*Park Jimin'in evi, salon, medyada*Yağmurlu günleri severdim, gökyüzündeki o gri bulutları ve oluşan soluk mavi renginde kendimi görürdüm. Düşen her damlanın farklı bir hikayesi olduğunu düşünürdüm, yağmurda da herkesin göremeyeceği şeyler vardı evet, belki de bu yüzden çok seviyordum.
Ve etrafı kaplayan hafif karanlık halinde de kendimi görürdüm. Ne aydınlık ne de zifiri karanlık. Ortasındaydım ben.
Bilirsiniz işte ruhunuzun yağmurunu dindiremediğiniz zamanlar olur, o zamanlarda daha çok severdim. Benim için belki de bir teselli.Boylu boyuna uzanan camlarımdan bahçeyi ve etrafı net olarak görebiliyordum. Evimin camlarını özellikle böyle yaptırmıştım. Küçüklüğümden beri uzun camlarıyla dışarıya, manzaraya davet eden bir evim olsun istemiştim.
Düşen damlaları seyredip, seste kaybolduğumu hissettim. Onun yağmuru sevmediğini düşündüm, acaba şu an ne yapıyor? Kendini pratik salonuna kapatıp terden bayılıncaya kadar dans mı ediyor yoksa müzik dinleyerek yorganının altına çekilmiş yağışın dinmesini mi bekliyor? O günden sonra yağmurlu günlerde ne yapıyor diye düşünmeden edemiyordum.
O gün.Evinin önüne gidip konuşmaya çalışabilirdim, zorla kendimi içeri atar o konuşana dek çıkmayabilirdim. Ama durdurdum kendimi, bunları geride bırakmam gerektiğini, artık tahammül edemeyecek seviyeye geldiğini hatırladım. Özellikle dün okulda olanları düşününce kendimi gerçek anlamda bir kibrit çöpü gibi hissedip o tanıdık sızının kalbimi yakıp geçmesine engel olamıyordum. Ama özlüyordum, nefes alırken kalkıp inen göğsünü izlemeyi, yanımdan geçince ardında bıraktığı o eşsiz kokusunu.. Ah keşke son geçtiğinde ciğerlerime daha çok doldursaydım kokunu. Veya bir parfüm şişesine doldurup saklayabilseydim. Düşünsene öyle bir şey olsa, her an duyabilirim.
Ve Park Jimin çıldırır.Peki ama velilerle neden görüşmüştü? Buna zorunda değildi ki? Okulda her şeyden önce bununla ilgilenebilecek bir asistanım vardı.. Neden? Babamın aramaması da oldukça garipti.
Bende babamdan ve sevgili velilerden hiç ses çıkmıyor diye şükrediyordum, bir bakıyorum ki o velilerin mızmızlarını çekmişmişmiş. Orada keşke "Zorunda mıydın?" diye bağırsaydım sana, ne yazık ki karşında küçülüp yok olan Park Jimin bunu hayatta yapamazdı. Hala iki kelime etmeye alışamamışken..
Nasıl oluyorda senin karşında tek kelime edemeyen birine dönüşüyorum? Nasıl oluyorda yüzüne baktığımda sadece kalbimin sesini duyabiliyorum, etraftaki tek bir sesi bile duyamayacak kadar kitleniyorum sana? Bu mümkün mü? Sadece sende böyle olmam mümkün mü? Bunun adı aşk mı?Telefonumun sesiyle kendime geldim, arayan Jin'di.
-"Chim, dostum nerede kaldınız, herkes sizi bekliyor henüz başlamadık çabuk davranın."
-"Hyung ben birazdan çıkarım ama benden başka kim gelmedi? Diğerleriyle beraber direk sana geçmemiş miydiniz?"
-"Jungkook ve sen. İkinizi bekliyoruz, her şey hazır."
Adını duyduğum an kalbim hopluyordu. Ah ne zaman alışacaksın artık böyle atmaya, bir gün öleceğiz bu hoplamalardan.
-"Mmm şey hyung, sen onu aradın mı? Belki gelmez onu bilirsin işte, yağmur yağıyor evden çıkamıyor olabilir"
"Oh! Bunu unutmuşum ben tamamen, aramadım ama evi yakın değil mi sana? Onu da alıp beraber gelebilirsiniz. Bugün olanları unut ve git evinden al onu Jimin, haydi, bekliyoruz! " deyip kapattı.
Ben? Gidip? Evinden? Onu? Alacağım? Aynı? Arabada? İkimiz?
Ah cidden aklımı kaçırmak üzereydim. Anahtarları ve şemsiyemi alıp çıktım.
Evinin önünde durduğumda kalbim hala aynı şekilde atıyor, sanki birazdan ağzından fırlayacağım der gibiydi. Arabadan inip şemsiyeyi açtım, kapının önünde durduğumda geri dönmeyi bile düşündüm. Ve sonunda kapıyı çalabildim. Çok geçmeden açtı. Kapıyı açarken sanki bir filmdeymişiz de o anı yavaşlatıyorlar gibiydi.
Ya da ben onun yüzüne baktığım her saniyeyi parçalara ayırıp beynime kazımak istediğimden mi böyle düşünüyordum?
Evet dediğinizi duyar gibiyim.
Üzerinde beyaz bir kazak vardı bir de yataktan yeni kalkmış gibi bir hali.
Boynuna dolamak istiyordum kollarımı, "uyumaya devam et, burada, kollarımın arasında, tek kelime etmem, sen uyu" demek istiyordum.Saçlarını karıştırıp hafif çatık kaşlar ve sorgulayan bakışlarla gözlerini üzerime dikti.
"Selam, m, şey, Barbeküye bekleniyoruz, yağmurlu zamanlarda çıkamadığın için.. Yani şey işte bilirsin-"
Omuz silkti. Gözlerini devirip "Geliyorum" dedi ve montunu almaya gitti.
Derin bir nefes alıp verdim. Yüzü yorgun gözüküyordu ve ayrıca beni tersleyip kendim gidebilirim diyerek geri çevirmediği için şaşkındım doğrusu. 5 dakika sonra geldiğinde üzerinde asker yeşili her zaman ki o montu vardı, oraya kokusunun sindiğinden emindim ve şu an bu mont için nelerimi vermezdim. Ah.
Kapıyı kitledi ve arabaya yürüdük. Şemsiyemi ortalamaya çalıştım ama benden uzakta yürümeye özen gösteriyor gibiydi.Yine de sürekli şemsiyeyi başına doğru götürdüm. Saçlarına dokunma isteğimi bastıramıyordum, her teli beni çağırıyor gibiydi. Uzanıp ellerimle karıştırıp, okşamak istedim. Tabii ki bunu yapamazdım.
Şemsiyeyi tutarken sadece doyasıya inceledim, yapma ama bu senin için büyük bir şey Park Jimin.
Şükürler olsun mu? Olsun.
Arabada tek kelime etmedik. Garipti, çok garip. Nefes alırken çekiniyordum resmen, tüyleri diken diken eden bir sessizlik vardı. Biraz daha nefesimi tutarsam boğulacağımdan emindim, ortamı yumuşatmak için uzanıp radyoyu açtım. Gerçi hep böyleydi, aradaki buzların ve donuk surat ifadesinin sonsuza dek değişmeyeceğine ikna etmiştim bir ara kendimi.
Radyoyu açar açmaz çalıyor olan şarkıyı duyduğumda yüzüme ateş hücum etti.Paper Hearts çalıyordu.
Bu..
Bu nasıl bir zamanlamaydı?
Kalbim çığlık çığlığa, alev alev yanan yanaklarım ve diğer her şeyi bulanık görüp sadece şarkıyı duyar duymaz bana çevrilen kömür karası gözlerini net görebiliyordu.
Siyahın içinde kaybolduğumu hissettim.Bu bizim şarkımızdı.
Paper Hearts.
Hellöö🙈
Biraz kısa oldu sanki şimdi farkettim bir dahaki bölüm daha uzun olur o zaman.
Düşüncelerinizi merak ederim ben, yazın çekinmeden.
Söyleyebilirsiniz her şeyi iyi olsun kötü olsun. :")
Yıldız parlatılmayı bekliyor, kısa sürede çok bekletmeden yayımlamaya çalıştım bi kaç düzenleme yaparak, umarım beğenirsiniz! *-*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paper Hearts / Jik∞k
FanficÇünkü göğsünde, boynunun hemen altında onun benim için bütün kapıları açmasını istememe neden olan bir yer var. Çünkü her kafamı kaldırdığımda gökyüzünün onun ten rengine büründüğünü görüyorum, gözlerimi kapatıp sadece onu düşünmek istiyorum. Boyn...