twenty seven

348 43 64
                                    

"She got the rhytm of maaa hearrtt-"

Ev Minhyuk'un sesiyle çınlarken Kihyun acele etmem için bakışlarından ateşler falan çıkarıyordu ama ne yapayım, ceketimin ayakkabılarıma uyumlu olmasını istiyordum.

"Aha, buldum."

"Minhyuk yakalayacak şimdi, hadi ya."

'Patlamadın ya?' bakışlarımı Kihyun'a gönderirken elime aldığım ceketi kolumun altına sıkıştırmıştım. Özellikle Minhyuk'a yakalanmamız gerektiğini ve eğer yakalanırsak büyük ihtimalle sorularından dışarı çıkamayacağımızı falan söylüyordu ama bende neden sanki 16 yaşındaki ergenlermişiz de, annemizden kaçıyormuşuz gibi davrandığını anlamamıştım. Son olarak aynada kendime bakarken elimden süratlice çekiştirmesiyle resmen ona yapışmıştım ve sonunda evden çıkabilmiştik. Beni neredeyse düşüreceği için edeceğim küfürleri sonraya saklayıp peşinden ilerlemeye başladım. Buralarda çok güzel bir pub bulduğunu söyleyip duruyordu ama eğleneceğimi hiç sanmıyordum. Yine de hevesini kırmamak için sesimi çıkarmadım.

Mekana vardığımızda etrafımdaki hiçbir insanın dilini anlayamıyor olmam o kadar komikti ki, bir ara bana bakarak konuşan adamın tekine dalmak üzereydim küfrettiğini sandığım için. Kihyun daha içmeden böyle olmama birazcık şaşırmıştı ama ne yapayım, bence küfür etmişti. Alkolü büyük ihtimalle pek yüksek olmayan içeceği elime tutuştururken eğlenen bir ifadeyle ona baktım ama o az sonra bakışlarıyla suratımda bir delik açacakmış gibiydi bu yüzden yüz ifademi silip elimdekinden bir yudum aldım.

Ortam o kadar boğuk ve havasızdı ki, üzerimizde hızla gidip gelen renkli ışıklar da hiç kullanmamış olmama rağmen LCD Trip'deymişim gibi hissettiriyordu. Etrafta başka hiçbir dertleri yokmuş gibi içip dans eden insanlar da bedenimin en azından biraz gevşemesini sağladı. Hey, burada değildi sonuçta. Hep onu düşünmenin nedeni neydi ki? Ben de biraz kafamı dağıtabilirdim.

Kaç bardak tüketmiştim bilmiyordum, fakat barmene eğilmiş neden muzlu bir alkol olmadığını sorarken hatta biraz ağlarken Kihyun'un nerede olduğunu sorgulayacak kadar aklım kalmadığını biliyordum. Adam en sonunda 'İngilizcem bitti' diye başından savmıştı beni. Niye Korece bilmiyordu bu herifler???

Bar kısmından geriye çekilmeye çalışırken bir an başım dönmüştü ve yere toslayacağımı sanarken, beni karşılayan kollara hiç sorgulamadan yapıştım ve ardından gelen tanıdık kokuyla rahatladım. Neredeysin diye çemkirecektim fakat halim yoktu gibi hissediyordum. Bakışlarımı kayan yakasında ve boynundaki morluğa çevirdiğimde yüz ifademe bir sırıtma ve kalkan bir kaş eklenmişti. Vay be, Kihyun bile birilerini bulmuştu demek.

"Kim sömürdü seni--"

"Neden bu kadar içtin sen?"

Kolları hala belimdeyken onu ciddiye alamıyordum, geriye çekilmeye çalışmıştım fakat elleri milim yerinden oynamıyordu ve sarhoştum-güçsüzdüm- tamam mı?

"Sen, bana cevap ver."

Kelimeler ağzımda yuvarlanırken işaret parmağımı ona doğrultmuştum, acayip aptalca bir şekilde gülüyordum ve ertesi gün çok rezil hissedeceğime emindim.

"Kim sömürdü seni?"

Sorumun ardından attığım kahkaha ona derin bir nefes aldırmış, bana çarpan 783773. kişiyi gördükten sonra en sonunda kuytu bir köşeye çekebilmişti bizi.

"Öyle bir şey olmadı, yanlış anlıyor-"

"Dur bir saniye.."

(y/n; şu andan itibaren medyadaki şarkıyı açarsanız ciddden mükkkemmel olur çünkü tüm o duyguyu aktaracak kadar yetenekli olmadığımı düşünüyorum)

Başıma giren sızıyla onu sustururken kaşlarımı çatmıştım. Bu neyin nesiydi şimdi? Sanki çözemediğim bir matematik sorusu üzerine uğraşıyormuşum gibi garip bir ağrıydı, tam dudaklarımı aralayıp başka bir şey söyleceğim esnada göz bebeklerimin genişlediğini hissettim ve tam o anda, her yer karanlığa büründü.

Birkaç garip fısıltı duydum ve sonra tekrar görüşümü kazanmıştım fakat barda değildim, boş bir arazideydim. Hava tam karanlık değildi ama tam aydınlık da değildi. Nerede olduğumu sorgulayacak kadar bilince sahip değil gibiydim, tam o anda görüş açıma iki beden girdi. Gözlerimi kısıp baktığımda bir tanesinin Hoseok olduğunu anlayabilmiştim. Soru işaretleri her yerimi donatmışken biraz daha yaklaştım o iki bedene. Hoseok'tu, karşısında da bir kız vardı. Koyu saçlı, aşırı soluk tenli bir kız. Bir şeyler konuşuyorlardı fakat anladıklarım uğultudan ibaretti.

Daha sonra kız, Hoseok'un yanağına elini koydu. Kaşlarım çatılmışken ne olduğunu kavramaya çalışıyordum. Neden, benim Hoseok'umun yanağını okşuyordu?

Hoseok, neden başını onun eline yatırmıştı?

Gözlerimi kırpıştırıp, anlamaya çalışırken kızın elleri bu sefer de saçlarına çıkmıştı. Sesleri netleşmeye başladı.

"O kadar zaman sonra.. hala ben mi Hoseok?"

Gözlerim irileşmişken, gördüğüm hiçbir şeye inanmak istemiyordum. Belki de bir kabustu. Gözlerimi kapatıp açtım ama hala buradaydım, bitmiyordu.

"Öpebilir miyim seni?"

Hayır, hayır, hayır..

Elini ensesine koyup onu kendine yaklaştırırken zihnimde sadece bu kelimeler yankılanıyordu. Lütfen, hayır..

O, benim Hoseok'um olamazdı değil mi?

Benim Hoseok'um, sadece beni sever, sadece beni öper--

Onlara öylece bakarken Hoseok'un bakışları beni buldu. Nasıl yani, beni görebiliyor muydu?..

Gözleri irileşirken ağzını açmıştı ki, geriye doğru adımladım. Buradan gitmeliydim, hayır, yok olmalıydım.

Beni yakalamak için bir hamle yapmışken tüm vücudumun titrediğini hissettim ve her şey yine karardı, gözlerimi açtığımda Kihyun'un endişeli bakışlarıyla karşılamıştım.

Hiçbir şey yapamadım. Hıçkırıklara boğuldum ve beni kollarının arasına almasına izin verdim.

****

agaa beee yak yak, şimdi belki pek bir şey anlamadınız nasııı gitti chang oraya falan,, hepsi açığa kavuşacak umarım

çok uzun olmadı ama geçiş bölümü gibi bir şey oldu şehirdışındayım bu yüzden yazamıyordum özür dilerim fındıklarım

gelin kucağıma;;

Lost || WonkyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin