Hiç uyumuş muydum ki?
Başı dizimin üzerinde, bir elim saçlarında ve diğer elim ellerindeyken gözümü huzuru tatmak dışında kapattığım olmuş muydu bu gece?
Ah, olmuştu. Olmuştu çünkü gözlerimi açtığımda dizlerimde değildi. Oysa ben tüm gece ayık, tüm gece yüzüne dokunup saçlarını karıştırırak, kokusunu çeke çeke öperek, ağlayarak ve aynı zamanda deli gibi sırıtarak geçirmiştim zamanımı. Her saat, her saniye. Hayır. Bir kaç saati görünüşe bakılırsa kaçırmıştım. Nasıl olmuştu da uyuyakalmıştım? Jeon Jungkook yanıbaşımdayken zamanı uyuyarak geçirmek Dünya Ahmaklar Şampiyonası'nda altın madalya almakla aynı şey değil miydi? 'Biraz daha direnebilirdin!' diyerek kendime hayali bir tokat attım ve ayağa kalkmaya çalıştım. Boynum ve belim inanılmaz derecede acıyordu. Eğilip eğilip durmak ve gece boyunca oturmak kemiklerime hiç iyi gelmemişti ama ruhsal olarak bulutlara dokunup dokunup kendimi onların üzerinden aşağılara bırakıyordum. Esneyerek kapıya doğru yürüdüm, zombi gibi göründüğüme emindim. Henüz çok erken olduğu için okulda kimse yoktu. Peki ama o nereye gitmişti? Uyuduğum ana bir kez daha lanet ettim. Söylediği 'yağmur dinene kadar' kulaklarımda çınladı. Pencereye yöneldim ve gerçekten dindiğini gördüm. Bütün bedenimi bir korku kapladı ve öylece bakakaldım, dalga geçiyor olmalıydı veya bir işi mi çıkmıştı? Mesaj sesiyle kendime geldim. Numarayı gördüğümde bu sefer duyduğum tek şey kalp atışlarımdı. Ondandı.
''Güneşin ilk ışıkları yüzüne değdiğinde kirpiklerine bıraktığım öpücüklerle birlikte, sahile gel.''
Çığlık atarak boş koridorda koşup zıplamak istedim, artık sadece kalbim değil tüm organlarım onunla birlikte atıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak sırıtışıma engel olmaya çalıştım ama dişlerim buna kesinlikle izin vermiyordu. Tam olarak otuz ikiside yanaklarımı koparmaya niyetliydi. Anlık ruh hali değişiminde rekora koşuyordum artık. Öksürüp kendime gelmeye çalıştım, odama hızla girip montumu aldım ve bacaklarım sanki ben yönetmiyormuşum gibi merdivenleri üçlü dörtlü indi. Çıkışa hızla yönelirken gelen öğrencilerin bakışları yavaşlamamı sağladı. ''Bay Park! Bugün erkencisiniz!'' diye bağırıp el sallayan öğrencime bende gülümseyip el sallayarak ''Günaydın!'' diye cevap verdim. Gün gerçekten aymıştı, gülümsememi durduramıyordum.
Daha önce en son ne zaman bu kadar heyecanlı hissetmiştim? Tabii ki orada kilitli kaldığımız gece, kesinlikle. Hangi sabahım bu kadar harika başlamıştı? Yine o gün, hiç şüphesiz. O sabah acıyla bitmiş olsa bile şimdi o acı telafi ediliyordu. Heyecandan titreyen ellerim anahtarın yerini bulamıyordu. Derin bir nefes alıp verdim ve tekrar denedim. Bu sefer oraya gidişimin hüsranla sonuçlanmayacağı kulağıma fısıldanıyordu, en azından mesajdan anladığım buydu. O zaman ki heyecanımın hıçkırıkların ve depreminin enkazı altında kalması bir anlık bir sızıyı kalbimin tam ortasından geçirmişti. Kafamı salayıp kendi kendime kötülük yapmayı bir kenara ittirdim. Gerçekten susmak işe yarar mıydı? Anlayabilir miydim? Ne olursa olsun, her şekline razıydım. Sahilin yolunu tuttum.
Yakın bir yerde park ederek hızla dışarıya attım kendimi, karşıya geçip yürüyüş yolundan ilerledim. Yürürken kafamı havaya kaldırıp heyecanla güldüm, kendimi deli gibi hissediyordum ama bu delilik dünyanın en güzel şeyiydi! Erken olduğu için etrafta pek insan yoktu, sabah koşusunu yapan sağlıklı insanlar dışında. Derin derin nefesler alarak etrafıma bakındım, yoktu. Acaba daha gelmemiş miydi? Beni böyle korkularla yüzleştirdiği için bir kez daha kızdım. Biraz daha beklersem oturup burada gittiği anı hatırlayarak yine kendimi hıçkırıkların ellerine bırakacaktım. Sabırsızlıkla sallandım.Kafamı sürekli döndürerek etrafa bakınıyordum, havada yağışın bıraktığı soğukluk vardı. Etrafa bakınmamı ve yerimde duramayaşımı durduran arkadan belime dolanan kollar oldu. Ah sessiz sessiz, sinsice yaklaşmayı seçmişti demek! Böyle bir yaklaşmayı hayal bile etmemiştim ama o ayrı bir meseleydi. Kafamı döndürecekken belimdeki kollarını daha sıkı sarıp başını boynuma yerleştirdi ve koklayarak sert bir şekilde öptü. O an kıpırdanmayı bıraktım ve yanmaya başladım. Şah damarım bile en şiddetli atışını sergiliyordu. Yutkunmaya çalıştım sadece, gıkım çıkmıyordu. Öpücükten sonra çenesini omzuma koydu ''Teşekkür ederim, şemsiyem!'' dedi coşkulu diyebileceğim bir sesle. Gözeneklerimden bırakın mutluluk akmasını, mutluluğun zirvesi, en tepesi, en üstü akıyordu. Artık huzurla ölebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paper Hearts / Jik∞k
FanfictionÇünkü göğsünde, boynunun hemen altında onun benim için bütün kapıları açmasını istememe neden olan bir yer var. Çünkü her kafamı kaldırdığımda gökyüzünün onun ten rengine büründüğünü görüyorum, gözlerimi kapatıp sadece onu düşünmek istiyorum. Boyn...