43.BÖLÜM-BUZ ÜLKESİNİN KAHRAMANI

41 9 5
                                    

43.BÖLÜM

BUZ ÜLKESİNİN KAHRAMANI

Başkanın o ana kadar hüzünle bakan gözleri canlandı. Güçlü bir şekilde alkışlamaya başladı.

-Bravo On Sekiz! Bu olay açığa çıktığından beri bacalara ne yapabiliriz diye düşünüyordum. Hiç aklıma gelmedi. Peki buz üstüne çıktıklarını düşünelim. Kazayla bacalara yaklaşabilirler hatta çarpabilirler.

-Sayın başkan bacalara fazla takılmıyor musunuz? Bu gereksiz bir iş yüklemesi ve zaman kaybı olacak.

-Sahiden böyle mi düşünüyorsun Beş Yüz İki? Şu anda bulunduğumuz dünyada; iletişim çok yaygın ve herkes birbiriyle uydu yoluyla haberleşebiliyor. On Sekiz'in dikkatini çeken görüntülerin başkaları tarafından es geçilebileceğini nasıl düşünebilirsin? Evet! şimdi gelenlerin amacı bacalar olmaya bilir ama özellikle o amaçla gelenler de olacaktır hem de çok yakın bir zamanda. Açıkçası biraz daha zamanımız olacağını düşünüyordum ama bu çocuklar! Bu çocuklar!

Masanın sağında üçüncü sandalyede oturan koruma görevlisi elini kaldırarak bileğindeki bileziği gösterdi.

–Lütfen konumuza dönebilir miyiz? Görünmez hale getirsek bile bacaları korunmasız bırakmamalıyız. Her birimiz bacaların yanında konumlanırız ve yaklaşan bir yabancı olursa bileklikteki elektriği bacanın çevresine boşaltırız.

-O zaman nöron sayıları fazla olan arkadaşlarımızı görevlendirelim.

-Buna gerek yok! Niyetimiz öldürmek değil korkutmak olmalı. Hafif bir elektrik "bu ne" dedirtir ama aşırısı araştırma konusudur.

-Gözcüleri de arttıralım.

Başkan rahatlamış bir şekilde arkasına yaslandı. Düşüncelerinin koşuşturmasının sesi sanki duyuluverecek gibiydi;

-İnsanın sizin gibi dostları olması harika bir şey. Bugün için sadece gözcüleri arttıralım ve bacaları kamufle edelim. Eğer askeri bir abluka farkedersek bacaları korumaya alırız.

-Bize savaş açacaklarını mı düşünüyorsunuz başkan?

-Bilmiyorum! Ama kendimizi en kötü olasılığa hazırlasak iyi olur.

Toplantı odasındaki konuşmalar tüm hararetiyle devam ederken, amaçsızca dolanan Yedi; görmesi gerekenleri gördüğünü düşünüyordu. Tekrar geleceğe dönerek her şeyi anlatabilmek için büyük bir sabırsızlık duyuyordu. Gözünün önüne; ilk kez gittiği"Buz sarayı" isimli hükümet binası geldi. İşin doğrusu küçücük bir çocukken sınıf gezisi ile bazı odalarını dolaşmışlardı ama herkes öyle yaygara yapıyordu ki nereye geldiklerini bile anlamamışlardı.

O gün ise özel davetliydi. Kapıdaki süslü üniformalar içindeki askere, davetiyesini uzatınca hemen içeriye alınmış ve asansörle 3.kattaki; son derece basit döşenmiş hiçbir lüksü olmayan küçük bir çalışma odasına çıkartılmıştı. Masanın gerisinde oturan bizzat ülkenin Genel kurmay başkanıydı. Sanki karşısında sırdaşı, yaşıtı arkadaşı varmışcasına elini sıkıp köşedeki derileri hafifçe kalkmış uzun koltuğa doğru götürmüş, sehpanın üzerinde; önceden hazırlandığı belli olan ve hala daha serinliğini muhafaza eden portakal suyunu bardaklara doldurmuştu.

-Ee bizim Hokeyci neler yapıyor bakalım? Hala sopası yanında mı yatıyor.

-Teşekkürler efendim iyi. Size sevgilerini gönderdi ve son maça gelmediğiniz içinde teessüflerini.

Komutan uzun uzun gülerek yumruğunu hafifçe Yedi'nin dizine indirdi. Yaşına rağmen gücünden bir şey kaybetmediği belliydi.

-Koca çakal! Bırak hala beni yenebileceği hayaliyle avunsun. Peki seni buraya niye çağırdığımı biliyor musun?

Ve Buz Ülkesinin, en üst askeri mercii; uzun uzun babasıyla yaptıkları sohbeti, onun uzaya çıkmak için ne kadar hevesli olduğunu bildiğini ve ülkelerinin son durumunu anlattı. On yedi yaşındaki delikanlıyı neden çağırdığını en sona saklamıştı.

-Bir kahramana ihtiyacımız var ama bu kişi senden büyük olursa dikkat çeker ve araştırılır. Bilim insanları içinden becerikli birini bulmak çok zor. Çalışmaya o kadar odaklanıyorlar ki kolayca açık verebilirler. Baban senin için garanti verdi.

-Babam! Benim için mi? Hiç inanasım gelmedi!

-Evet evlat! Biz babalar çoğunlukla ters köşe yapmayı severiz. Mümkün olsaydı yani tanınmayacağını bilsem ben kızımı gönderirdim ama! Babanın avantajları da fazla aslında. Bilirsin asilikleriyle gazetelere az çıkmadı. Dostları hep çok farklı kulvarlardan insanlar oldu. Seni kimse yadırgamayacaktır. Görevinin tehlikesiz olduğu konusunda sana %100 garanti veremem ama biliyorsun nüfusumuz az olduğundan birbirimize zarar vermemiz yasak. Uzun yılların alışkanlığı bu. Eminim Babanda yapman ve yapmamanla ilgili koca bir liste verecektir eline.

Komutan; odadaki eşyaları titreten bir kahkaha attı.

-Keşke liste verse değil mi? okumayıp yırtabilirsin ama büyük ihtimalle karşısına oturtup uzun bir söylev çekecektir. Benim tavsiyem se kendi kafana göre takıl. Düşman inine gitmiyorsun sonuçta. Onlarda kardeşlerimiz.

Sonrasında sırtını okşayıp "sana güveniyorum" demişti.

İşte şimdi dünyanın geçmişindeydi. Geri dönüp anlattıklarından sonra kurulun nasıl bir çözüm bulabileceğini anlamıyordu. "sekiz milyar insan" dedi kendi kendine. "bunun vebalini kaldıramam, şu yakalanan çocuklarla mı konuşsam? Ama ne faydaları olabilir ki" karşıdaki kapıdan çıkan Onbir'i görünce sevinçle yanına yürüdü.

-Geriye ne zaman dönüyoruz efendim? Daha zamanı gelmedi mi?

Onbir elindeki kalın dosya tomarını masanın üzerine koyup düzeltti ve sandalyesini çekip oturdu;

-Hayrola Yedi! Ne çabuk sıkıldın buradan!

Yedi ürkerek dudağını ısırdı. Bu kadar açık vererek soru sorması çok dikkat çekici olabilirdi. Nerdeyse ajan olduğunu kendisinin, böyle aptalca sorularla açıklayabileceğini düşündü. Çünkü buraya gelenler bir daha geri dönmeyi düşünmüyorlardı. Oluşabilecek intibaı önlemek için acele acele konuştu;

-Yanlış anlamayın dışarı çıkıp dolaşabilsem! İçerde kendimi boğuluyormuşum gibi hissediyorum!

Onbir; kaşlarını çatarak başını salladı. ilk gelenlerin yaşadığı sıkıntılar aklına geldi. Buz ülkesinde; kişi başına düşen yaşanabilir alan nerdeyse on dönümken burada özel alan, iki metre karelik bir yerdi. O daracık alanı bile başkalarıyla paylaşarak yaşamak zorundaydılar.

-Klostrofobin falan yok değil mi?

-Yo! Hayır efendim. Daha doğrusu olmadığını umuyorum.

-Aslında, geniş alanlarda yaşamaya o kadar alıştık ki Yedi. On kişiden beşinde klostrofobi olduğuna eminim. Tabi sana bir şey anlatmadan doğrudan önüne dikilip "dışarıya çıkamazsınız" demişlerdir değil mi?

-Doğrusunu isterseniz aynen öyle oldu ama sizin kadar yumuşakça da söylemediler. Neden dışarıya çıkamıyoruz sahi?

-Sence doğanın en harika görüntülerinin seyredilebildiği bu yere insanlar neden gelmiyor?

-Aslında geliyorlar efendim. Sık sık uzaklarda bir gemi görebiliyoruz. ? Günlerce Kuzey Işıklarını seyrediyorlar. Yani en azından ben burada olduğum sürece bir kaç gemi gördüm.

-Tamam da karşıdan. Hiç buz üstüne çıktılar mı? Sadece bakıp gidiyorlar.

-Çünkü üşümek hatta donmak istemiyorlar. Eminim ki onlar için gereksiz bir zahmet.

-Ama az ilerimizde yaşayan Eskimolar var. Buzda yaşamaya alışkınlar. Burası bizim gezegenimize benzemiyor Yedi. Yer yer buz tabakası çok inceliyor yani düşünebileceğinden daha tehlikeli. İşte bu nedenle dışarı çıkmamız yasak. Tabi bu avutucu, görünürdeki mazeret. Gerçekse görülme riski! Umudum kısa zaman sonra her iki kısıtlayıcı nedeninde ortadan kalkması.

Tehlikenin üzerinden uzaklaştığını hisseden Yedi; hemen konuyu değiştirmek için kollarını masaya dayayarak eğildi, gülümseyerek dört, beş masa ileride oturan kişiyi gösterdi.

-Dolaşırken kitaplarını hayranlıkla okuduğum Elliüç'ü gördüm. Gezegenimizin bütün üstün zekaları burada Onbir. Onları nasıl kandırıp buraya gelmeye ikna edebildiniz?

MAVİ BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin