twenty five

330 39 68
                                        

[yorum atmazsanız yb gelmez ı-ıh]

"Şşh." 

Elimde telefonum, kamerayı açtığım gibi hazırda bekleyerek seslenmiştim kendisini önündeki cheesecake'le kaybetmiş Kihyun'a. Başını kaldırdığı an fotoğrafı çekip mutlulukla gülümsedim. Kameraya öyle afallayarak bakmıştı ki, şu fotoğrafı çıkarttırıp her yere asabilirdim. Yüzündeki, "tamam eğlendin ama yeter" ifadesiyle ve hafif gülümsemesiyle bana bakarken omuz silkip telefonumu kilitleyip cebime tıkıştırdım. Bana hiiçbir güç o fotoğrafı sildiremezdi ki. 

"Sen var ya, çok fenasın." 

Arkasına yaslanmış ve oturduğu koltuğumsu(?) sandalyede iyice yayılmışken ağzının içinde kelimleri yuvarlayışına güldüm. Önce gidip bir komedi filmi izlemiştik ama acayip bayat bir filmdi, filmden çok Kihyun'un önümüzdeki kadının yan tarafa koyduğu açık çantasına attığı patlamış mısırlara gülmüştüm ve cidden, neredeyse hepsi isabet etmişti. Zar zor ışıklar açılmadan kendimizi filmden atmıştık yakalanmamak için. Yaşadığım onlarca şeye rağmen neden bu olay bu kadar heyecanlı gelmişti orasını ben de anlayamamıştım tabii. 

Ardından gerizekalı gibi şu 8 midir, 9 mudur kaç boyutluysa o 5 dakikalık şeyleri izlemeye gitmiştik. Kihyun o koltuklar hareket ederken gözlüğünü düşürmüştü ve ben de ona gülmekten karşımdaki ekrana bakamamıştım. Bu kadar aksiyon yeter diyerek de kendimizi bu kafeye atmıştık işte. 

"Bunu şimdiye kadar biliyor olman gerekmiyor muydu?" 

Yüzümdeki gülümsemeyle sonunda cevap verdiğimde kaşlarını kaldırdı, bir şeyleri tartıyor gibiydi. 

"Yok, önceden daha sessiz sakin, sevimliydin sen."

Dediği şeye burun kıvırıp önümdeki yarısı bitmiş muzlu keke baktım. (y/n; evet evet, yine muzlu.) 

"Ne yapalım şimdi?" 

Konuyu değiştirip sıkıldığımı fark ederek sorduğumda telefonuma gelen arama dikkatimi çekmişti. Hoseok'un ismi telefonun üstünde belirdiğinde tam da o sırada sarjım bitmişti. Bir süre şaşkınlıkla telefona baktığımda Kihyun'un sesi odağımı kaybettirdi. 

"İstersen benden arayabilirsin?"

Sorduğu soruyu bir süre düşünsem de, gece boyu ve sabah da gelmeyişi sinirimi bozduğu için cevap vermemenin uygun olduğunu düşündüm. Zaten Minhyuk ve Hyungwon'dan dışarı çıktığımızı öğrenebilirdi.

"Tch."

Üstelemediğimi gördüğünde bir süre bakışlarını üzerimde gezdirdi ve ardından gülümsedi. İşine geldiğini zaten anlamıştım, niye bu kadar belli ediyordu ki?

"O halde seni su parkına götüreceğim, hadi gel."

Ben daha nereye gideceğimizi çözememişken beni çekiştirmesiyle ayaklandım ve el mahkum onu takip etmeye başladım.

***

Hoseok ağzında bir küfür mırıldanırken telefonunu çıkarmış ve ezberindeki numarayı tuşlamıştı.

Duyduğu telesekreter mesajıyla daha da sinirlenirken, yerinden kalkmak için bir hamle yapmıştı ki Minhyuk'un söylediğiyle yerinde çivilendi.

"Gidip hesap mı soracaksın? Önce git ve boynundakinin hesabını nasıl vereceğini düşün."

Hoseok

Bu histen nefret etmiştim. Bu histen cidden nefret etmiştim. Onu tekrar gördüğüm an o gömdüğüm bütün duygularım, bütün zayıflıklarım ortaya çıkmış gibiydi ve ben, zayıflıklarımı sevmezdim. 

Elimde duran telefona bir süre daha baktım. Ardından derin bir nefes alarak koltuğa bırakmıştım. Bir şeyleri düşünmem gerekiyordu, düşünmeyi istemediğim şeyleri.

Adımlarımı terasa ilerlettim ve yüzüme vuran soğuk rüzgarla biraz olsun sakinleşmeyi denedim. Bu çok garipti, cidden çok garipti. Gördüğüm an içimde bir şeylerin kopup gitmesi garipti. Acı ve birkaç tanımlayamadığım duygu da bir aradaydı. Oysa Chang'ı sevdiğime emindim, aşıktım ona. Buna rağmen niye bunları hissetmiştim?

Ellerim ceplerimde yerlerini almış, darmadağın olan saçlarımı umursamıyordum. Bakışlarımı karanlığa diktiğimde bile gördüğüm şeyler ürkütüyordu beni.

Onu görüyordum. 

Göğüs kafesime dolan sıkıntı kesik bir nefes almamı sağlarken burada duramadığımı fark ettim. Adımları tam tersine döndürüp, hızlıca terastan çıktım ve aynı hızla evden de çıktım. 

Biraz uzaklaşmak iyi olacaktı.

****

Kihyun

Üstü başı ıslanmış fakat hala mutlulukla elindeki pamuk şekeri yiyen Changkyun'a bakarken yüzümde istemsizce silik bir gülümseme oluşmuştu. Su parkına gitmiştik ve ikimiz de neredeyse iç çamaşırlarımıza kadar ıslanmıştık fakat o kadar söylenmesine rağmen bir pamuk şekeriyle susuvermişti. 

Bakışlarım alnına yapışan bir tutam ıslak saça takıldığında elim benden bağımsız bir şekilde kalkmıştı. Parmaklarımla saçı geriye doğru ittirip, biraz yüzünde oyalandırdım elimi. Yanağını hafifçe okşayıp bakışlarımı gözlerine diktiğimde bana baktığını görmüştüm. Bakışlarındaki şey neydi, kesinlikle bilmiyordum ama böyle bir asır daha kalıp ona bakabilirdim. 

Çok güzeldi. 

Bir süre sonra elimi çekip, o garip havayı bozmak adına gülümsedim. O da hafifçe gülümsemiş, kopardığı pamuk şekerini bana uzatmıştı. Uzanıp ağzımı açtım ve o güzel gülüşünü duydum. Cennetin ön gösterimi falan mıydı bu çocuk? Hayır, eğer öyleyse tüm her şeyi bırakıp tüm günümü insanlara iyilik yapmakla geçirebilirdim çünkü. Her pazar kliseye de giderdim. Yapardım yani. 

"Üşümüşsündür, gidelim mi artık?"

Konuşmamla bana dönüp elindeki çubuğu kenara attı ve başını salladı. Birlikte kalkıp taksi durağına doğru ilerlemiştik. Öyle hoş bir gün olmuştu ki, sonunda uzun zaman sonra ilk defa Hoseok olmadan onunla olabilmiştim. Bana normalde olduğu gibi mesafeli de olmamıştı.

Beni umutlandırıyor muydu bilmiyordum, fakat umutlandığım kesindi. 

O hak etmiyordu Changkyun'u. Hiçbir zerresini hem de. Bir kere adam şeytan sayılırdı yahu. 

Yarımmış, peh. 

Kıçım.

Basbaya şeytandı şerefsiz.

"Binsene.."

Bana seslenmesiyle kendime gelmiş olmalıyım ki, gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım ve ardından başımla onaylayarak yanına geçtim. Şoföre yeri tarif ettikten sonra arkama yaslanmıştım. 


Changkyun

Sonunda eve gelebildiğimizde önce hızlı bir duş almış, ardından kuru ve sıcak kıyafetlerimi mutlulukla üstüme geçirmiştim. Yapış yapış olmak pek iyi bir his değildi açıkçası. Adımlarımı salona ilerlettiğimde koltukta uyuyakalmış bir Hyungmin manzarası ile gülümsemeden edemedim. Ki, bu aklıma Hoseok'u getirmişti.

Evde de yoktu. 2 gündür yoktu ve ben merak ediyordum. 

Rahatsızlıkla bir nefes alıp adımlarımı odama doğru yönelttim. Bu sırada Kihyun da odasından çıkmış ve eline aldığı küçük havluyla saçlarını kurutmaya çalışırken bana gülümsemişti. Karşılık olarak gülümsedim ve ağzımın içinde yarım yamalak bir 'iyi geceler' dedikten sonra odama girdim. İçimde cidden kötü bir his vardı ve geçmiyordu. Adımlarımı yatağıma ilerletip bedenimi yumuşak zemine bıraktım ve gözlerimi kapattım. Belki açtığımda burada olurdu. 


****

şimdi diyorsunuzdur ki sen ne yapıyorsun ama ne yaptığımı biliyorum bu arada 30. bölüm final büyükkkk ihtimal hatta daha erken de olabilir 

sizi seviyorum fındıklar, hadi kucak<3


Lost || WonkyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin