•15• "Yağmur"

38.8K 3.7K 395
                                    

 Güçlükle gözlerimi açtım. O kadar bitkin hissediyordum ki... Hareket etmeye çalıştım ama bedenim sızlıyordu, kıpırdayamıyordum. Çok yorgundum. Başımı oynatarak etrafımda neler olduğuna bakmaya çalıştım. Bir sedyenin üzerinde yatıyor olmalıydım. İçinde bulunduğum oda klasik bir hastane odasına benziyordu. Duvarlar, gri ve beyaz arasında kalmış bir renge boyanmıştı. Manzara resimlerinin olduğu birkaç tablo son derece simetrik biçimlerde karşımdaki duvara asılmıştı. Tavandaki lamba yanmıyordu ama içerisi aydınlıktı. Gün ağarmıştı. Korkunç suratlı yaratık beni bıçakladıktan -ya da kılıçladıktan- sonra geceyi baygın geçirmiştim herhalde.

Odayı incelemeye devam ettim. Tabloların bulunduğu duvarın ortasında, yatağımın biraz sol tarafında açık kahverengi bir kapı bulunuyordu. Oradan girecek kişiyi sabırsızlıkla bekliyordum. Her ne kadar Dünya'da olsam da, kısa süreliğine kendimi Neptys'ta gibi hissettim. Güvende ve huzurlu. Bir zamanlar insanların kendini burada huzurlu hissediyor oluşu garipti, gezegenin son haline bakılacak olursa...

Odayı aydınlatan ışığın arka taraftan geldiğini fark etmiştim, orada pencere olmalıydı çünkü bu ışık yapay değildi, gün ışığıydı. Buranın hastane olduğuna kanaat getirmemin sebebi ise soluduğum havaydı. Serin ve steril.

Başımı yavaşça sol tarafa çevirdim. Yan tarafımda, birkaç adım sonra bir sedye daha vardı. Sedyenin üzerinde oturup bana bakarken sırıtan adamı görünce çığlık atma isteğimi güçlükle bastırmıştım. Bu da kimdi? Normalde gözlerimi irice açardım ancak o kadar yorgundum ki, buna bile mecalim yoktu. Adam konuşmak gibi bir girişimde bulunmamıştı. Ben de yüzünü incelemeye koyuldum. Sağ gözünün tam altından başlayıp ağız hizasına kadar inen düz, derin bir çizik vardı yanağında. O kadar kötü görünüyordu ki canım yandı. Sapsarı dişleri mide bulantımı tetikliyordu. Başında duran rengi solmuş sargı bezine baktım. Aceleci şekilde birkaç defa üst üste dolanmıştı. Adamın ne geçirerek buraya geldiğini, kimin getirdiğini ve kim olduğunu fazlasıyla merak ediyordum. İçeriye hemşire önlüklü bir kadın girdiğinde bakışlarımı adamdan ayırdım.

"Uyanmana sevindim, Ashley." dediğinde gülümseyip "Aisley," diye düzelttim. Dejavu yaşıyor gibiydim. Kaşlarını çatıp elindeki dosyaya baktıktan sonra gözlerini tekrar bana çevirdi. "Ah, affedersin."

"Sorun değil." dedim ve ekledim, "Neredeyim ve siz kim oluyorsunuz?"

"Iris'in asistanıyım." deyince içimi büyük bir rahatlık kapladı. Iris bir kez daha hayatımı kurtarmıştı. Bu kadın olmasa günler önce ölmüş olacaktım. Ona gittikçe daha fazla borçlanıyordum. Asistan nerede olduğumu söylememişti ama işin içinde Iris varsa bunun artık önemi kalmamış sayılırdı. Kadın koluma takılı seruma bir sıvı enjekte ederken yan sedyede bulunan adamla sohbet ediyordu. Yüzünde gülümser bir ifade vardı.

"Marley, bugün nasıl hissediyorsun?"

Adamın ağzından ise bu soruyu hiç duymamış gibi bambaşka sözcükler döküldü.

"Bu kızın geleceğini biliyordum. Kayıp Kraliçe, değil mi?"

Şaşkınlıkla adama bakakaldım. Ardından gözlerimi Beryl'a çevirdim -ismini yaka kartından okumuştum- ve ona neden bu adamla aynı odada kaldığımı sorar gibi garip bakışlarımı yolladım. Anlamış olacak, omuz silkti ve kulağıma eğilip fısıldadı.

"Üzgünüm, buraya pek insan getirmeyiz. Tek insan hastamız Marley. Doğaüstü yaratıklar yerine onunla aynı odayı paylaşmanın daha iyi olacağını düşündüm."

Geri çekildiğinde başımla onayladım. Marley konuşmaya başlayınca tekrar ona döndüm.

"Gümüş kılıcın sana saplanacağını da biliyordum..."

AURORAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin