twenty six

343 39 108
                                        


[yb hızlı geldi bakıın hadi yorum<33]

Odamdaki gürültü gözlerimi aralamama sebep olurken, yeni uyandığımdan olsa gerek aydınlığa karşı bir vampir gibi irkilerek tepki vermiştim. Sabahları odamın karanlık olmasını istemek çok mu olurdu yani? 

Sonunda görüş açımı düzeltebildiğimde bu sefer de kimin gürültü yaptığına bakmaya çalışmıştım. Olduğum yerde hafifçe kıpırdanıp başımı kaldırdım. Gördüğüm sarı kafayla sıkıntılı bir nefes verip geri yattım. Minhyuk'du işte.

"Ne yapıyorsun bu saatte?"

"Bu saatte? Saat 2 be." 

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp doğru söylüyor mu diye telefonumun saatine de bakmıştım ama evet, doğru söylüyordu. Nasıl bu saate kadar uyumuştum ki geç bile yatmamışken? Yerimde hafifçe doğrulup sırtımı yatağın başlığına yasladım ve Minhyuk'un neler yapmaya çalıştığını izlemeye başladım. Çekmecelerde bir şeyler arıyordu ama ne aradığını bilemiyordum tabii.

"Hoseok geldi mi?"

Bir an durakladığını fark etmiştim sorduğum soru ile. Ardından bana bakmadan başını iki yana salladı. Pekala, bu tuhaftı?

"Nerede olduğunu biliyor musun peki?"

"Tch, telefonunu da salonda bırakmış. Dün siz dışardayken geldi fakat geri gitti bir şey söylemeden."

Başımı ağır ağır anladığımı ifade edercesine sallarken aslında içimde bir şeyler kopup gidiyordu ya, onu da sadece ben biliyordum. Nasıl beni görmeye gelmezdi 2 gündür? Önemli bir işi de olsa evdekilere söyleyip gitmeliydi. Hiçbir şey söylememesi sorumsuzluktu. 

İçimdeki sıkıntının giderek büyüdüğünü hissettim. Ne yapmaya çalışıyordu ki? Beni meraktan öldürmeye falan mı?

Derin bir nefes verdim ve yatağımdan kalkıp uyuşuk adımlarla lavaboya yöneldim. Hızlıca yüzümü yıkayıp o uykulu halimden sıyrılabilmeyi denemiştim çünkü geç uyanınca genelde ölü gibi oluyordum. Çekilir gibi değildi. Bu sefer adımlarımı mutfağa yöneltip buzdolabını araladım. Gördüğüm meyveli barı direk elime alıp adımlarımı salona yöneltmiştim çünkü ne uzun uzun kahvaltı yapacak enerjim, ne de açlığım vardı. Gözüme kestirdiğim ikili koltuğa kendimi bıraktım ve elimdeki meyveli barın paketini sıyırarak, aşırı enerjik(!) bir şekilde yemeye başladım.

"Ne oldu, son lokmalarını mı yiyorsun?"

Kafama yediğim yastıkla kötü bakışlarımı çaprazımdaki koltukta oturan Hyungwon'a yolladım, bu bir tür 'elleşme, ısırırım' bakışıydı sanırsam. Onun ardından salona giriş yapan Kihyun benim tam aksime yürüyüşten gelmişti ve tam modundaydı sanırsam çünkü gülücükler saçıyordu.

Yüzümü buruşturup bakışlarımı televizyona çevirdim çünkü mutlu görünen insanlara bakasım yoktu. Ben mutlu değildim bir kere. 

"Suratsız." 

Kihyun da lafını sıkıştırmayı unutmamış diğer tarafımdaki tekli koltuğa yerleşmişti. Sinirle bir nefes verdim ve bu sefer dudaklarımı araladım.

"Bugün benimle iletişime geçmez misiniz?"

Söylediğim lafla Kihyun ve Hyungwon birbirlerine benim anlayamadığım bakışlar atmış, ardından Kihyun eliyle ağzının yarısını kapatarak,-benim dudaklarını okuyamamam için yapmıştı sanırsam?- sessiz bir tonda mırıldanmıştı fakat pek de sessiz sayılmazdı bu ortamda.

"Özel gününde herhalde."

Bu sefer dayanamayıp ayaklarımın ucundaki yastığı tüm gücümle Kihyun'a fırlattım. İkisi de gülmekten neredeyse yerlere yatarken ben huysuzlukla nefesimi vermiştim. Yemin ederim sanki anlaşmış gibilerdi. 

Lost || WonkyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin