Nerede olduğunu bilmiyordum. Ne yaptığını, nasıl giyindiğini bilmiyordum.
Nasıl koktuğunu bilmiyordum, saçlarını hiç okşayamamıştım, kafamı omzuna koyup ağlayabilmek nasıl bir duygu verir hiç bilmiyordum. Söylediği bir cümleyle mutlu olmak nedir bilmiyordum, onun yemekleri dışında yemek yiyememe durumunun yanından bile geçememiştim.Ben, anne yemeği ne demek bilmiyordum.
''Anne kucağı, anne kokusu nasıl bir güven verebilir ki?'' diye düşünmeden edemediğim an yoktu. Bilmediğim şeyler çoktu, öyle fazlaydı ki; kendimi hiç bir yere ait hissetmediğim vakitler düşünmekten kafayı yiyordum. Ait olduğum tek yer aşık olduğum adamın yanıyken beni elleriyle tekrar itiyordu. Bakışlarından korkuyordum. Gözleri kızarmış, bağırmaktan kısılan sesi acı dolu iniltiler bırakarak parmaklarıyla çöktüğü yere eziyet ediyordu.
Saniyeler içerisinde kaybetmişti benliğini, telefonu yere düşürdükten sonra beni bulan gözbebekleri anlatıyordu her şeyi. Orada yıkım vardı, büyük bir deprem olmuştu. Bu kez deprem Jungkook değildi, enkaz altında kalan ben değildim. Şimdi deprem annesiydi, yıkıntı altında kalan ise birdenbire çocuk haline dönen bakışlarıydı.
Boğazının düğüm düğüm olduğunu hala dolu olan bakışlarının çaresizliğinden anlamıştım. Gözlerimin önüne babasının trafik kazası haberini alan arkadaşım gelirken, yanı başında da şimdiki hali duruyordu. İkisini öylece izlerken ayakta durmaya çalıştım. Jungkook üzerime doğru hızla gelerek bağırmaktan kısılmış sesiyle 'senin yüzünden' demeye devam ederken kendinde olmadığını tekrar kendime hatırlattım. İç sesimle çok sevdiğim tınısını bastırmaya çalışmayalı uzun zaman olmuştu.Her şey benim yüzümdendi, acı çekmeye bile hakkım yoktu. Jungkook'un tepkisiyle yüzleşmeliydim. Gözlerimi kıpkırmızı olan iri gözlerine çevirdim. Daha bir saniye bile geçmeden gözlerim dolmuştu. Yıkılmış halini defalarca gözlerinde gördükten sonra bana öfkeyle gelişi geri bir adım attırdı. Sendelemiştim ve çıplak ayaklarımın zemini bile titrettiğini söyleyebilirdim.
Çok üşüyordum.
Her zerrem buz olmuşken, tanıdık bakışlarına rağmen hala bana sarılmaya geldiğini hissediyordum. Bir yanım annesini kaybetmemiş olmamız için yanarken diğer yanım yalnızca onun acısı için tutuşuyordu. Taehyung'un öfkeli sesi hastahane bahçesine yeni giren ambulans sirenini bastıracak derecede yüksek çıkarken dengesizce koşarak yanımızda bitmesi ve o an Jungkook'un bana daha fazla yaklaşıp ihtiyaçla bakması ardından yere serilişini izledim. Taehyung Jungkook'a yumruk atmıştı, hırkası yerde kirlenirken dakikalardır içimde bağıran sesi dışarı çıkardım.
"Delirdin mi? Ne yapıyorsun!"
Göğsü hızla inip kalkarken Tae yumruğunu hala sıkıp küfürler savuruyordu.
"Onu böyle kullanamazsın Jeon Jungkook!"
Dizlerinin üstüne doğrulduktan sonra kanayan dudağını bileğiyle silen Jungkook'un yanına aynı şekilde diz çökmüştüm. Omzunu sıvazlarken gözlerini başka bir yere hala aynı öfkeyle dikişi sinirlerimi daha fazla bozuyordu. Taehyung'un aniden yaptığı bu şey, bütün olanlar şu anda yok olmam için çok özel sebeplerdi.
"Bana ne olduğunu söyle." Kırılacak bir tarafı kalmayan sesimle cızırtılı bir radyo kanalını taklit ediyor gibiydim. Jungkook ise bozuk bir plak gibi ne bana cevap veriyor ne de o sert yumruğa tepki veriyordu. Taehyung da hala öfkeyle solurken yanına gelen Hoseok'a bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
"Hepinizi öldüreceğim. Ne oluyor burada?" Namjoon'un yaklaşan sesini duyduktan sonra aniden elimi sıkmayı bırakan sevgilim, dakikalardır odaklandığı yere doğru koşmaya başlayarak söylediği o iki kelimeyi tekrarlamaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paper Hearts / Jik∞k
FanfictionÇünkü göğsünde, boynunun hemen altında onun benim için bütün kapıları açmasını istememe neden olan bir yer var. Çünkü her kafamı kaldırdığımda gökyüzünün onun ten rengine büründüğünü görüyorum, gözlerimi kapatıp sadece onu düşünmek istiyorum. Boyn...