30.BÖLÜM-İSTASYON İSTİLA MI EDİLDİ?

52 10 10
                                    


30. BÖLÜM

İSTASYON İSTİLA MI EDİLDİ?

"Şilt? Şilt ne demek?"

Çocuklar birbirlerinin yüzlerine şaşkınlıkla bakarken zihinleri, dillerinden önce ortak bir kelimede buluşmuştu. Ai-mu "kabile" dedi.

"Görünüşlerine bakarsak başka ne olabilir ki?"

"İyi de Erin!"

Miguel kararsızca başını sallıyordu.

"Kabile! Kabile! Kabile! Neredeyse atalarımız deyip çıkacaksınız işin içinden! Şilt dedikleri onların kasabaları, şehirleri hatta metropolleri bile olabilir değil mi?

"Pes! Uçuyorsun! Bu görünüşleri sana tiyatroya giden birilerini mi çağrıştırdı."

"Onu demek istemediğimi biliyorsunuz! Bizim atalarımız değil diyorum. Yapmayın ama bunca zamandır neredeydiler?"

"Niye kendi kendimize eziyet ediyoruz? Bırakalım anlatsınlar."

Noah'ın doğru tespiti karşısında susup ilkel canlıları, can kulağı ile dinlemeye başladılar.

Onlar da; atalarının zamanında tamamen buz olan gezegenlerinin artık nasıl güzelleştiğini, hayvanlara yem olmamak için mağaralarda veya hayvan postlarından çadırlarda, 8-10 aile birlikte yaşadıklarını, erkeklerin gruplar halinde ava çıktıklarını geçmişte kalmış bir masal gibi, gözleri dola dola anlattılar.

Dünyadan bahsetmedikleri çok açıktı en azından şimdiki dünya onların anlattıklarına benzemiyordu. Çocuklar ısrarla çevrelerinde kendilerine benzeyen canlıların olup olmadığını sordular ama aldıkları cevap sadece şaşkınlıkla açılan kocaman gözlerdi. Anladıkları tek doğru şey hep bu mağarada olmadıkları ve koca bir dünya da benzerleriyle birlikte yaşadıklarıydı.

"İyi de çocuklar Afrika da pek çok henüz keşfedilmemiş alan var. Hatta birkaç ay önce tesadüfen youtube da seyrettim. Havadan ilkel insanları çekmişler. Ellerindeki mızrakları sallayıp duruyorlardı."

"Onu bende seyretmiştim. İki zayıf noktan var Yafes. Birincisi; medeniyetten uzak yaşayan O kabile bireyleri Afrika'da yaşayan diğer yurttaşlarına benziyorlardı. İkincisi de Afrika'da kar olduğunu sanmıyorum oysa bu dostlarımız karı dillerinden düşürmüyorlar.

Murat Can, adamlara döndü. Elini aşağı yukarı sallayarak devam etmelerini istedi.

"Arkadaşlarla kar aralanınca ava çıktık."

Arkasına dönüp iki arkadaşını gösterdi.

"Guruptan ayrıldık sonra karanlık. Gözlerimizi burada açtık. Karşımızda Adu'lar vardı."

Çocuklar hayretle birbirlerine bakıp bu yeni kelimenin anlamını çözmeye çalıştılar.

"Adu'lar mı?"

Adam; baş parmağı ile işaret parmağı arasına aldığı derisini tutup kaldırdı.

"Etleri koyu değil. Mavi kar gibi. Saçları da beyaz. Hiç tüy yok. Ellerinden görünmeyen oklar fırlıyor."

İlkel insan, uzun saçlarını yana çekerek kalın boynunu gösterdi. Yara izleri dün yapılmış gibi tazeydi. Diğerleri de karınlarındaki, bacaklarındaki yaraları gösterdiler. Aleda; ayağa kalkıp adamlara yaklaştı, yaralarına baktı. Öfkeyle arkadaşlarına döndü;

"Bunlar basbayağı elektrik yanıkları. Zavallılar, korkunç acı veriyor olmalı."

Erin'e yapmasını istediği merhemi söylerken ilkellerin diliyle "endişe etmeyin" diyordu;

"Onları iyileştireceğiz tamam mı? Dipti, Volante, Ilgar; bana yardımcı olun."

Çocuklar Aleda'nın büyülü tedavisini defalarca izlemiş olmalarına rağmen hayranlıkla seyrediyorlardı. Adamlarsa danseden rengarenk ışıkları görünce korkuyla sıçrayıp yüzlerini birbirlerinin arkasına saklamaya çalıştılar. Aleda durup şefkatle yanaklarını okşadı; "korkmayın" diye fısıldadı; -Korkmayın bunlar can yakan oklardan değil.

"Tamam Aleda! Merhem hazır da niye kullanacağını anlayamadım! Yaralar geçiyor zaten."

"Psikolojik, tamamen psikolojik."

Acıları, önce azalıp sonra tamamen geçen adamlar büyük bir minnettarlıkla yerlere eğilip beş çocuğun ayaklarını öpmek için çırpınmaya başlamışlardı. Zorlukla engel olup tekrar oturmalarını sağladılar. Artık aralarında kesin bir güven oluşmuştu.

"Neden buradasınız?"

Noah'ın sorusunu anlamamışlardı. Gözlerini kocaman açıp dudaklarını büzdüler. Noah sorusunu anlayabilecekleri şekilde tekrar sordu.

"Yani burada ne yapıyorsunuz?"

Adamlardan biri ayağa kalkarak makinelere doğru yürüdü. Büyük demir kolu indirerek birkaç düğmeye bastı ve geri gelip yerine oturdu. Sonra omuzlarını silkti. Elini kaldırıp iki parmağını tek tek kavrayarak "öldüler" dedi.

"Oklar yüzünden. Onlar çok kötü."

Makineleri gösterdi, ellerini açtı. Şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. 

"Neden? Bunlar ne? Neden bizi buraya hapsettiler anlamıyoruz!"

"Biz onlara makine diyoruz. Hiç kaçmaya çalışmadınız mı? Çok güçlüsünüz."

"Denedik. Denedik ama adamlar öldü. Onların okları daha güçlü. Bizi kurtaracak mısınız?"

"Deneyeceğiz. Ne kadar zamandır buradasınız."

"Burada gün aydınlanmıyor ama ışıklar kapanınca uyuyoruz. Çok zaman oldu."

Çocuklar, ilkel insanlarla sohbet ederken, buz üstündeki dağın; içine oyulmuş karargâhta koşuşturma başlamıştı.

"On iki no.lu istasyonun asansör ışığı yandı efendim."

"Neden? Orası dolu. Birileri yeni teslimatları oraya götürmüş olabilir mi?"

"Hemen soruyorum."

Görevli önündeki düğmelere bastı. Ekranda görünen yüz muzipçe göz kırpıp gülümsedi

"Hayrola arkadaşım! İşsizlikten sohbet edecek birilerini mi arıyorsun?"

"Nerde! İnan sıkılacak zamanımız bile yok. Yakın zamanda hava sahasına giren teslimatçı gemi oldu mu?"

"Yakın zaman derken ne kastettiğini bilmiyorum. Ama son gelen gemi beş saat önce teslimatını yaptı."

"Hangi istasyona?"

"Dur bir bakayım! On iki miydi. Yok yok! Ah işte burada yirmi iki no.lu boş istasyona üç ilkel bırakmışlar."

Konuşmaları dinlemekte olan karargah şefi kaşlarını çatarak hızlıca izleme odasına gitti. Her istasyon ekranının başında bir görevli vardı.

"Hangisi yirmi iki numaralı istasyon?"

İşaret edilen ekranların başına gitti. Hiçbir anormallik yok gibiydi. Gözü yandaki görüntüye kaydı. Sekiz kameradan yalnız biri ilkel adamları gösteriyordu. Önce rahatlayarak derin bir soluk aldı, sonra ortadaki ateşin alevlerinin hiç değişmediğini farketti. Cebinden iletişim aletini çıkardı.

"Hemen on ikinci istasyona gidin. Dikkat edin yabancı bir sızma olabilir."

OY VE YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM:))))))))))))))

MAVİ BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin