3.BÖLÜM-DALINDAN YİYEBİLMEK MEYVEYİ

258 29 23
                                    




3.BÖLÜM

DALINDAN YİYEBİLMEK MEYVEYİ;

Onbir; hayretle gözlerini açtı. Başını olumsuz anlamda sağa sola salladı.

-Sen onları! Yok canım inanmıyorum! Sana hiç bilgi vermediler mi? Bu zavallılar orada yaşayamazlar ki! Neyse sürpriz olsun bekle ve gör.

Bu cevaptan sonra konuşacak bir şey kalmamışçasına ikisi de kendi düşüncelerine gömüldü. Onbir; cebinden çıkartığı küçük mekanik alete kodlanmış bulmacaları çözerken Yedi; kah ayağa kalkarak kah oturarak büyük bir sevgiyle çevreyi seyrediyordu.

Saatler geçiyor, hava yavaş yavaş kararıyordu. Çevreye tam bir sessizlik hakimdi. Güneşin zararlı ışıklarının kaybolduğuna karar verince maskelerini çekip çıkarttılar. Onbir iletişim aletini açarak tuşlarına bastı. Karşı taraftan gelen sese kısaca durum ile ilgili bilgi verdi.

-Bizi merak etmeyin Doksanüç. Verimsiz bir gün. Sabahı beklemek zorundayız.

Oturup kemerinden çıkarttığı sıkıştırılmış yiyecek özlerini yan yana dizmeğe başladı; neyin ne olduğunu kısaca izah etti.

-İstediğini alabilirsin. Aslında senin kemerinde de aynıları var ama önce bunları yiyelim.

-Gemiye dönmeyecek miyiz efendim?

-Avlanma zamanı kadın ve çocuklar geldiğine göre erkekler daha önceden buraya gelip güvenli olduğuna karar vermişler demektir. Bu da onların daha erken şafak sökmeden ava çıktıklarını gösteriyor. Kaçırmamak için burada beklememiz gerekir diye düşünüyorum. Otlar yumuşacık. Etrafımıza elektrik üreteçlerini de yerleştirdik mi gece canlılarından da çekinmemiz gerekmez. 

-Doğanın kokusu öylesine güzel ki efendim. Açık havada uyumak beni çok mutlu edecek.

Çimenlerin üzerine sere serpe uzandılar. Yedi; daha önce hiç düşleyemeyeceği bir zamanda olmanın gerçeği ile uzun süre gözlerini kapatamadı.

"Dünyamız ölüyor o halde neden hep birlikte gelip burada yaşamıyoruz? Bu gereksiz karmaşa neden? Daha soğuk bölgelere yerleşiriz. Çocuklar toprağın üzerinde çiçek kokularıyla büyürler. Donmuş meyve yerine elmayı dalından koparırlar. Sabahleyin bunu mutlaka Onbir'e söylemeliyim."

Dirsekleri üzerinde doğrulup uykuya dalmış olan On Bir'in aldığı derin soluklarını  dinledi. Ayağa kalktı. Giysisini üzerindeki düğmeye basarak üreteçten zarar görmeyeceği bir yol açıp aşağıda kadın ve çocukların üzerindekileri topladığı çalılığa doğru indi.  Minik üzüm salkımları şeklindeki meyveler karanlıkta simsiyah görünüyordu.

Çekinerek parmaklarını uzattı. Biraz bastırsa patlayıverecekmiş gibi duran meyve tanesi; gergin ama bir o kadar da yumuşacıktı. Birini koparıp ağzına attı. Dili ve damağıyla incitmeye kıyamazmış gibi özen göstererek ezdiği meyvenin lezzeti; tüm ağzına dağılırken mutluluktan adeta kendinden geçti.

Doğduğundan beri hiç dalından meyve yememişti. Donmuş gezegeninde yapay olarak yetiştirilen yiyeceklerin hepsinin tadı sanki aynıydı. Dakikalarca avuç avuç yedi. Alışkın olmadığı için midesini bozabileceğini hatta zehirlenmiş bile olabileceğini kendi kendine telkin ederek istemeye istemeye yerine döndü. Mutluluk içinde uykuya daldı. Düşleri; eski ama kendisi için yeni olan bu dünyada, gerçekleşmesini dilediği hayalleriyle doluydu.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandılar. Aşağıdan güçlü erkek sesleri çevreye yayılıyordu. Belli ki av başlamıştı. Üçerli guruplar halinde ayrılıp dağıldıklarını gördüler. Onbir; vücudunu iyice otların içine gömerek Yedi'nin elini tutup sıktı;

-Silahını çıkart ve nişan al. Buraya doğru gelen üçünü haklamalıyız.

-Üç kişi yeterli olacak mı?

-Bu günlük olmak zorunda. Diğerleri farkederlerse bizi öldürürler.

Her şey göz açıp kapatıncaya kadar gerçekleşti. Üç ilkel insan ayaklarının dibinde baygın bir halde yatıyordu.

-Ne kadar tüylüler. Hayvan zannedebilirsin. Neredeyse bizim iki katımız kadarlar nasıl taşıyacağız? Bizden üç kişi daha olsa da başaramayız. Gemi çok uzakta!

Onbir; hava bisikletine doğru yürüyerek yan tarafına uzunlamasına konulmuş çubuklardan üçünü çekip aldı.

-Hadi bana yardım et de yabanileri yan çevirelim.

Güçlükle çevirdikleri adamların altlarına çubukları yerleştirdiler. On Bir, çubuğun üst tarafındaki bir düğmeye basınca yanlara doğru açılan kanatlar baygın adamları kucaklayıp yerden yükseldi;

-Baş taraftaki iplerin kancalarını bisiklete geçir de hemen gidelim buradan.

Yedi, şaşkın ve hayran bakışlarla On Bir'in emrini yerine getirdi. Bu aleti daha önce hiç görmemişti ve imkansız dediği işin bu kadar kolayca halledilmesinden dolayı duyduğu mutlulukla bisikletin arkasındaki koltuğa oturdu. Gemiye geldiklerinde iplerinden tuttukları sedyeleri kolayca içeri taşıyıp hemen havalandılar. Yedi, adamların yanına çömelmiş, dikkatle yüzlerini inceliyordu;

-Bu adamlar tarih ama titremekten kendimi alamıyorum. Ayılırlarsa bizi çiğ çiğ yerler Onbir.

-Merak etme silahtaki bayıltıcı çok güçlü. En az kırk sekiz saat uyurlar.

-Umarım onların bedensel yapıları düşünülerek hesaplanmıştır bu süre.

-Tecrübeyle sabit delikanlı merak etme. Sana ilk seyahatim olmadığını söylemiştim. Hadi gel artık yerine otur.

Yedi; heyecanla koltuğuna oturup akşam ki düşlerini, yediği meyvenin tadını anlattı dakikalarca. Kahraman olacaktı; tarih kitaplarına adı kurtarıcı olarak geçecekti ama içi titreyerek bunların hiç birinin umurunda olmadığını keşfetti. Tıpkı Onbir'in yaptığı gibi bu topraklar üzerinde özgürce gezinmek, çimenlerin üzerine çıplak ayakla basabilmek yeter de artardı bile. Göz ucuyla, Onbir'e baktı. İşte şimdi onu alkışlayacak, bravo diyecek ve hemen üst kurula bunları anlatacağını söyleyecekti. Yüzüne çevrilen gözlerde derin bir keder vardı;

MAVİ BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin