[bölümü hareketli değil de, biraz melankolik bir şarkıyla okursanız süper olur. medyaya bıraktım bir tane, bir sonraki bölüm final ve birkaç güne gelecek]
Bir şeyler yanlıştı, biliyordum. Hyungwon'la Hoseok konuşmak için başka odaya gitmişlerdi ve Minhyuk da bu sabah Kore'ye dönmüştü. Kalmak için ısrar ediyordu ama Hyungwon bunun gerekli olduğunu kesin bir şekilde söylemiş ve onu susturmuştu. Sürekli bakışlarıyla konuşuyor gibilerdi ve deli olacaktım. Ciddi anlamda.
Kihyun salonda benimle otururken sanki kalkıp Hoseok'la Hyungwon'u basmamam için gözünü üstümden ayırmıyordu. Bu durum daha ne kadar sinir bozucu hale gelebilirdi, merak ediyordum cidden. Bakışlarımı zaten çalışmayan televizyondan ayırıp Kihyun'a çevirirken bakışlarımızın buluşmasıyla paniklemiş, odanın etrafına bakınmaya başlamıştı. Sinirle bir nefes verip yaslandığım koltukta doğruldum.
"Ne saklıyorsunuz-"
"Saçmalama!"
Mırıldanışımı bölen, Hoseok'un bağırışıyla gözlerimi kırpıştırdım ve koridorda ilerleyen bedene çevirdim gözlerimi. Hyungwon sıkıntılı görünüyordu, Hoseok da öyleydi ama öfkeyle sarmalanmış bir sıkıntıydı sanırım? Hyungwon ona susmasını işaret ederken bizi sonradan fark eden Hoseok duraklamıştı. Derin bir nefes verdi ve artık ayağa kalkma ihtiyacı hissettim. Onlara doğru ilerlerken yinelemiştim sorumu.
"Neler oluyor?"
Hoseok uzanıp elimi tuttuktan sonra diğerlerine sanırım 'kaybolmalarını' işaret eden bir bakış gönderdi. Normalde uyacaklarını sanmazdım ama o kadar ciddi olmalıydı ki, birkaç saniye içinde dış kapıdan çıkıp gitmişlerdi. Yavaşça ona dönerken çaresiz bakışlarıyla karşılaştım. Pekala, iyice tırsıyordum artık.
"Hoseok?"
"Bebeğim.."
Tuttuğu elimden beni kendine doğru çekerken sırtımı duvara yasladı ve boştaki eliyle alnıma dökülen saçlarımı geriye doğru ittirdi. Bakışlarım yüzünde dolaşırken artık konuşsun diye yalvaracaktım neredeyse.
"Benim bir süreliğine gitmem gerekecek. Sana bahsettiğim şu cadılar... için. Ben gelene kadar Hyungwon'un çağıracağı Myungsoo ve Kihyun'la kalacaksın. Anlaştık mı?"
Başımı hızla olumsuz anlamda sallarken kaşlarımı çatmıştım. Onu nasıl tek gönderebilirdim ki? Yani, çok bir yardımım dokunacağını sanmıyordum ama yalnız gidemezdi işte. Korkuyordum.. Neler yapabileceklerini kim bilebilirdi? Yüzündeki karmaşık ifadeyi gördüğümde derin bir nefes verdim ve sağ elimi kaldırıp, yanağına yerleştirdim. Yavaşça okşarken küçük bir çocuğu ikna etmeye çalışır gibi hissediyordum.
"Seni bırakmak istemiyorum Hoseok. Zaten uzun zamandır bana uzaksın.."
Son kelimelerimi sızlanırcasına çıkarırken kaşlarını çattı ve yanağında gezinen elimi yakalayıp, dudağına götürdü. Avuç içime derin öpücükler bırakırken yanağımı dişlemiştim.
"Tehlikeli, güzelim. Seni götüremeyeceğim kadar tehlikeli. Hyungwon da önden gidecek. Yalnız olmayacağım."
Bıkkın bir nefes alırken neredeyse mızmız bir çocuk gibi olduğum yerde tepinecek gibi hissediyordum. Yine de, yapmadım. Yapamazdım da zaten. Çok fazla düşündüğünün farkındaydım. Beni düşünüyordu. Bizi.
Bir süre yüzünü izledim. İçime işleyen o koyu irisler gülümsememi sağladı. Onun için gülümsedim. Onca şey arasında benim için endişelenmemeliydi.
"Ne zaman?"
"Bu akşam."
Yanağımın içini dişleyip başımı sallamıştım. Korkuyordum göstermesem de. Acayip korkuyordum ve o, gidiyordu.. Gözümün önünde olmayınca daha zor olacaktı. Ayrıca özleyecektim, çok sinir bozucuydu.
Dudağıma tutkudan uzak, hissedeceği özlem yansıtırcasına bir öpücük bıraktı. Bir süre yüzümü izledi. Saçlarımı okşadı. Boynumu sevdi dudaklarıyla.
Sonra gitti.
Çok bıkmış hissediyordum. Artık o da olmadığından etrafta, istediğim kadar yansıtabilirdim bıkkınlığımı. Myungsoo denen çocuk sürekli gülüyordu ve bu da sinirimi bozan bir diğer etmenlerdendi. Abartıyordum birazcık.. ama n'apayım?
Sonra bir şey oldu. Tam su doldururken, başıma tanıdık bir ağrı girdi ve bardak elimden kaydı. Kihyun'un o bakışlarını asla unutamayacağım sanırım. Olduğum yere yığılmadan önce çığlık attığımı hatırlıyorum.
Biliyordum, ona bir şey olmuştu. Hissetmiştim ve emindim. Gözlerimi açtığımda bana bir şey söylemeyen Kihyun'un başında neredeyse bir vazo kırıyordum ve tanrı'm, ben cidden kafayı yemiştim.
O bayılmamdan sonra, gözümün altında bir çizgi şeklinde, kandan daha koyu bir renkte yara oluşmuştu ve bu yüzden evdeki tüm aynaları kaldırmıştık. Her baktığımda kriz geçiriyordum. Fazla çirkindim. Fazla..
Çok zaman geçmişti. Ya da öyle hissediyordum bilmiyorum, zaman kavramım pek kuvvetli sayılmazdı. Ben.. deliriyor muydum?
Kihyun'un garip telefon konuşmaları vardı. Bir de bana bakışları. Acıyor muydu, kızgın mıydı, üzüntülü müydü? Bilmiyordum. Sadece karışıktı. Benimle çok konuşmuyordu.
"Kihyun.."
Sesim, uzun süredir konuşmuyor olmamdan ya da bilmiyorum.. bir nedenden dolayı fazla çatlak çıkmıştı ve bu bile bana çirkin gelmişti. Çirkin.
Çirkin olmuştum.
Hoseok.. beni sevmeye devam edecek miydi?
Sevmezdi. O çok güzeldi.
Bakışları beni bulduğunda biraz şaşırmış, yine de durgundu. Normal haline göre. Normal halimize göre.
"Efendim?"
"Onunla.."
Lafımı bölen öksürükle, ağzımı kapatmış ve yüzümü hafifçe buruşturmuştum. Boğazım ağrıyordu her öksürdüğümde, fena grip olmuştum sanırım. Ya da-
Bakışlarım elime kaydığında bedenimin kasılması, panikle elimi kapatmama neden olmuştu. Kanın, parmaklarıma iyice yayıldığını hissetmiştim. Kesik, titrek bir nefes verdim kendime gelmek için. Bana kaşlarını çatarak-anlamaya çalışarak bakarken hızla dudaklarımı araladım."
"...konuşmak istiyorum."
Bedenim hala şokun etkisindeydi ve ben ağlamak istiyordum, bağırarak ağlamak. Kriz geçirecek gibiydim ama söylediğim şeye vereceği cevap daha önemliydi. Yalnızca biraz dayan Changkyun, biraz dayan.
"Bu, şu an biraz zor."
Verdiği cevapla dudağımdan bir sızlanma edası kaçarken, artık gözlerimin ıslandığını hissediyordum. Tanrı'm, lütfen, sadece.. sesini duysam da olurdu. Ölüyordum. Çok özlemiştim.
Bana sarılan kolları hissettiğimde gözlerimi kapattım. Olmuyordu. Bu yalnızlık hissi onun kolları olmadıkça, geçmeyecekti.
"Bırak beni!"
Aniden onu ittirmemle şaşırmış, biraz da sendelemişti. İşte şimdi bağırarak ağlıyordum, bir yandan ya yüzümü silmeye çalışıyor, etrafta kıracak bir eşya arıyordum ki-- bana bakan dehşete düşmüş gözleri, ardından iki kolumu da tutup sabit durmam için sıkan elleri durmama neden oldu. Daha sonra bir elini çekti, parmaklarını yüzüme sürttü.
"Bu ne?"
Parmaklarındaki kanı görünce aptal, diye düşündüm. Aptalsın Changkyun. Elim.. Kanlı elimi yüzüme sürtmüştüm.
"Changkyun.."
Sonra hıçkırdı, yüzüme bir süre farklı bir şekilde baktı ve hızlıca odadan çıktı. O kadar hızlı gelişmişti ki bir şey bile söyleyememiştim. Sadece koltuğa çöktüm ve ağlamaya devam ettim.
Sonra, bir defa daha öksürdüm.
*******
31. bölüm final olacak, yine cenabetim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost || Wonkyun
FanfictionSadece nefes almaya çalışıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum, Çünkü bu duvarları ben inşa ettim. Senin yıkıldığını izleyebilmek için. Ve, ben her şeyi kaybettim. Şimdi beni kim kurtaracak? *** Uyarı: boyxboy, korku. İyi okumalar.