Hafif bir şaşkınlıkla ona baktım.
"Seni seviyorum."
Ağzımdan bir hıçkırık kaçarken gözlerini kapattı. Yüzünün ne kadar solduğunu gördüm o an. Kaşlarım çatıldı ama ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Onu seviyordum, ama o anlamda değildi. Hiç olmamıştı.
"Kihy-"
"Sorun değil, onu seviyorsun. Ona karışmışsın Changkyun. Canın acıyor, o kızla gördüğün için. Kızıyorsun ama ona çoktan karışmışsın. Geri alamıyorsun kendini.
Mutlu değilsin çünkü içinde kuşku var. Aşkın kuşkusu olmamalı Changkyun. Ondan anlatmasını iste. Seni böyle görmek istemiyorum."
Ona bunları nasıl bildiğini soracaktım ki sustum. İçimdeki ses aptal diye haykırdı ve ben gülümsedim. Yavaş hareketlerle yerimden kalkıp geriye dönmek için arkamı döndüm. Sonra onu gördüm, balkon kapısının bulunduğu mutfağın girişinde. Pervaza yaslanmış doğrudan bana bakıyordu. Kesik bir nefes verdim ve adımlarımı ona ilerlettim. Gözleri bir saniye olsun gözlerimden ayrılmıyordu ve hafifçe titrememi sağlamıştı.
Tam karşısında durduğumda yana çekildi ve belimden kavrayıp odaya yönelmemi sağladı. Konuştuklarımızı duyup duymadığını merak ediyordum ama sormam gereken daha önemli şeyler vardı.
Odaya girdiğimizde kapıyı kapatmış ve ayaklarımın hızla yerden kesilmesini sağlayarak beni duvara yaslamıştı. Ona yetişemiyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimi kırpıştırdım ve düşmemek için ona tutundum. Gözleri farklı bir şekilde kararmıştı ve başını hafifçe eğip burnunu boynuma sürterken ona ne yapmaya çalıştığını soracak akıla sahip olduğumu sanmıyordum.
"Seni oradan oraya sürüklememin sebebi muhtemel beni yok etmek amacıyla peşimize düşen cadılardı, ön amaçları ise seni öldürmekti. Fakat Hyungwon bizi iyi gizliyordu ve Kihyun da zihnine girmemeleri için uğraşıyordu güzelim."
Bir anda anlatmaya başlaması afallamama neden olurken dudakları boynum boyunca, kulağımın arkasına kadar minik buseler bırakmaya devam ediyordu.
"Bir şekilde yerimizi bulmalılardı, bu yüzden o kızı bulmuşlar. Sana anlatacak kadar bile önemsemediğim bir kızdı bebeğim, senden öncesi silinmişti zihnimden.
Bir anlık boşluğuma geldiler. O kızı seviyormuşum gibi hissetmemi sağladılar ve böylece ilgimi dağıtarak sana ulaşacaklardı. Tabii bu arada Kihyun da..-"
Ses tonu sertleşirken öpücükleri de sertleşiyordu ve ne tarafa odaklanacağımı şaşırmıştım.
"Kihyun'un dikkati de seninle dağılmış olmalı ki senin zihnine girmeyi başararak beni kukla gibi oynattıkları o sahneyi görmeni sağladılar. Safsın güzelim, senden başkasına en ufak bir duygu kırıntısı besleyebileceğimi mi sandın?"
Yüzü bu kez boynuma değil, bana bakıyordu ve sessizce yutkundum. Bir yandan içimdeki o ağırlık kalkarken o ise farklı bir hisle dolduruyordu. Kesik bir nefes verip aniden dudaklarımızı buluşturdum.
Hareketimle hırıldayarak anında karşılık vermeye başlamıştı. Elimi ensesindeki tutamlara yerleştirerek kendime daha çok çekerken onun kavradığı bacaklarımı beline dolamıştım. İçimde çok fazla bir açlık vardı ve onun sertleşen hareketleri de buna hiç yardımcı olmuyordu.
Dilini ağzıma itelerken minik bir inleme bırakıp kalçamı ona doğru bastırmıştım. Sanki onu yeterince hissedemiyor gibiydim ve başım dönüyordu.
Ardından sırtımın yatakla buluştuğunu hissettim. Gözlerim açılırken tişörtünü çıkararak üstüme eğilmesini kesilen nefesimle izlemiştim, vay be.
Sanki o kadar şeyi biz yaşamamışız da, hala peşimizde bir sürü bela yokmuş gibi sevişmiştik o sabah. Bedenlerimizin uyumu bile birbirimizden başkasına ait olamayacağımızı haykırıyordu ve buna oldukça da memnundum. Ondan başkasını istemiyordum, hiçbir zaman.
****
"Senin suçun Daehyun!"
Junhong ilk defa sesini bu denli yükseltip, agresif bir tonda bağırırken Daehyun olduğu yerde titriyordu. Bunu zaten biliyordu, ama kabullenmek işine gelmemişti ve ilk defa korkuyordu. Kaybetmekten. Elinde olan tek kişi zaten oydu ve onu da kendi elleriyle uçurumdan itmiş gibi hissediyordu. Bencil düşüncelerinin kurbanı olmuştu. O zaten hep böyleydi, böyle doğmuştu.
"Şu hırsın.."
Tükürür gibi konuşurken, gözleri sevgilisinin dışında her yerde geziniyordu Junhong'un.
"Beni dinle şimdi."
Sonunda sakinleştiğini uman Daehyun tam tersine sevgilisinin önünde eğilerek sertçe çenesini kavramasına irileşmiş gözleriyle karşılık vermişti. Onu hiç böyle görmemişti ve belki biraz, korkuyordu.
"Bundan sonra benim sözlerim geçerli olacak, anladın mı beni? Çeneni kapatıp dediklerimi yapacaksın."
Başını sallarken nefesini tuttuğunu fark etmemişti Daehyun. İlk defa bu kadar uysal oluyordu ve bu yönünü 296 yıllık yaşamında belki de ilk defa göstermişti. Bir yandan gurunun ne kadar kırıldığını düşünürken diğer yandan o Junhong'du işte, ne yapabilirdi ki? Ondan başka kimsesi yoktu.
Uzun olan en sonunda derin bir nefes vererek elini çenesinden çekti ve karşısındaki bedenin titrediğini fark ettiğinde biraz bıkkınlık, biraz da pişmanlıkla onu kollarının arasına çekti.
Daehyun Junhong'u büyük bir tehlikeye atmıştı, Changkyun'un zihnine son girdiğinde Kihyun tarafından savunmasız yakalandığı için şimdi güçleri etkisiz durumdaydı ve izi de sürülebilir haldeydi. Yani bu da her an ölebileceğini gösteriyordu ve bu onun rahatça öfkelenebileceği bir nedendi. Asıl öfkelendiği ölüm korkusu değildi, sevgilisinin bu kadar düşüncesiz oluşuydu.
Çok uzun zamanları kalmamıştı, bunu da iyi biliyordu.
***
işte bitiyor neredeyseeee :")

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost || Wonkyun
FanfictionSadece nefes almaya çalışıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum, Çünkü bu duvarları ben inşa ettim. Senin yıkıldığını izleyebilmek için. Ve, ben her şeyi kaybettim. Şimdi beni kim kurtaracak? *** Uyarı: boyxboy, korku. İyi okumalar.