37.BÖLÜM-KARARGAH

49 10 23
                                    

37.bölüm

KARARGAH

-Ne derler bilirsiniz. Basit en yakın dosttur.

-Hadi canım! bunu şimdi uydurdun Galal!

-Elbette Dipti'ciğim! Şimdi uydurdum. Audel basit basit deyip duruyor. Katkıda bulunayım istedim. Yani Nan pabucun dama atıldı. Bu teknolojiyi ele geçirebilirsek biz de görünmez olabiliriz.

-Şaka yaptığınızı biliyorum çocuklar eminim aklınıza sizinde hemen "Gün Işığı" gelmiştir.

-Öfff Erin! Tabiî ki hatırladık. Biraz eğleniyorduk işte.

-Buz adamlar ve yeşil devler bu mümkün mü?

-Yeşil Ülkenin Kralı bize geçmişi anlatırken atalarının uzay fatihleri olduğundan bahsetmişti Nicholas. Demek ki yolları bir yerde kesişmiş ve artık nasıl olduysa bilgi alışverişinde bulunmuşlar.

Olmayabilirde Noah! Sonuç da aynı icadı farklı iki insanda yapabilir.

-Kim bu insanlar arkadaşlar?

-Güçlü arkamızdasınız değil mi?

-Evet efendi Murat Can. Zihin seslerinizi takip ediyoruz merak etmeyin ama sizlerin bilmesi gereken bir şey var. Bizler Ufuk Ülkesi başkanıyla irtibata geçtik.

Çocuklar şaşırmışlardı. Yoldaşlar ilk kez kendi başlarına bir davranışta bulunuyorlardı.

-Neden? Niye böyle bir şeye gerek duydunuz? Yanlış anlamayın size kızdığımız veya yargıladığımız için sormuyorum sadece merak ettim.

-Bizim yapılandırılma amacımızı biliyorsunuz efendiler. Sizden uzun süre haber alamayınca ve ulaşamayınca yanınıza inebilmek için birilerinden emir alma gerekliliği hissettik.

Çocuklar aralarında gülüştüler. Yoldaşlar mağaraya gelmediklerine göre aldıkları emir ayan beyan ortadaydı ama Dipti kendini tutamayarak yine de sordu.

-Eee! Başkan size nasıl bir emir verdi.

-Sadece sizin emirlerinize uymamız emrini verdi efendi Dipti. Yani kısaca bekleyin dedi.

Yürekler mutlulukla çarparken, dudaklar ellerinde olmadan genişledi. Yirmi zihin; aynı anda odaklanarak, kendilerine kendilerinden çok değer veren, seven canlılara yani gemidekilere ve Ufuk Ülkesindekilere iyi oldukları düşüncesini ilettiler.

Üç, dört dakikalık bir uçuştan sonra oldukça geniş bir alanı kaplayan dağ yamacının önünde durdular. Güvenlik görevlisi bisikletten inerek elindeki kartı minik bir oyuğa sokunca büyük bir asansör kapısı kayarak açıldı.

-Bu fotoselli bir kapı. Büyük bir ihtimalle elle açılmasın diye de proksimity kart kullanıyorlar.

-Çok iyi Kadim ama lütfen onların ne olduğunu da açıklayarak bizleri aydınlat. Hepimizin eğitimi elektronik üzerine değil.

-Ilgarcığım; Fotoselli kapı; kayar kapının otomatik olarak yapılandırılması. Proksimity kart ise şifreli kart demek. Bunca çabanın ve özenin nedenini çok merak ediyorum dostlar.

-Girdiğimiz mağaraya inmek için basit bir düğme vardı. Buradaysa eni konu ciddi korunma tedbirleri alınmış.

-Tabi Nicholas! Çok açık değil mi? İlkellerin korunmaları kendileri kadar önemli değil. Demek ki üsleri burası.

-Ben yine de anlamadım. Günümüzde; parmak izi tanımı, retina taraması gibi teknolojiler kullanılırken bunlar biraz ilkel kalmamışlar mı?

-Belki ellerinde kalmamıştır! Ne bileyim ben? Ama hatırlat uygun bir an kollayıp soralım tamam mı?

Arkadaşları gülüşürken Elsa; ortak aldıkları kararı yoldaşlara bildirdi..

-Bizi dışarda bekleyin tamam mı? Bu kez belki iletişime geçebiliriz.

Bisikletleri kapının önünde bırakıp yarım metre uzaklaşır uzaklaşmaz herkes görünür oluvermişti. Oda büyüklüğündeki asansörün içine doluştular.

-Hissediyor musunuz?

-Tabiî ki Ai-mu. Yukarı çıkıyoruz değil mi millet.

-İşte buna çok sevindim.

-Niye Volante? Yukarı çıkınca güçlerin mi artıyor?

-Dalga geçmesene Ilgar! Yoldaşlarla rahatça konuşabiliriz onlarda gereksiz yere patırtı çıkartmazlar.

-Sahiden! Kimbilir ne kadar telaşlanıp üzülmüşlerdir.

-Onlar robot Nan.

-Yarı insan yarı robot Elsa. Ayrıca sen niye ikide bir kucağına alıp öpüyorsun o zaman? Oda zevkten dörtköşe oluyor?

Yavaşça yukarı doğru çıkmaya başlamışlardı. Kapılar tekrar açıldığında son derece donanımlı bir ofiste olduklarını gördüler. Kimisi üçü beşi bir arada kimisi tek başına; otuza yakın buz adamı; büyük ağaç masalarının arkasında hummalı bir çalışma içindeydiler.

Beyaz önlüklü çalışanlar; ilgilenmiyor gibi görünseler de göz ucuyla ve hayretle yeni gelenleri inceliyor, aralarında fısıltı ile durumu tartışıyorlardı. Küçücük çocukların suçlu muamelesi görmesi hiç beklemedikleri bir durumdu.

-Yok artık daha neler! Ne yapmış bu ufaklıklar? Sahilde buzdan kuleler yaparken mi yakalanmışlar?

-Yapmayın ne çocuğu? Hele bir tanesi var ki! Efsane yaratıklarına benziyor.

-Yapma ama! Yüzüne baksana! Genetik verileri böyleyse ne yapsın yavrucak.

-Bence başkan Dokuz'un dondurmasını yürütmüşlerdir.

-Çok sevimliler! Şu bukleli kız çocuğuna bakın! Bunlar çocuk falan değil, bebek ayol bebek!

Anlamsızca kaşlar kalktı ve sessiz gülüşmeler arasında işlerine devam ettiler. Bazıları neredeyse iki yıldır buradaydı. Dışarıya çıkma özgürlükleri olmadığı için tek eğlenceleri aralarında doğaçlama oluşan hadiselerdi.

-Başkan burnundan soluyor!

-Bence de bu esirler çok tehlikeli görünüyor. En küçükleri beş yaşında var mıdır? Ellerindekilerde bomba mı ne?

-O toparlak şey elma şekeri canım. Lenslerini tak.

MAVİ BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin