Arabaya bindiğimizden beri zihnimin içerisinde uğultu yapan bir ses ve çalışan motor sesi dışında çıt çıkmıyordu. Jungkook yola tam anlamıyla bomboş bakıyordu. Bir şeyler düşünüyordu bu çok belliydi fakat bomboştu yola odaklanmaya çalışan bakışları. Onu uzun süre izleyemezdim, bu yalnızca dayanmaya çalıştığım o iki günü boşa çıkarırdı. Kıvılcımları beni tutuşturmaya her zaman müsaitti, ona koşmamak için her zamankinden daha fazla direnmem gerekiyordu.
Şirketin kapısında durduk, sadece durduk. Arabayı almak için birinin Jungkook'un tarafına doğru yürüdüğünü gördüm. Onun dışında sadece yere bakıyordum. Zorlukla yutkunup kapıyı açmak için elimi kaldırdığımda Jungkook fısıldadı. Boşta kalan elimi tutarken, kalbime dokunabiliyordu. "Geçecek. Bütün bunlar geçecek, sadece o kağıdı imzala ve şirketin başına geç. Karşı çıkma, buna gerek kalmayacak. Ben yanındayım. Her şey geçecek sevgilim."
"O imza hayatımın sonu olacak, yapmalı mıyım gerçekten? Anlamıyorsun."
"Anlatmıyorsun. Bu çok normal. Sadece haberlerden gördüklerimle böyle bir toplantı olacağını öğrendim ve tahmin yürütmeye çalışıyorum."
"İçine düştüğüm durum anlatılacak gibi değil. Bundan kurtulmayı bende istiyorum, deli gibi istiyorum, ama bir sonu olmayacak. O hep böyleydi ve lanet imza da beni ona daha çok yapıştıracak. Nasıl onun işleriyle ilgilenebilirim?"
Jungkook tuttuğu elime bakarken beni dinliyordu. Gittikçe artan endişem yüzünden sesim değişip duruyordu ama yüzünde en ufak bir değişim olmadı. Sakindi ve parmağını avcumda dolaştırıp beni de sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Vazgeçiyorsun. Vazgeçiyorsun değil mi? Benden, danstan, her şeyden vazgeçiyorsun."
Kendime bile kabul ettiremediğim o gerçeği dile getirmesi kalbimi kırmıştı.
"Senin için." dedim. Yüzüne hala bakamıyordum. "Jungkook bu yaptığım şey sadece senin için." Yerinde kıpırdanıp kendini bana çevirdi. "Benim için mi?"
Dalgındım ve o halde kafamı salladım. Bir şeyler söylemek için çırpınışımı tam sona erdirecekken cam tıklandı. Şeytan iş başındaydı. Camı indirdikten sonra eğilmesinden sonra robot gibi konuşan adama baktım.
"Hoşgeldiniz Bay Park. Babanız sizleri bekliyorlar. Eşlik etmek için gönderildim."
Duyduğum cümleden sonra yalnızca alnımı ovup durdum. Ovdukça ağrısı artıyordu. Başlıyorduk ve bu kez Jungkook yanımdaydı. Her anlamda yanımdaydı, bir şey bilmeden... Avcumu okşayan eline baktım. "İnelim. Sonra konuşuruz. Olur mu?"
Camı kapatacağım sırada Jungkook üzerime doğru eğilip adama doğru konuştu.
"Buralarda muzlu süt satan bir yer var mı? Şirketten olsun istemediğim için soruyorum çünkü gerçekten berbat oluyorlar. Eminim sizinkilerde öyledir. Bizim için paketi çok önemli. Minik olmalı kare gibi olanlardan. Vardır değil mi?" Gülümsedi. Bu sırada elimi sıkıyordu. Son derece resmi olan adama karşı oldukça sevecen bir ton takınmıştı ve bu benim kurumsal kasıntımdan böyle bir anda beklenmeyen bir hareketti. Üzerinde kağıt gibi duran ve yapışan takım elbisesine baktıktan sonra yüzündeki o bebek gibi eğlenen ifadede durduğumda bende gülümsedim. Adam boğazını temizledikten sonra bana, daha sonra Jungkook'a baktı. "İstiyorsanız hemen aldıralım."
"Ya da boşver biz buluruz." Jungkook cümlesini bitirmeden gaza basmıştı, hızla ona döndüm. "Ne yapıyorsun?"
"Toplantıya bir saat var. İçeride ne yapmayı düşünüyorsun? Seni bir yere götüreceğim."
"Bu toplantıya katılmam lazım. Çok önemli Jungkook. Hemen geri dön. Lütfen." Geç kalma düşüncesi bile beni boğuyordu, artık son damlayı beklediğini biliyordum. Her şey ince bir ipin üzerindeydi ve o ipi hiç düşünmeden koparamazdım.
"Sana bir randevu aldığımı söylemiştim. Hatırlıyor musun?" Korkularımla baş etmeye çalışırken sorusuyla ona döndüm.
"Hatırlıyorum. Ne randevusu olduğunu söylememiştin."
"Oraya gidiyoruz. Göreceksin." dedi. Sanki yıllardır bu gülüşünü görmüyormuşum gibi hissediyordum. Yeni kavuşmuşum gibi, gülüşünü kucaklama isteğiyle dolup taşmıştım.
"Yetişeceğiz değil mi?"
"Merak etme." diye cevapladı hemen.Bir alışveriş merkezinin otogarında arabayı bıraktıktan sonra yürüyen merdivenlerden çıktığımızda okulun yakınlarındaki o alışveriş merkezi olduğunu farkettim. Nereye gittiğimiz hakkında hiç bir fikrim yoktu. Jungkook yalnızca gülümsüyordu. Heyecanlı gözüküyordu, dakikalar önceki halinden eser yoktu. Küçük bir dükkanın önünde durduğunda adımlarını yavaşlattım. Gözlerimi açabildiğim kadar çok açtım, vitrinde gördüklerim ve camda yazılanlar.. Bir dövmeciye mi gelmiştik?
"Gel." dedi heyecanla bileğimi kavrarken. "İşte bu anı uzun zamandır bekliyordum. Çok çok uzun zamandır. Tek başıma yaptırmam doğru olmazdı. Ben sadece seninle doğruyum Jimin."
"Burada ne işimiz olduğunu anlamadım." dedim içeriye doğru bakınırken. Jungkook elimi çevirip avcumu dudaklarına doğru götürdü. Ben cevap vermesini beklerken o, avuç içimi öpüp gözlerini yummuştu. Bir anda kaplandığım heyecanla nefes almaya çalıştım.
"Gökyüzüne sığdıramadığımız o sonsuzluğumuzu bileklerimize bırakmaya geldik gökyüzüm."
Direnmekten vazgeçtiğim andı, gözlerimiz buluştuğunda diğer her şeyi tekrar unutmuştum.
"Kalıcı ve sonsuz olacak. Bizim gibi."
"Bizim gibi." Onu aynı şekilde tekrar ettim. Sonra hızla içeriye girdik. Bir kaç konuşmadan sonra gösterdikleri yerlere oturmuştuk. Jungkook bize yaklaşan iri yarı, uzun saçlı korkunç adama bakarak konuştu. "Aynı anda yapılsın istiyorum. Ne önce ne sonra. İkimizin dövmesi de aynı anda başlayıp bitsin." Adam onayladığını belirten sözler söyledikten sonra garip bir kaç küçük makine ile diğer adamla birlikte yanımıza oturdu.
"Sipariş ettiğiniz gibi olacak değil mi?"
"Evet. İstediğim gibi olacak, bir değişiklik yok. Sadece sonsuzluk işareti." Çıkardığım ceketimi sandalyenin arkasına bırakırken konuşmalarını dinliyordum. Söyledikleri gibi ikimizde gömleklerimizin bileklerini kıvırmakla uğraşıyorduk. Jungkook'un yapamadığını görünce uzanıp onun gömleğini de kıvırdım.
"Biraz acıyacak, elimi sıkabilirsin." dediğinde "Sende benim elimi sıkarsın." diye cevapladım. Orada otururken uzun zamandır yapmadığımız o şeyi yapıyorduk. Sadece gözleriyle konuşuyordu benimle ve ben bu kez gözlerimi kaçırmadan onu okudum.
"Bölüyorum ama bileklerinizi uzatabilir misiniz gençler?"
Seslenen adama döndüğümüzde utandığını görmüştüm. Bu halleri beni delirtiyordu, bu halleri beni benden kesinlikle alıyordu ve bir daha geri getirmiyordu. Bileğime sürülen sıvıyla oraya döndüm, makinenin ucu iğneliydi ve şimdiden psikolojim beni çökertmeye çalışıyordu.
"Uyuşacak değil mi?"
Uzun saçlı adam sorumu duyunca gülümsedi.
"Bence bir şey hissetmeyeceksin. Aklın ve kalbin siyah takımlı bu çocukta."
"Oh..." Ağzımdan çıkan şaşkınlıktan sonra Jungkook'a döndüm. Onun bileğiyle ilgilenen adamla bir şeyler konuşuyordu.
"Aranızdaki bağı inanılmaz derecede hissettim. Şimdi o bağa işaretinizi çiziyorum. Hazır mısınız? Ben uzun zamandır dövme yaparken böyle heyecanlanmamıştım."
Kahkaha attıktan sonra bir ağızdan ve göz göze geldikten sonra hazırız diyerek onayladık. İğneleri bileğimde hissediyordum, yüzümü kasıp ekşittim, Jungkook biraz bana güldükten sonra tıpkı benim gibi tepki vermeye başladı. Birbirimize gülüyorduk, adamlara dönmeyip oraya nasıl bir şey çizdiklerini umursamadan sessizce bakıştık. Bazen iğne derine batıyormuş gibi oluyordu ve ben irkildiğimde Jungkook hemen eliyle diğer bileğimi ovuyordu.
"Bu kadar. Bağınızı resmi olarak sonsuzlaştırdım. Geçmiş olsun."
Bileğime baktığımda o an üzerine hücum eden duygu selini görmezden gelemedim. Kenarları kızarık olsa da, işaretimizi somut bir şekilde yuvası olan avcumuzun biraz yukarısına kalıcı olarak çizildiğini görmek beni elbette ki duygusallaştırmıştı. Jungkook'un bileğine baktım. Beyaz teninde siyah dövmemiz gün ışığı gibi parlıyordu. Parmaklarını avcuna geçirerek bileğini benimkine yapıştırdı.
"İşte." dedi şarkı söyler gibi. "Sonsuza kadar." Bileklerimize bakarak gülümsedim. "Sonsuza kadar gökyüzüm."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paper Hearts / Jik∞k
FanficÇünkü göğsünde, boynunun hemen altında onun benim için bütün kapıları açmasını istememe neden olan bir yer var. Çünkü her kafamı kaldırdığımda gökyüzünün onun ten rengine büründüğünü görüyorum, gözlerimi kapatıp sadece onu düşünmek istiyorum. Boyn...