twenty four

402 41 76
                                        


Eunha.

Yarı şeytan doğan tek kızdı, çok uzun süre türünden saklanmıştı. Belirli bir yaşa gelip yaşlanması durduğunda ve gücünün tamamını kazandığında ortaya çıkmış, çok sayıda avcı öldürerek çevresinde ün salmıştı. Tüm strairerlerin dilindeydi. Eh, Hoseok'da bundan nasibini almıştı.

Bir kızın güçlü bir strairer olması ona mantıklı gelmiyordu. Dedikoduların yerine, onu tanımak istiyordu. Doğruluğunu tespit edebilmek için. Eh, biraz da merak ediyordu tabii. Birazcık.

Bir süre onun çevresinde dolaşmıştı. Eunha için basitti, etrafındaki onlarca erkekten biriydi işte. Fakat bir gecenin ardından tüm görüşleri değişmişti. Hoseok onun annesini avcılardan kurtarmıştı.

Aşkın saçma olduğunu defalarca kendine söylemiş olan o kız, o andan itibaren gece siyahı tutamlara sahip olan o adama aşık oldu.

(y/n; off boyxgirl iğrenç şu an kendimden iğreniyorum teşekkürler)

Sürekli birliktelerdi. Arkadaşlarını görmeyi iki taraf da bırakmıştı, birbirlerinden başkaları için ayrı kalmak saçmaydı onlara göre.

Her şey iyi giderken Hoseok'un annesi hastalanmıştı. Çok hastaydı ve, öleceğini herkes biliyordu. Hoseok uzun bir süre içine kapandı. Eunha'dan da uzaklaştı.

Ölüm onu fazla sarsmıştı, günlerce kendini küçük bir odaya kilitledi. Günler, haftalar geçti. En sonunda kendine gelebildiğinde Eunha hiçbir yerde yoktu.

Gerçeği sonra öğrendi. Eunha, o zamanın en güçlü strairerlerinden biriyle ülkeyi terk etmişti, üstelik evlenmişlerdi.

Yıkımların üst üste geldiği zamanda Hoseok, artık kendi benliğini bile kaybetmiş gibiydi. Canlı hissetmiyordu. Sevdiği, annesi. Herkes gitmişti işte. Ardından o savaş başladı, strairerlerin ve avcıların neredeyse soylarını yok ettiği o savaş.

Hoseok acılarından güç bulmuştu, acımasızdı ve eskisinden daha ruhsuzdu. Bu ona savaşta ayakta durma imkanı sağladı.

Savaşın bitmesinden çok az süre önce, onu tekrar görmüştü. Sevdiği kadının kanlar içinde yerde yatması ona çok da iç acıtıcı gelmedi. Hislerini gömmeyi öğrenmişti.

Ama Hoseok, onu o gece o ıssız sokakta tekrar göreceğini bilmiyordu. Gömdüğü hislerin onu kasırgaya sürükleyeceğini de.

(y/n; of çok kötüyüm ben bebekler, napalım öldürelim mi hoseok'u?)

***

Changkyun

Yorgun adımlarımı yerde sürüklerken mutfağa girebilmiştim sonunda. Bu koridor niye bu kadar uzundu hem? Gereksizlik yahu.

Dolaptan çıkardığım meyve suyunu başıma dikerken Minhyuk'un kınayan bakışlarıyla karşılaştım. Ağzımdaki sıvıyı püskürtmemek için kendimi zorlarken, çabucak yuttum ve kıkırdamaya başladım.

"Üzgünüm Minnie, sen süt içebilirsin."

Elimin tersiyle ağzımı silerken Minhyuk başını iki yana salladı ve 'bu adam olmaz' bakışlarını üstümden çekerek dolaptan kahve kremasını aldı. Ardından tezgaha ilerleyip kahve yapmaya girişmişti. Açtığı kavanozun tiz sesi kulağımı doldururken mırıldandı.

"Hoseok nerelerde?"

"Bilmiyorum, sana soracaktım."

Bedenimi masanın yanındaki sandalyeye bakarken mırıldandım. İçimdeki o kötü his hala geçmemişti fakat aklımdan çıkarmaya çalışıyordum işte.

Lost || WonkyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin