four

1K 123 38
                                    

--

Zar zor kendimi otobüse attığımda saat 8'i geçiyordu. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirip kulaklığımı kulağıma taktım. Günün yorgunluğuna slipknot bile dayanmazdı.

'Devil in i' dinlerken sözlere odaklanmış halde bulmuştum kendimi.

Step inside, see the Devil in I
İçeri gir,içimdeki şeytanı gör
Too many times, we've let it come to this
Çok uzun zaman,bu hale gelmesine izin verdik
Step inside, see the Devil in I
İçeri gir,içimdeki şeytanı gör
You'll realize I'm not your Devil anymore
Fark edeceksin artık senin şeytanın olmadığımı

Irkilip başımı iki yana salladım ve şarkıyı değiştirdim. Bugün olanların normal olmadığını ve kendime açıklamayacağım kadar zor olduğunun farkındaydım. Inançsız bir insan olmama karşın Hoseok resmen bir ayin yapmıştı. Gördüğüm şeyleri yabana atamazdım. Psikiyatri okumuş biri olarak, kendime bile söz geçirecek halim yoktu. Sadece düşünceler aklımı boğuyor gibiydi. Kihyun'ın anlattıkları, gördüklerim, rivayetler..

İşin içinden çıkmayacağım kesindi. Gidip Kihyun'a bugün olanları anlatsam eminim ki beni Hoseok'un odasına korumasız girdiğim için azarlardı.

Otobüsün durduğunu fark ettiğimde hızlı adımlarla kendimi evimin önüne attım. Cebimi karıştırıp anahtarlarımı bulduğumda derin bir nefes vererek kapıyı araladım. Işıkların açık olması ve içeriden televizyon sesinin gelmesi beklemediğim bir şeydi.

Doğru ya..Hyungwan. (Y/N: Yahahaha sjdjdndnd)

Anahtarları girişteki dolabın üstüne bıraktım ve ceketimi çıkarıp içeriye ilerledim. Adamı daha görmemiştim bile ama ev arkadaşı olarak kabul etmiştim. Ne aptallık ama..

Içeriye girdiğimde koltukta oturup televizyonun aksine telefonuyla ilgilenen bir genç gördüm. Küçük görünüyordu.. benden küçük?

Beni görünce başını kaldırdı ve gülümsedi. "Merhaba."

"Ah, merhaba." uzattığı elini sıktım ve koltuğun diğer tarafına oturdum. "Ben Hyungwon, söylemeyi unutmuş olabilirim."

Salak Minhyuk..

"Ben de Changkyun. Biliyorsun zaten.." ortamda garip bir sessizlik oluşmuşken tekrar mırıldandı. "Kaç yaşındasın?"

"23, sen?"

"26." şaşkınlıkla duraklayıp suratına baktım. Tamam, boyu gayet uzundu ama suratı küçük gösteriyordu.

Yaklaşık bir saat oturup konuştuktan sonra onun düzgün biri olduğuna kanaat getirmiştim bile. Olduğum yerde gerinip esnediğimde uyumam gerektiğini anlamıştım artık. Kısa süren bir 'iyi geceler' sohbetinden sonra ayağa kalktım ve uyuşuk adımlarla odama ilerledim. Üstümü değiştirip rahat şeyler geçirdikten sonra kendimi yatağa bıraktım.

Ah..gerçekten yorulmuştum. Tüm bedenim ağrıyor gibi hissediyordum. Daha çok düşünmekten yorulmuş gibiydim bir yönden de. Baskın gelen kesinlikle fazla düşünmemdi. Bu, başıma giren ağrıyı da açıklıyordu.

Yorganın içinde iyice büzüşüp gözlerimi kapattım ve uykuya dalmayı bekledim.

***

Günlük rutin haline gelen işlerimi hallettikten sonra Doktor Lee'nin isteği üzerine ilaç odasına gitmiştim.

Odaya girdikten sonra ezbere bildiğim rafa uzandım ve içinden içinde sıvı ilaç bulunan uzun şişeyi aldım. 3-4 plastik bardağa eşit olarak bölüştürdükten sonra ise tepsiyi aldım ve odadan çıktım. Tekrar sağ koğuşun koridoruna girdiğimde içimi bir sıkıntı basmıştı. Oysa ki o olaydan önce bu kadar tırsmazdım bu koridordan.

Kulağıma gelen çığlık sesleriyle yüzümü buruşturdum ve doktorun söylediği odalara sırasıyla girip ilaçları dağıttım. Sona kalan ilaç, alt kattaki odadalardan birinindi. Oraya daha önce hiç girmemiştim, girmek de istemiyordum açıkçası.

Changkyun, kendine gel. Burası bir hastane.

Yanaklarımı sıkıntıyla şişirip adımlarımı merdivene yönelttim ve oldukça loş olan ortamda düşmemek için duvara yükümü verdim. Sonunda merdivenler bittiğinde karşımda büyük bir kapı vardı. Elimde tepsi olduğu için kapıyı omzumla ittirdim. Kapı iğrenç bir ses çıkararak açıldığında ağzım hafif aralanmış bir şekilde etrafıma bakıyordum. Burası..hastane değil hayvanat bahçesine benziyordu. Hangi gerizekalı hastaların kapılarını parmaklıklardan yapardı ki? Görebildiğim kadarıyla ise odalar berbat durumdaydı. Etraf gündüz olmasına rağmen sadece birkaç ampulle aydınlanıyordu ve bu bile karanlığı kaldıracak güçte değildi. Iğrenç bir koku etrafı sarmıştı ve zemin neden olduğunu bilmediğim bir şekilde ıslaktı. Tepsiyi yere bıraktım ve nefesimi tutarak ilerlemeye başladım.

Ilerden çığlık sesleri geliyordu ve normal olamayacak kadar sesliydi. Bu..sanki, bir yerinden bir şey koparıyorlarmış gibi, can çekişme çığlığıydı.

Merakıma engel olamayarak adımlarımı koridorun sonuna kadar ilerlettim. Sağa doğru döndüğümde gördüğüm şeyle yerimde donakalmıştım.

Tanrım..

Adımlarımı anında geldiğim yere doğru ilerlettim ve kapıyı zarla zor ittirerek yukarı doğru çıktım. Sonunda merdivenlerden çıktığımda olduğum yere çöktüm ve midemden yukarı çıkan ne varsa kustum. Sikeyim.. az önce ne gördüm ben?

***

Doktor Lee, kaçan genci görünce yüzüne büyük bir sırıtış oturtturdu ve elindeki neşteri hastanın çoktan açılmış kafatasındaki beynine geçirdi. Işi bitmişti, bayan Slyia'nın dediğini yapmıştı işte.

Kanlı gömleğini çıkarıp yere attı ve eldivenlerini çıkardı. Bu ölüm kokan yer onun da çok hoşuna gidiyor sayılmazdı. En azından ona temiz bir oda verebilirlerdi değil mi?

---

Kısa oldu ama böyle işte..belki akşam yine yazarım~ yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin.

Lost || WonkyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin