89.BÖLÜM-UFUK ÜLKESİNİ ZİYARET

38 7 6
                                    

89.BÖLÜM

UFUK ÜLKESİNİ ZİYARET

Çocuklar sadece hafifçe gülümseyebildiler. Şu anda söylenenleri tam olarak anlayabildikleri bile şüpheliydi. Mucize kollarından tutarak zorla ayağa kaldırdı

"Kalkın! Kalkın! Yoksa başınızı masanın üzerine koyup uyuyakalacaksınız. İyi uykular. Yarın görüşürüz

Sandalyelerinde kımıldamadan oturan Yedi, Gül ve Begüm inanamayan gözlerle Yıldız'a bakıyorlardı.

"Yani bizde mi? Bizi de mi davet ettiler. Ama nasıl gitmeliyiz? Yani resmi bir şeyler giyinmemiz gerekmez mi? Ah! O kadar kötü görünüyoruz ki! Mümkün değil o olağanüstü insanların karşısına bu şekilde çıkıp saygısızlık yapamayız."

Gül; telaşla üzerindeki tulumun orasını burasını çekiştirip duruyordu. Saçlarını elledi. Sürekli kapüşonun içinde durmaktan cansızlaşıp sanki kurumuş cildiyle birleşmişlerdi.

"Ama biz; sizi görüyoruz sevgili Gül ve bizim gözümüzle de tüm ikaruslar. Sizi; görünümünüzle değil hislerimizle değerlendirerek seviyoruz. Lütfen hiçbir konuda endişe etmeden güzel bir uyku uyuyun."

Üçü de aldıkları habere inanamayarak, odalarına giderken, "hayır siz gelmeyeceksiniz" diyecekleri korkusuyla defalarca arkalarına dönüp Yıldız ve Mucize'ye baktılar. Odalarına girip pijamalarını giyerken bile korkuları geçmemişti. Başlarını yastığa koydukları an düşleri Ufuk ülkesine doğru kayıp gitti.

Begüm'ün zihni ağır ağır uyanıyordu. Yatağındaydı ama yine de bir şeyler farklıydı. Bacaklarını açtığında bir türlü kenara ulaşamadı. Yatak büyük, çok büyüktü. Genzine odanın kokusu doldu bir anda. "Ah tabi ya, rüya görüyorum. Çiçeklerle dolu kocaman bir bahçedeyim" diye düşündü! Kokusunu aldığı çiçekleri görmek istediği an göz kapaklarının karanlığıyla karşılaştı. Hızla gözlerini açtı. Önce kendini güvertede zannetti, rüzgarın uğultusunu, kırılan bir buzun çatırtısını duymak için kulak kabarttı. Hiçbir şey yoktu. Sonra cam tavana baka kaldı. Pamuk şekerine benzeyen bulutlar nazlı nazlı üzerinden geçerken, rengarenk kuşlar aralarına dalıyor bir görünüp bir yok oluyorlardı. Gün ışığı; tam odanın ortasına akıyor olmasına rağmen gözü yormuyor aksine rahatlatıp dinlendiriyordu.

Bir süre sırt üstü öylece kaldı. Görüntü sade ama bir o kadar da büyüleyiciydi. İstemeye istemeye doğruldu. Bembeyaz bir odadaydı. Öylesine değişik döşenmiştiki yüreği mutlulukla doldu. Eşyalar göz alıcı ve zarifti ama daha da önemlisi oda; ruhu neşeyle dolduruyor, ayağa kalkıp dans etme arzusu uyandırıyordu.

Duvardaki Renoir'a ait tabloları görünce yatağından fırladı. Yaklaşıp inceledi. Elleriyle okşadı, göz alıcıydı. Lisedeyken ilk yaptığı yağlı boya tablo bir Renoir'dı. O günden sonra ressamın en büyük hayranlarından biri olmuştu. Gözlerini zorlukla tablolardan ayırıp banyoya doğru yürüdü. Aynaya baktığında hayretle minik bir sevinç çığlığı attı. Kesilmiş, parlatılmış ve şekil verilmiş sarı saçları dalgalar halinde omuzlarından aşağıya dökülüyordu.

Sevinçle elini yüzünü yıkayıp odaya döndüğünde hisleri sürprizlerin bitmediğini söylüyordu. Koşarak köşedeki büyük gardırobun kapağını açtı. Birbirinden güzel elbiseler giyilmeyi bekliyordu. Nar kırmızısı elbiseyi çekip aldı, özenle yatağın üzerine serdi. Drapeli, "v" şeklindeki yakasını, belini saran minik parlak taşları hayranlıkla seyretti. Bir an tanışacağı ikaruslar aklına geldi. Bu elbiseyi giymesi uygun olur muydu? Bir süre kararsız kaldı. Sonuçta gardırobu dolduran onlardı. Demek ki hangisini tercih ederse etsin yadırganmayacaktı. Vakit kaybetmeden giyindi. Uygun ayakkabıyı da ayağına geçirdikten sonra konsol üzerindeki fırçayla saçlarını tarayıp gardırobun boy aynasında kendisine baktı. Uzun zamandır böyle güzel göründüğünü hatırlamıyordu. Gülümseyerek kapıyı açıp dışarı çıktı. Geniş aydınlık bir holdeydi. Çevresine bakınırken karşısındaki odadan deniz mavisi harikulade bir elbiseyle Gül'ün çıktığını gördü. Birbirlerine şaşkınlık ve hayranlıkla, gülümseyerek baktılar.

"Kendimi masal diyarına gelmiş gibi hissediyorum."

"Bense; bedenim yatta, ruhum burada diye düşünüyorum çünkü böyle bir şey ancak rüyadayken yaşanabilir."

Karşıdan gelen Kadim'i bir an tanıyamadılar. Üzerindeki elbiseler ve pırıl pırıl, diri görüntüsü ile mağaralarda koşuşturmaktan canı çıkmış çocuk gitmiş, yerine bu sarayın küçük prensi gelmişti.

"Hazır mısınız? Sizi kahvaltıya götürmek için gelmiştim. İkinizin de çok güzel olduğunuzu söylemeliyim. Umarım üniversiteye gitme zamanımız geldiğinde bu sözlerimi unutmaz bize torpil yaparsınız."

"Seni haylaz seni. Mağaralara döndüğümüzde seni iki kat çalıştırayım da gör gününü!"

"Buna köle tüccarlığı denir efendim. Bende sizi ilgili yerlere şikayet ederim."

"Kuzum o ilgili yeri bana da söyle de ifadelerini alayım."

Kolkola girdiler, yüz metre kadar konuşup, gülüşerek yürüdükten sonra geniş bir alana geldiler. Beyinler başlarının üzerindeki çatıyı, çepeçevre duvarları algılayabiliyordu ama bedenler o tatlı çiçek kokularını, usul usul yanaklarını okşayan meltemi hissedebiliyorlardı.

Görüntünün ihtişamı zenginlikten ziyade zarafetten ileri geliyordu. Her şey öyle yerinde ve öylesine şıktı ki çocuklar hatta Yedi bile değerli biblolar gibi eşsiz görünüyorlardı. Diğerleri masalarındaki yerlerini almış kahvaltıya başlamak için oturmalarını bekliyordu.

Gül ve Begüm herkese günaydın deyip masalarına yerleştiler. Şaşkınlıkları ve hayranlıkları yüzlerinden belli oluyordu.

"Biz gerçekten masal dünyasına geldik Gül. Gördüğümüz hiçbir şey gerçek olamaz."

"Orasını bilemem arkadaşım. Düşünmeyi bırak tadını çıkart. Bir daha böyle bir şeyi yaşayabileceğimizi hiç sanmıyorum."

Salondaki samimi, içten hava kendi kendilerine olmalarından da kaynaklanıyordu. Masadan masaya çekincesiz sohbetler ediliyor şakalar yapılıyordu. Sadece Yedi; şaşkındı. Şimdiye kadar hiç giymediği atalarının takım elbisesini büyük bir cesaret göstererek gardıroptan çıkarmış ve giymişti. Bembeyaz ipek gömleğinin üzerindeki kravatı ve üst ceket cebine üçgen olarak yerleştirdiği mendiliyle çok zarifti. Bu şekilde yapıldığını tarih kitaplarında görmüştü.

Odasından çıkarken her an ter denizinde boğulacağını düşünmüştü oysa çok rahattı. Gün ışığı; duvarları delerek içeriye doluyor gibi görünmesine rağmen bedeni buzun üzerindeymişçesine serinlik içindeydi. Kimseyle konuşmadı çünkü kafası gezegeninde kalanlar ile doluydu. Zihninde; Tekrar tekrar, tek düşünce, takılıp kalmış plak gibi dönüp duruyordu. "burası harika, olağanüstü ve tüm özgürlüğü yaşayabileceğimiz tek yer". Nerede olduğunu anlamak için durmadan çevresini inceliyor, bir ip ucu yakalamaya çalışıyordu.

Bir saate yakın bir zaman geçmişti ki, Murat Can ayağa kalkarak elindeki çanı salladı. bir iki dakika; herkesin susup dikkatini kendisine vermesi için bekledi.

"Başkan ve üyeler görüşme için bizleri salonda bekliyorlar. Hazırsanız gidebiliriz."


MAVİ BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin